İlk olarak şunu öğrenmek istiyorum... Uzun yıllar gazetecilik yaptınız, ama bu söyleşiyi yapma vesilemiz ikinci kitabınız Sarsıntı. Gazetecilik ve yazarlık birbirini nasıl besliyor? Uzun yıllar gazeteciliğin habercilik, yani muhabirlik tarafında değil, editörlük tarafında yer aldım. Yetişkin ve çocuk edebiyat dergilerinin çıkış aşamalarında bulundum. Bir tiyatro oyunum var. Gazeteye yazdığım yazılarda da farklı bir üslup olduğu bilinir. O yüzden değişik bir alana kaymış değilim, üretimlerim yine aynı dallarda devam ediyor. Ülke koşullarına dair gözlemlerimi ve dinci örgütlenmelere yönelik fikri takibimi gazetecilik sürecinde geliştirdim ve bunu romana da aktarmaya çalıştım. Bu anlamda beni beslediğini de düşünüyorum. Sarsıntı Dante'nin, "Ölmek umutları yok bunların. Hayatlarıysa öyle pis ki zavallıların..." cümlesiyle açılıyor. Ölümlülüğü unuttuğumuzu düşünüyor musunuz? Dünyada ve Türkiye'de yaşanılan bunca rezaletin, skandalın bu unutmayla ilişkisini nasıl tarif edersiniz? Karakterlerim bu dünyayı değiştirememiş, değiştirme çabasını kendilerinde bulamamış, öte dünyaya dair beklentileri de din simsarları tarafından çökertilmiş kişiler. Şu anda özellikle orta sınıflarda ve kültürel olarak modern diyebileceğimiz kesimlerde böyle bir ruh halinin bulunduğunu seziyorum. Din adına konuşup suça ve günaha batmışlar görülüyor, onların suçlarının cezasız kaldığı biliniyor, temsil ettikleri değerlere haliyle negatif yaklaşılıyor, ama bu rezalet durumu değiştirme takatini de kimse kendinde bulmuyor. Daha doğrusu nasıl değiştirileceği konusu net değil. Bunalım hali içinde ve küçük mutluluklar peşinde bir yaşam sürüyor. Kötü bir durum, evet ama çöküşün ortasında bile umut arayışı vardır. 'GEÇMİŞ ACILARA SAPLANARAK ÇEMBER KIRILMAZ' Kitabın başkarakteri Levent, günlükleriyle ve konuşmalarıyla hem dışarıda, hem de yaşanılanların tam içerisinde. Levent, karakterlerin vicdanı mı? Öyle de denebilir. Levent bu masadaki diğer kişilerin kırılgan, hassas yanı... Levent’i koruma içgüdüleri gelişmiş masadakilerin. Ancak buna bir vicdan rahatlatma da denebilir. Kendi başlarına benzer şeyler gelse de Levent üzerinden tartışmayı yürütmek işlerine geliyor. Sanki tüm kötü şeyler Levent’in başına gelmiş ve Levent’in kurtarılması yeterli gibi bir görüntü… Kendilerinin de benzer bir acizlik içerisinde olduklarını kabullenmek istemiyorlar. sarsinti_cover-1 Kitap ilerledikçe bir çember içerisinde dönüp duruyoruz. Sadece o çemberin mekânı ve o çember içerisinde yer alan kişiler değişiyor. İyiye, güzele erişmek için o çemberi delmek, Sarsıntı'daki gibi geçmişi tüm yönleriyle irdelemekle mi mümkün? Romandaki çember ya da sarmal, iktidarın/iktidarların bizi içine çektiği bir döngü… Karşı olduğumuz anlarda bile onlara hizmet ediyoruz, söylemlerini çoğaltıyoruz aslında. Bu döngünün kırılması gerekiyor. Birilerine yanıt yetiştirmek yerine kendi değerlerimizi ortaya koyup onları savunmaya, birilerini kendi ringimize çekmeye ihtiyacımız var. Geçmişten alacağımız çok şey var ama geçmiş acılara saplanarak da çember kırılamaz. Bizim de inşa etmemiz gereken şeyler var, karşı koyarken geliştirmemiz gereken… Levent'in günlüğü arkadaşları tarafından okunuyor. Arkadaşları Levent'in mahremiyle ilgili her türlü yorumu yapıyor ama birbirleriyle ilgili en ufak bir yargılamada gerginlik had safhaya çıkıyor. Bugün de insanlar kirlerinden paslarından arınmaktan ziyade, kendilerinden daha kirli insanları röntgenleyerek rahatlıyor herhalde katılır mısınız? Katılıyorum, iktidarın kurduğu ilişki biçimini kendi gücümüzün yettiğine kurmamalıyız. Örneğin, linç kültürünün en eleştirildiği dönemde 'Birinin açığını bulalım da yüklenelim' meselesi tavan yaptı. Başımızdaki birileri tarafından sürekli küçük görülüp aşağılanıyoruz, o sinirle biz de kendi mahallemizden birilerini seçip ezmeye çalışıyoruz. Özellikle düştüyse ve kendini savunacak pozisyonda değilse bunu daha keyifle yapıyoruz. Muhtemelen yüz yüzeyken söylenmeyecek pek çok söz, sosyal medyada söyleniyor ya da söylettiriliyor. Bu rahatlama seansları birkaç haftada bir tekrarlanıyor gibi… BAZI ŞEYLER BİR İKİ 'İYİ ADAY'LA DEĞİŞMEYECEK Levent bir yerde Yiğit'e şöyle diyor: "İnsan ne zaman kaçar? Değiştirme umudunu yitirdiğinde. Ümit ne sinsir bir his... Bir şeylerin düzelmeye başladığında inandığın an hayal kırıklığı yaşarsan sarsıntı büyük oluyor." Bu tam da bizim son 5-6 yıldır yaşadığımız bir şey değil mi? Değişim umuduna çok yaklaştırılıyoruz ama bu sahte bir umut sanırım. Özellikle seçim geceleri çok yaşanıyor. İnsanların sandığa gitmelerinin önü kesilse daha mı iyi, tabii ki hayır... Adaletsiz, şaibeli seçimler de olsa yüzde 70 oy ile yüzde 51-52 arasında önemli bir fark var. Bu ülkenin her koşulda yarısının iktidarın tüm baskı ve propaganda gücüne karşın, bu gömleği giymek istemediği ortaya çıkıyor. Fakat bazı şeylerin öyle bir iki “iyi aday”la değişmeyeceğini de görmek gerek. Bu uzun soluklu bir mücadele ve ancak örgütlü kesimlerin baş edebileceği bir süreç… Rahatsız kesimler her alanda örgütlenip iktidarın dengesini bozmadıkça daha çok yurtdışına kapağı atma hayali kurulur. Peki oralarda umut var mı? İşte bir döngü daha... baris-ince2 Kitapta bir de Bulgurcular adında bir tarikat var. Bulgurcular da çok tanıdık geliyor. O tarikatı yazarken çok zorlanmamışsınızdır sanırım... Toplumun bir kısmının çocuk istismarı, rüşvet, yolsuzluk gibi skandallardan utanmamasını ya da utansa bile kendi mahallesinde bu durumlar yaşandığından suskun kalmasını nasıl değerlendirirsiniz? Evet tanıdık. Ama tanıdık olmaktan da öte bu hikâyenin bu kısmı gerçek bir hikâyeye dayanıyor. İlk okuyanlar için gerçek olamayacak kadar da tuhaf kabul ediyorum, bilerek tuhaflaştırdım. Ne demek istiyorum, yani böyle bir istismar vakasının geçtiği bir ada Türkiye’de var. Böyle bir tarikat da var. Tarikat lideri karısı tarafından polise şikayet ediliyor ve polis baskın yapıyor. Dava dosyaları var. Romanı okuyan gazeteciler hatırlayacaktır. O hikâyeyi biliyorum ve ondan esinlendim. O kişileri araştırdım, mağdurların bir kısmının beyanlarını okudum, inceledim. Tarikatın yapısına, ritüellerine baktım. Ama hepsini bozup kendim yeni bir tarikat yarattım romanda. Kendi efsaneleri var. Bunun için yeni söylenceler ürettim. Yeni bir tarih, yeni bir tarikat lideri... İsimsiz bir ada... Gerçek bir olaydan esinlendim ama her şeyi baştan kurguladım. BİR ARAYA GELİP GÜÇLÜ OLABİLİRLER Fırat da kitapta yer alan ilginç karakterlerden birisi. Fırat’tan biraz bahseder misiniz? Fırat, işin içinden çıkılamayacak meseleleri kendi bildiği yöntemlerle çözmeye çalışan, hakkında kimin ne düşündüğünü önemsemeyen, asabi bir karakter. Örneğin arkadaşlık önemliyse onun için, doğru yanlış ayırt etmiyor. Sınıfsal olarak da öfkesi var. Birisini sırf parasını vermedi diye cezalandırıyor. Bir yanlış varsa intikamını hemen alıyor. Diğerleri daha büyük zulme uğramış olsa da Fırat’ın yaptığını yapacak bir kültüre, sosyal, sınıfsal konuma sahip değiller. Peki olmalı mı? Fırat gibi olmalarına gerek var mı? Bence yok. Kitapta da bunu tartışmaya çalışıyorum. Açıkça söylemiyorum tabii bu romancının işi değil, sadece hissettiriyorum: Kendileri kalarak da bir araya gelip güçlü olabilirler. En azından bir deneseler…Fırat gibileri ezerek üst basamağa çıkmak yerine kendilerini ezenleri bir düşünseler keşke.