Dağda ve şehirde eşkıya kovalamak alnıma yazılmış!.. Usta yazar Rahmi Turan’ın arka kapağa not düştüğü bu sözlerle ne demek istediğini “Roman Tadında Müthiş Anılar MEMLEKETİM” adlı kitabında okuyacaksınız... Ancak usta yazarın bu defa siz okurlarına bir de sürprizi var! Elinize aldığınız kitabı peşin peşin sizin için imzalamış ve şöyle yazmış: “Sevgili okurlar, Yaşamak için nefes aldığımız hava ve içtiğimiz su ne kadar önemliyse, bir yazar için de okurları o kadar önemlidir. Sizlerden aldığımız güçle ayaktayız. Sizler olmasanız, biz de yokuz. Size kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum. İyi ki varsınız...” 13rahmiucuncugun-1 ‘ÖLÜMCÜL BİR BELA’ Aslında çok farklı bir Türkiye var bu kitapta... 50 küsur yıl önce gittiğim Hakkâri bölgesinde yoksul, sefil bir hayat vardı. Bölgede her dört kişiden üçünün yaşamaya mahkûm olduğu hayat korkunçtu. Mesela çocuklar arasında kızamık, ishal, kuşpalazı, boğmaca gibi hastalıklar yaygındı. Doktor yoktu. Uludere’ye adımımı attığım hafta 15 çocuğun kızamıktan öldüğünü duyunca kahrolmuştum. Kızamık o zaman İstanbul’da basit bir çocuk hastalığıydı. Uludere’de ise ölümcül bir bela. En yakın hastane Siirt’teydi. O günün şartlarında katır sırtında 2 günde zor gidilirdi Siirt’e... ‘GÜREŞ PAŞA İLE GİTTİM’ ■ Beytüşşebap’a askerlik sonrası bir daha gittiniz mi? Askerlikten 40 yıl sonra Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş paşayla yaptığımız bir gezi var. Hakkâri dağlarının arasında tepelerden birine indik helikopterle. Oradaki askerleri ziyaret ettik. Baktım askerlerin komutanlarına... 27-28 yaşlarında üsteğmendiler. “Vay anasını!” dedim kendi kendime. Ben onlardan çok daha gençtim. 21 yaşındaydım. Yaklaşık olarak aynı görevi yapıyordum. 40 kişilik bir askeri birliğin komutanıydım. 6’ncı Seyyar Jandarma Bölüğü 2’nci Takım Komutanı Asteğmen Rahmi Turan. Aslında asteğmen orduda en küçük rütbeli subaydır, fakat ben o bölgede en büyüktüm. Bahsettiğim gezide hep o günleri, askerlik anılarımı hatırladım. Ama Beytüşşebap’a bir daha hiç gitmedim. ‘BİZİ KAZIKLAMIŞLAR’ ■ Emrinizdeki askerlere bıyık bırakma izni vererek de tarihe geçmişsiniz... (Gülüyor) O bıyık olayı benim bir yıl içinde yaptığım en başarılı operasyonumdur. Neden dersen; orada asker için bıyık çok önemli bir gurur olayıydı. Tek istedikleri bıyık bırakıp fotoğraf çektirmek, o fotoğrafı da köylerine yollamaktı. “Sonra hemen keseceğiz komutanım” dediler. “İyi” dedim ben de... Dağ başı zaten. Gelen giden yok. Sadece biz varız. 44-45 kişiyiz. Erlerin bıyıklı olduğunu kim görecek ki? Aydan aya katırlarla erzak getiriyorlar. Onu da hep eksik getiriyorlarmış. Bizi kazıklıyorlarmış meğerse. ■ Kim kazıklıyormuş? Levazım üsteğmeni çalıyormuş. Ben farkında değildim. Bana hep gayet güzel yemek geliyordu. Bakıyorum hoşaf geliyor, tanesi bol. Kuru fasulye geliyor eti bol filan. Sonradan öğrendim ki, erler bana çaktırmıyorlarmış ama zavallılar son hafta aç kalıyorlarmış. Onun üzerine yeni gıda malzemeleri gelişinde hepsini tarttırdım ve çıktı olay ortaya. Üsteğmen cezasını buldu. Neyse erler bıyıkları bıraktılar. Fotoğraf çekildi, köylere yollandı, tam keseceklerdi, “Boş verin kesmeyin” dedim. Çok sevindiler. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeyiz. O bıyık olsa ne olur, olmasa ne olur, sivil kafayla öyle düşündüm. Ama bu öyle bir motivasyon oldu ki, o bıyıklı askerler eşkıya ve kaçakçı yakalamakta rekor kırdılar. Sırf o bıyıkları hak etmek için inanılmaz bir çaba sarf ettiler, sabahlara kadar pusuda yattılar, bölgede kuş uçurtmadılar. ‘ASKERLERİMİ COŞTURDU’ ■ Teftişte yakalanmışsınız ama... Aradan epey zaman geçmişti. İlk ve son defa bizim yüzbaşı teftişe geldi. Ona uygun bir sofra filan da hazırlattık. Yüzbaşı birden öfke içinde “Bu ne hal teğmenim?” diye bağırdı. İrkildim. “Ne oldu komutanım?” dedim. “Herkes bıyıklı yahu burada” dedi. Onun üzerine anlattım. Dedim ki; “Gelen raporları inceleyin. Eski tarihlere ve son tarihlere bakın. Yakalanan eşkıya ve kaçakçı arasında ne çok fark olduğunu göreceksiniz. Bu da sadece şu bıyık sayesinde oldu. Askerlerimi coşturdu... Bunu ödül olarak kabul etmek gerekiyor. Fakat emrediyorsanız hemen kestireyim.” Yüzbaşı etkilendi tabii. Kısa bir an düşündükten sonra “Ben görmemiş olayım” dedi ve konu kapandı.
‘ASKERLİK SONRASI HAKKARİ’YE TEKRAR GİTTİM’ Usta yazar Rahmi Turan, Hakkari dağlarında 11 ay askerlik yaptı. Askerlikten 40 yıl sonra Hakkari’yi ziyaretinde ise bu fotoğrafı çektirdi. Turan, “O gezide hep eski günleri hatırladım” dedi. ‘ASKERLİK SONRASI HAKKARİ’YE TEKRAR GİTTİM’
Usta yazar Rahmi Turan, Hakkari dağlarında 11 ay askerlik yaptı. Askerlikten 40 yıl sonra Hakkari’yi ziyaretinde ise bu fotoğrafı çektirdi. Turan, “O gezide hep eski günleri hatırladım” dedi.

Sevilen eşkıya: Koçero

Eşkıyaların hayat hikâyelerine de geniş yer vermişsiniz kitapta. Koçero mesela... O bölgenin gelmiş geçmiş en ünlü eşkıyasıdır Koçero. 13 yıl Güneydoğu dağlarında taçsız kraldı. 31 yaşında öldürüldü! Zaten eşkıya dediğin genellikle 30’unu bile göremez! İlk defa elleri kana bulandığında 18 ya da 20 yaşlarında olurlardı... Koçero en uzun yaşayanlardan biri... Ama bu Koçero çok çok ünlüydü. Yılmaz Güney hayatını oynadı bunun. Koçero’nun karısı rolünü de Muhterem Nur oynamıştı. O film çekildikten 7-8 ay sonra Koçero bir baskın sırasında öldürüldü. Ama sevilen bir eşkıya idi Koçero! Zenginden alıp, fakire verdiği söyleniyordu. Enerji ve Tabii Kaynaklar eski Bakanı Esat Kıratlıoğlu bakan olmadan önce o bölgede petrol mühendisiymiş. Koçero onu da soymuş! Bunu Esat Kıratlıoğlu’nun bizzat kendisi anlatmıştı. Çevirmiş bunları, demiş ki; “Sizde para çok, verin!” Onlar da ceplerindeki bütün paraları vermişler. Koçero’nun ölümü de çok dramatik. Kendi arkadaşı yanlışlıkla vuruyor onu ve ertesi gün bir dere kenarında ölüsü bulunuyor!
Rahmi Turan’ın askerlik günlerinden... Rahmi Turan’ın askerlik günlerinden...

Saldırganı kovaladım, yakaladım gazeteye dönüp haberini yaptım

Eşkıya kovalama konusunda siz de uzmanlaşmışsınız! Üstelik de bunu siz değil, başka yazarlar yazdılar kitaplarında... Türk basınına sıkılan o kurşunun hikâyesini sizden dinleyelim... ‘SİLAHI ELİNDEN ALDIM’ (Gülüyor) Ben o olayı kitapta Akgün Tekin’in “Türk Basınında Kayan Yıldız” adlı kitabından aynen aktardım. Ama o olayın enteresan olan tarafı şuydu: Ahmet Vardar istihbarat şefi. Sorumlu Müdür Akgün Tekin de benim yardımcımdı. Ben biraz geç kalmıştım o gün. Gazeteye geldiğim vakit Ahmet Vardar odaya girdi, “Biri seninle görüşmek istiyor” dedi ve o anda silahlar patladı. “Ahh, vurdu beni namussuz” diyen Ahmet’in yere yıkıldığını gördüm. Fırladım hemen, sadece gölgesini gördüğüm saldırganın peşinden koşarken, Akgün’e döndüm; “Ahmet vuruldu, ambulans çağırın!” dedim. Ama ne göreyim? Akgün de sıvamış paçasını, iki büklüm yerde yatıyor. O da ayağından vurulmuş, kan çeşme gibi akıyor. Esas hedef bendim aslında... Tesadüfen kurşunlar bana isabet etmedi. O an Ahmet’in öldüğünü sandım. Beni delirten de bu oldu. “Saldırganı mutlaka yakalamam gerekiyor” diye peşine düştüm. Uzun bir kovalamadan sonra kıskıvrak yakaladım. Aramızda bir boğuşma oldu. Tabancayı elinden alıp onu biraz hırpaladım da. Müessese Müdürü Kemal Kınacı yetişti arkamdan, “Bir kaza çıkacak ver bana tabancayı” diyerek silahı elimden aldı. Çünkü ben tabancayı, arkadaşlarımı kurşunlayan adamın kafasına vuruyordum. İşin matrak tarafı; 5 dakika ya geçti, ya geçmedi bütün matbaa personeli geldi. Her gelen bir tane patlatıyor adama. Az önce adamı hırpalayan ben bu defa “Durun yapmayın, bir adama bu kadar kişi çullanmak ayıptır” diye bağırarak bir linç olayını önledim. Neyse, saldırganı götürüp Alemdar Karakolu’na teslim ettik. Peki gazete ne olacak? Ben koşa koşa gazeteye gittim. Hemen sayfayı çizdim. O sırada Gündüz Serdengeçti de birçok fotoğraf çekmişti. Olay sırasında Ahmet yerde yaralı yatıyordu. Akgün de vurulmuş, sedyeyle taşıyorlardı. Bu fotoğraflarla Günaydın Gazetesi’nin birinci sayfasını yaptım”
Ahmet Vardar Ahmet Vardar
BASIN TARİHİNDE BİR İLKAslında haber olan da, haberi yazan da sizsiniz yani... Tabii. Olaya bakar mısın? Adamı kovaladım, yakaladım, hırpaladım, sonra linçten kurtardım, götürüp karakola teslim ettim, döndüm geldim sayfayı çizdim. Daktilonun başına geçtim. Resim altlarını da tek tek yazdım. Başlıkları filan da attım. Çünkü arkadaşlara yazın desem, ne yazılacağını benim anlatmam lazım. Olayı yaşayan, en iyi bilen benim. Böyle bir olay Türk basın tarihinde yoktur. Olayın hem kahramanı sen olacaksın, hem de dönüp, gazeteyi yapacaksın.
Rahmi Turan, “Saldırıda asıl hedef bendim” dedi. Rahmi Turan, “Saldırıda asıl hedef bendim” dedi.
Bir de bütün gazeteleri atlatacaksın. Gerçi ertesi gün bütün gazetelerde çok büyük manşet haberdi bu... Basına kurşun sıkıldığı ve iki gazetecinin yaralandığı haberini bütün gazeteler manşetten vermişlerdi. Fakat en canlı haber ve fotoğraflar bizde yayınlanmıştı. Adam gazeteye geliyor, benimle görüşmek istediğini söylüyor. Kapıdan da istihbarat servisine yolluyorlar. O zamanlar bugünkü gibi öyle arama tarama olmazdı ki... Ben de tesadüfen yarım saat kadar gecikmiştim. İstihbarat şefi Ahmet Vardar adamı buyur etmiş, kahve filan ikram etmiş. Böyle kravatlı, efendiden bir adam gibi görünen saldırgandan şüphelenmemiş. Mafya babası Dündar Kılıç’ın yeğeniymiş meğerse... 01szt13a_ist-izm-ant-ank-trbkkkk YARIN: SEÇİMİN KADERİNİ HANGİ PARTİLER BELİRLEYECEK?