Floran Zeller'ın kaleme aldığı, Kerem Ayan'ın Türkçeleştirdiği, Mehmet Ergen'in yönettiği 'Gerçek', Zorlu PSM ve Talimhane Tiyatrosu işbirliği ile izleyici karşısına çıkıyor. İki en iyi arkadaşın ve iki çiftin birbirlerini aldatmalarını anlatan komedide Levent Üzümcü (Michel), Neslihan Yeldan (Laurence), Özge Özder (Alice) ve Kubilay Tunçer (Paul) yer alıyor. Gerçek, izleyicileri her dakika şaşırtabilecek kadar iyi yazılmış bir metin. 'Gerçek'te kimin kimi gerçekten kandırdığı, tüm bu silsile içerisinde kimin haklı olduğu, ahlaki olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğu mütemadiyen değişiyor. Tüm bu değişim sürecinde izleyici her an tetikte bekliyor. Bu da oyundan alınan keyfi artırıyor. Öte yandan sahnede de çok başarılı bir oyuncu kadrosu yer alıyor. O kadronun değerli isimleri Özge Özder ve Kubilay Tunçer ile 'Gerçek'i konuştuk... gercek Gerçek nedir sizce? Kubilay Tunçer: Gerçek, bu oyunda şunu ifade ediyor: Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bizim gerçek zannettiğimiz, olgusal zannettiğimiz şeylerin arkasında, her zaman görünmeyen bir yüz olabileceğini bizim oyun tatlı bir hal ile gösteriyor. Özge Özder: Gerçekliğin, gerçekliğinden şüphe etmek gerekiyor galiba. Oyunun baş kahramanı Michel, bu anlamda kendisine çok güvenen ve herkesi parmağını döndürdüğünü zanneden, fakat herkesin kendi hayatının başrolü olduğunu unutan bir karakter. Halbuki, senin insanları parmağında döndürdüğünü zannettiğin o anlarda, diğer insanlar arkadan neler yapıyorlar? Onla ilgili pek bir düşünme durumu olmamış. Oyunda bunu görüyoruz. Kubilay Tunçer: Elin sillesini yemeyen, yumruğunu balyoz sanırmış (Gülüyor). YALAN SÖYLERKEN YAKALANMAK BİLE ARTIK AYIP DEĞİL Michel oyunda, "Yalan olmasaydı medeniyet çökerdi" diyor. Gerçekten çöker miydi sizce? Kubilay Tunçer: İki tür yalan var. Maniple etmek için, planlı ve programlı, kötücül, dizayn edilmiş yalan var. Bir de hepimizin hayatında yalan var. Yalanın da seviyesi var... İçki bütün kötülüklerin anasıdır derler, dünya üzerindeki bütün melanet yalanla başları. Dolayısıyla yalan, hakikatten net durulması gereken kırmızı bir çizgidir, çünkü en masum yalan, bir sonraki yalana, bir sonraki davranış bozukluğuna ve ahlaki çöküntüye sebep olur. Onun için bozulmanın temeli yalandır. Tabii bizim oyun bunu felsefi seviyede tartışan bir oyun değil ama yine de evet, yalan budur... Özge Özder: Bizim oyunda aynı zamanda bir dejenarasyon da görüyoruz. Yalan söylemenin boyutunun artık karakterleri dejenere ettiğini, korkunç bir hal aldığını görüyoruz. Yalan bir süre sonra sizi ele geçiriyor zaten. Tabii ki hepimiz pembe yalanlar söylüyoruz, gün içinde... Ortamı idare etmek için, insanlar kırılmasın diye.. Bu yalan meselesi çığrından çıktığında hayatınızı ele geçiriyor. Kubilay Tunçer: Bizim oyunun doğrudan konusu değil ama siyasette biliyorsunuz çokça konuşulan kavramlardan bir tanesi post-truth... Ne demekmiş post-truth? Mesela Trump, bugün bir şey diyor, yarın başka bir şey diyor. Alenen yalan söylüyor. Yalan söylediğini bile kabul ediyor. Bunun adına artık yalan demiyorlar, post-truth diyorlar. Yani "yeni gerçeklik", gerçekliği aşmış post-gerçek bir durum. Ne demek yani! Demek ki artık yalan söylemek değil, yalan söylerken yakalanmak bile ayıp olmaktan çıktı. Alice karakteri bu yalan perdesini aralamaya çalışıyor. Siz sosyal medya hesabından da Alice Miller'ın "Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız" sözünü paylaşmıştınız. Karakteriniz, altında kalırsak kalalım, yeter ki yalan olmasın noktasında mı? Özge Özder: Orada biraz kendi iç dünyanda da görmezden geldiğin, hasır altı ettiğin her duygunun üzerine çökeceği anlamını da içeriyor. Benim oyundaki karakterim Alice, biraz daha doğruları söylemekten yana... Ama bir yanda toplumun genel geçer ahlaki olarak kabul ettiği şeyleri uymayarak yaşıyor. Baktığınızda çok rahat bir yaşamı var. Bu noktada hep oyuncu olarak şu gözle baktım: Bir yanda bir çift var, birbirlerine delicesine yalan söylüyor. Hatta onlara sorsanız o kadar büyük aşıklar ki, "Her şeyden şüphe et, aşkımdan etme" diye dolu gözlerle birbirlerine korkunç bir oyunculuk gösterisi de yapıyorlar, içlerine sine sine. Bir yanda da her şeyi birbirleriyle konuşan ama dışarıda açık ilişki yaşamakta sorun görmeyen, her şeyi takır takır birbirine söyleyen bir çift var. Burada tabii şuna karar vermek lazım; bu kadar dejenere bir hayatı, böyle bir çıplak ve çirkin dürüstlükle yaşamak mı daha doğrusu, yoksa öteki mi daha fena? Bence biraz bunu da tartıştırıyor yazar. Ben iki kategoriye de giremiyorum. Bu dünyada artık bu çağda, ikisi de çok yaygın olduğu için, iki çifti de böyle koymuş. "Hangisi sizce daha dürüst, daha gerçek?" demiş. eb670a76-de41-49a7-865c-986a8d4751aa 'EN İYİ KADIN OYUNCU' AŞAĞILAYICI BİR ŞEY Michel'in Alice'e söylediği "İkimiz de evliyiz ama sen daha evlisin" sözü, kadın-erkek ayrımına dair de oyunun gösterdiklerinden değil mi? Özge Özder: Bizde bir kadın oyuncu ya da tanınmış kadın kişi yakalandığında bambaşka bir skandal oluyor. Erkek yakalandığında daha değişik algılanıyor. Yurtdışında bu konu biraz daha farklı noktada diye düşünüyorum. Kubilay Tunçer: Ayrımcılığın sıradan olduğunu görüyorum. Cinsiyet ayrımcılığı dünyada çok sıradan bir şey. Her yerde var. Film festivalleri oluyor, yarışmalar oluyor. "En iyi kadın oyuncu" diye bir kategori var. Bu o kadar aşağılayıcı bir şey ki! Mesela "En iyi kadın yönetmen", "En iyi kadın görüntü yönetmeni" falan ödülü mü vereceksin? Birisi en iyi oyuncuysa, en iyi oyuncudur. En iyi yazarsa, en iyi yazardır. "En iyi kadın oyuncu" ne demek? Halter falan olsa kadını erkeği ayırabilirsin ama entelektüel bir iş yapıyorsun. Bunlar bile o kadar içselleşmiş ki, oturup düşünmüyoruz. Dediğin gibi, aile kurma, aldatma mevzularında da açık ve net şekilde kadınlardan beklenen rol ve davranışlarla erkeklerden beklenen ve onların yaptıkları üzerine kabul edilen şeyler aynı olmuyor. Peki, aldatıldığınızı öğrenseniz Paul kadar sakin kalmanız mümkün mü? Kubilay Tunçer: Yok kalamam tabii... Ahlakçı bir yerden söylemiyorum. Ben homeostasis seven bir adamım. Benim dengemi bozmayınız. Benim bildiğim bir usül var, o bozulduğu zaman ben zaten hata veriyorum. Nasıl başa çıkacağımı bilemem. Orantısız tepki veririm. Beceremiyorum ben hayatı zaten... Öyle şeyi hiç beceremem. Özge Özder: Her hikayeye iki kişi gerekiyor. Senin de öyle bir şeyin içine düştüğünde bir partnerin olması gerektiği için zaten danışıklı dövüş olması gerekecek. Sana benzeyenle bunu sürdürebilir, bir hikayede paydaş olabilirsin. Senin hiç onaylamadığın bir tablo içinde kendini bulman, ancak aldatılmak olarak, bu işin dışında kalarak olabilir, o zaman benim de başıma gelse, ben de çok sakin kalamam. Kimseye güvenmemek bir paranoya yaratmıyor mu? Özge Özder: Oluyor tabi... Bir yandan da baktığında bunlar Fransız da olsa, dünyanın her yerinde aynı şekilde işleyen bir şey var. Oyunumuzda ahlaktan sürekli ahkam kesen tek bir karakter var. O da Michel... Aslında her şeyi gizli saklı yapan da kendisi. Mesela ben "Doğruyu söylemek lazım" diyen karakter olarak, bu kadar ahlak lafı etmiyorum. Benim karakterimin ağzından böyle bir şey çıkmıyor, yazar öyle yazmamış. Normal hayatta da böyle. Kubilay Tunçer: Kim neyi diline pelesenk ederse, noksanı oradadır. 7524e9ae-1e4b-4365-9e98-31beef9a454b MUKTEDİRLER DUYGULAR DÜNYASINI SEVMEZ Biz dünya ölçeğinde aklı duygulardan daha çok öne çıkardığımız için mi bu sıkıntılar yaşanıyor? Özge Özder: Çok fast-food, çok hızlı yaşıyoruz ya! Her şeyi hemen punduna getirip, kendi işimize gelen hale uydurmaya başladık. Eskiden cep telefonu yokken insanlar gayet de buluşuyordu. Şimdi en ufak bir şeyde buluşamıyorsun, yalan söylüyorsun. "Ay tatlım gelemiyorum" diyorsun. Çünkü her şey çok hızlı. Bence biraz ondan... Kubilay Tunçer: Ben dikotomik bir ayrımdan mustarip olduğumuzu düşünüyorum. Akıl dünyası ve duygular dünyası diye sahte bir dikotomi oluştuğunu düşünüyorum. Temel davranış ve temel duygu repertuvarlarıyla alakalı olarak kafayı yormadığımızı, çocuklarımızı bu konularda yönlendirmediğimizi düşünüyorum. Duygular dünyası ölçüye, tartıya, metreye, santime gelmeyen bir dünya olduğu için muktedirler, o duygular dünyasını sevmezler. Çünkü kontrol edilme işi daha zordur. Ölçülü, tartılı işleri daha kolay kontrol edersin, değil mi? Dünyanın döndüğü yer de duygular dünyası. Bütün kararlarımızı, seçimlerimizi öyle veririz. Hayat hikayemiz duygulardan mürekkep, duyguların oluşturduğu bir hikayedir. Nedense buraya biz karanlık bir mağara ve tukaka bir alan, efendime söyleyeyim akıllı ve yetişkin insanların uğramaması gereken tehlikeli bir sokak muamelesi yapıyoruz. Sıkıntı burada. Güldürürken de yüzleştiren bir oyun Gerçek... Sosyal medyadan hiç ilginç tepki geldi mi? Özge Özder: Bana hiç gelmedi. Genelde çok eğlendiklerine dair şeyler söylüyorlar. Bence zaten böyle bir dürüstlükte olmanın ve sosyal medyadan böyle bir mesaj atmanın da çok bir anlamı yok. Benim de onu paylaşma ihtimalimi göz önünde bulundurursak, kimse kendi sırrını böyle bir mesajla emanet etmez. Ama ben çok fazla insanın kendisiyle yüzleştiğine eminim bu oyunla beraber. Bir tek erkekler değil, kadınlar da aynı şekilde. Baş kahramanımız erkek olabilir ama işin içinde bir sürü kadın da var. Herkes kendinden bir şey buluyordur ya da başına gelen aldatılmışlık hikayelerine gülüyordur. Daha önce çok ağladığı, evde göz yaşına boğulduğu hikayeye, bizim oyunla birlikte, barışarak ve gülerek bakıyordur belki de. Kubilay Tunçer: Ben oyun yazarıyla alakalı bir şey söylemek istiyorum. Florian Zeller, yeni bir yazar aslında. Son 10 senenin... Son derece başarılı bir yazar. Bu oyunda tabii dünyada çok oynanıyor, beğeniliyor. Bu bizim eski usül bulvar komedileriyle akraba bir oyun. Yazarlık tekniği açısından çok daha modern, çok güncel. Tamamen yanlış anlaşma üzerine kurulu bir oyun değil. Hem yalın hem de çok entrikalı yazmış. Eğlencesi, neşesiyle beraber bu konuştuğumuz insanlık durumlarına ışık tutan, sosyolojik açıdan da ciddiye alınabilecek kuvvetli bir metin. Bu sıradan bir "aldattı, aldattmadı, biliyordu, bilmiyordu"yu aşan bir metin. Bizim için de zaten iyi metin oynamak, ne kadar ayrıcalıklı bir şey. Özge Özder: Metnin bir başarısı da şu; ilk okuduğumda da aynı tuzaklara ben de düştüm. Yazar sürekli kumpas kuruyor size. Michel nasıl kendisini akıllı sanıp, her yeri ayrı ayrı idare ettiğini zannediyorsa, seyirci de, oyuncu da öyle oluyor. Sürekli, seni yeniden şaşırtıyor. Bu tabii ki izleyeni çok dinamik tutuyor. Baştan her şeyi anlayıp, sadece tanıklık ettiğimiz komedilerden değil. Sürekli anladığını zannedip, sürekli aptal gibi hissettiğin sürprizli bir metin bu. O yüzden de izleyenlerin hep, "Nasıl geçti o 1,5 saat, hiç anlamadık, gözümden yaş geldi" yazdıklarını görüyorum. Dahice yazmış... Böyle etkileyici bir dekorda oynamak nasıl bir his? Kubilay Tunçer: Ben bu tür tiyatroyu çok seviyorum. Özlüyorum da... Dekor dekor gibi, oyun oyun gibi... Zorlu PSM'nin o şahane salonunda tiyatro gibi tiyatro. Özge Özder: Zorlu PSM'nin yurtdışından çok iş getirdiğini de göz önünde bulundurursak, burada zaten belli bir standardın üzerinde durmak mümkün. Ben onu bizim oyunun komple karşıladığını düşünüyorum. Böyle bir iddiamız var. 4d269626-9ee6-4f67-9078-b1e3df733544 TİYATRO SEZONU 12 AYA ÇIKMALI Geçen yılı tiyatro açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Özge Özder: Şehir Tiyatrosu'nda kadrolu oyuncu olduğum için bunun altını çizmekte fayda görüyorum. Devlet Tiyatrosu'ndan değilim, ama Devlet Tiyatrosu'na bir tek İstanbul bazlı bakmamak lazım. Ülkede çok önemli bir misyonu var. Ben gidip Van'da oyun oynayamam. Ben bu oyunla Van'a gitsem dahi, oradaki insanların tiyatroya ulaşabilir olma hali maddi imkanlarla kısıtlı olmamalı. Devlet Tiyatrosu, çok ulvi bir görev yapıyor ve Türkiye'nin her yerine sahne açarak, insanlara "Tiyatro ne demektir"i anlatıyor ve seyirci eğitiyor. Şehir Tiyatrosu'nun 8 tane sahnesi var ve çok ucuza büyük prodüksiyon da izleyebileceğiniz bir yer. Burada alternatif tiyatrolar da, Devlet Tiyatroları'nda ya da Şehir Tiyatroları'nda pek de el uzatmaya cesaret edemeyeceğimiz çok daha sert, çok daha çağdaş metinleri, çok daha güncel ve dinamik bir halde sahneliyorlar. Her sezon mutlaka bir özel tiyatroda sahneye çıkıyorum. Son senelerde "Bu tiyatro ölüyor mu, öldü mü?" gibi bir sürü saçma sapan, hiç de gerçekliği olmayan söylemler ortaya atılıyor. Halbuki, görüyorsunuz ki, her yerde daha da genişliyor, daha da büyüyor. Sadece misyonları farklı. Hepsine çok ihtiyacımız var. O apartman dairelerinde 15-20 kişiye oynayan arkadaşlarımıza da çok ihtiyaçlarımız var, çünkü bazı oyunlar da o platformlarda güzel oluyor. Kubilay Tunçer: Benim görüşüm burada çok açık. Yıllardır söylüyorum. Ben gelişmelerden çok mutluyum, tiyatro iyi, güzel ama sezon kısa. Türkiye'de tiyatro sezonu 12 aya çıkmadığı müddetçe ben hiçbir şey kabul etmiyorum. Olumlu gelişmeleri de kabul etmiyorum. Adliye 12 ay açık, hastane 12 ay açık, postane 12 ay açık, tiyatro 6 ay açık... 6 ay kapanabilirse, topyekun kapansın. Öyle şey mi olur! Bir de bu böyle don lastiği gibi bir şey oldu. Eskiden hatırlıyorum, benim çocukluğumda tiyatro sezonu haziranın sonunda biterdi, eylülün ortasında da açılmış olurdu. Şimdi nisan ortasında bitiyor, ekim sonuna kadar hiçbir şey olmuyor. Ben bu konuda çok dertliyim. Niteliği konuşmadan evvel niceliği konuşmamız lazım. Türkiye'deki tiyatronun mezurası yanlış. Önce bu mezura işini düzeltelim, sonra içeriğe bakarız. 4f66bb41-c6d3-48cb-82e7-d2f7f6f6a343 HAYVAN HAKLARINA SAYGI DUYMAK VİCDANİ BİR GÖREV Hayvan haklarıyla ilgili de yıllardır çalışıyorsunuz. Bu konuda bir mesajınız var mı? Özge Özder: Herkes hayvan sevmek zorunda değil, ama hayvan haklarına saygı duymak bir kere vicdani bir görev. Üstüne üstlük bizler vicdanlı, ahlaklı, inançlı bir toplum olmakla çok övünen bir ülkenin vatandaşlarıyız. Nasıl oluyor da hâlâ şiddet görüntülerinin bu kadar yoğun olduğu bir kulvarda, hâlâ bir doğru düzgün yasa çıkaramıyoruz? Belediyeler de maalesef sokak hayvanlarına saygıyla yaklaşamıyorlar. Ya işimize gelmiyor ya da gerçekten bu konuyla ilgilenmiyoruz. Şimdi insan tarafından bakalım. Bir kere araştırmalar şunu söylüyor. Seri katiller, çocuk tecavüzcüleri, şiddet eğilimli insanların ilk olarak hedefleri hayvana yönelik... Çünkü, konuşamadığı için kendisini orada deniyor. Siz aslında hayvana şiddet gösteren bir insana ceza verdiğiniz zaman, ileride tecavüzcü ya da kadına şiddet uygulayacak birine daha baştan "Dur" demiş oluyorsunuz. Biz vicdan sahipleri açısından bakalım, yıllardır şunu okuyorum, "Biz artık kendi adaletimizi kendimiz arayacağız." Adam biliyor ki, sokakta bir vatandaş, bir hayvana şiddet gösterdiği zaman şikayet edince, bunun cezası yok. İnsanlar artık birbirlerine saldırmaya ve kendi adaletlerini kendileri aramaya başlar hale gelecek. Bu çok tehlikeli bir şey. Siz insanların vicdanını rahatlamazsanız adaletinizle, oradan mutlaka suç unsuru çıkacak. Vicdanlı kişiyi buna iteliyorsunuz. Bu da çok sakat bir durum. Yıllardır bekliyoruz ve yıllardır düzelmiyor. Biz olan yasanın, hayvana şiddete hapis cezası gelmesiyle korunması gerektiğini düşünüyoruz. Kubilay Tunçer: Beni rahatsız eden bir kısım var bu konuyla ilgili. Arkadaşlarım mesela hayvan hakları konusunda aktif çalışıyorlar, sonra çıkıp birileri diyor ki, "Ya siz sokak hayvanlarıyla uğraşıyorsunuz, sokak çocukları da var." Ben de diyorum ki, "E birader, sen de sokak çocuklarıyla uğraş." Sen emeğini başka bir şeye vermek istiyorsan, buyur ver. Engel olan yok ki? Niye insanların iyilik yapmasına burun kıvırıyorsun? Bu kadar büyük mağrurluk olabilir mi? Çok tuhaf hakikatten. SİHİRBAZLIK VERİMLİ BİR DÖNEM YAŞIYOR Mandrake, Sermet Erkin, David Copperfield'ın ekranlarda sık sık görüldüğü dönemler bitti mi? Talep mi yok artık? Kubilay Tunçer: YouTube devrimiyle beraber, sahne sanatlarında en çok vites artıran sihirbazlık oldu. Kimler kimler çıktı canım... Burak Kıvanç, Enver, Aref çıktı... Bizi sulu götürüp, susuz getirecek muhteşem adamlar ve kadınlar var. Ama o dönemin başka bir ruhu vardı, o doğru. O dönem, tiptop giyinip Emel Sayın konserine gittiğimiz dönem... Yani, bir şey seyretmenin toplam paketinin törensel yaşandığı bir dönemdi. Çok değerli insanlardı onlar. Sermet Ağabey hâlâ aktif olarak gösteri yapıyor, Mandrake'yi kaybettik bir iki sene önce. Şimdi ise verimli bir dönem yaşanıyor. Kurgu: Korhan Topçuoğlu 338c78bb-abba-4489-bd31-debe337fee21