Röportaj: Nil Soysal Lütfen Beni Öldür, Hakan Karahan'ın 8. romanı. Baştan söylüyorum; sürpriz sonu ile çok etkileyici bir roman. Acayip şaşırtıcı. Ama sanırım şaşırtmak onun yapısında var. 21 yıl finans sektöründe üst düzey yöneticilik yapıp, ani bir kararla kaç kişi hayatını değiştirir ki? Aynı anda hem oyuncu hem yazar hem de profesyonel sporcu olan kaç kişi tanıyoruz ki? Roman bahane, mesaj şahane olmuş bence… Aslında ben bu romanın içinde üzerinde konuşmak istediğim konuları kendi kendime tartışmak istedim. Dolayısıyla bunların üzerinde düşünecek olan okurlara da gene kendi içlerinden bir mesaj gelecektir. Beni istediğim amaca ulaştırdığı gibi, okuru da belki istediği amaca ulaştıracak, en azından bir beyin egzersizi yapmasını sağlayacaktır. O nedenle saptamanız da şahane bence! hakankarahankitapEn çok ne üzerine konuşmak isterdiniz? Aşk! Çünkü ben hiç aşk hikayesi yazmadım bugüne kadar. Ama benim için önemli olan o aşkın cinsiyet ayırt etmeksizin iki varlık arasında olması. Sonra kendi yetiştirilişimiz… 1929 doğumlu baba.. 1937 doğumlu anne ve o jenerasyonun örflerle, adetlerle, komşularla, toplum baskısı içinde yetiştirilmiş bir memur çocuğu olarak 60 yaşına merdiven dayamış olan bendeki yansıması. Örf ve adetleri nasıl görüyorum? Nereye kadar takıyorum? Nereye kadar takmıyorum? Nereye kadar benim için önemli değil?... Böyle böyle konuşmak istediğim ne varsa alt alta bir dosya kağıdına sıralamaya başladım. Sonra vicdan hakkında konuşmak istedim. Zaten 2002’den bu yana vicdan, merhamet ve yalan üzerine çok fazla düşünüyorum. Öyle mi?... Neden? Türkiye zor bir süreçten geçiyor ve her duyarlı vatandaş gibi ben de bu süreçten etkileniyorum. Her ne kadar kitabın içinde siyasi bir şey yok desem de, ucundan değiniyorum. Çünkü bir tarafta dinden bahsederken, öbür tarafta siyasetten bahsetmemek olmaz. Bir tarafta ölümden bahsederken, diğer tarafta dinden bahsetmemek olmaz. Gene ölümden bahsedip, siyasetten bahsetmemek olmaz. Bireysel özgürlükleri ve toplum baskısını sorgularken, yine siyaseti yok saymak olmaz. Sonra para hakkında konuşmak istedim. Çünkü ben tam 21 yıl Sabancı grubunun muhtelif şirketlerinde para idare ettim. Ama bordroda maaşımın ne kadarı vergi olarak kesiliyor da cebime bürütten ne geliyor haberim olmadı. Buna rağmen 400 bin müşteriye ait trilyonluk portföyler yönettim. Bu paranın insanı nasıl değiştirip, nasıl değiştiremeyeceği hakkında konuşmak istedim. Biz romana dönelim bence… Sorguladığınız ne varsa Ejder ve Cahide’nin hikayesinde ete kemiğe bürünmüş. Ama ortaya da film tadında bir aşk hikayesi çıkmış! Ben ilkokuldan lise sona kadar tek başıma, odamdan çıkmadan kitap okuduğum için bugün 11 kitap yazabilmiş bir insanım. Boş vakitlerimde devamlı sinemaya gittiğim için, sinema hayranı olduğum için hobilerini mesleğe dönüştürebilmiş bir insanım. Okumak bir insanı yazar yapar mı? Yapar. Sonuçta bunu bana benzeyen, ama benden çok daha kuvvetli, hatta olmak istediğim ben gibi bir, hatta iki kişi arasında ete kemiğe büründürmek istedim: Ejder ve Cahide. Psikoloji ve felsefeye çok meraklı olduğum için Cahide’yi daha felsefi, Ejder’i ise bir rehbere ihtiyacı olan ve çok yalnız yapmak işime geldi. 1988’den beri siyah kuşak aikidocuyum. Zaten kitabını yazdım. Dedim ki; bir uzak doğu sporuna çevireyim, ama aikido olmasın. Dr. Chang karakteri ile arkasında büyük bir felsefe yatan kung fu’ya doğru çevirmek istedim. Bu insanların gelişimini tamamlamaları için hayatları başka şehirlerde geçmeli. En iyi bildiğim şehirler İstanbul dışında Miami. Niye? Çünkü Miami Üniversitesi mezunuyum. E tabii ki Miami’de geçsin. Böyle satranç gibi etap etap kitap kendini dizayn etmeye başladı. Sonra da zaten kaptırdım kendimi, hikayeye teslim oldum. [old_news_related_template title="Haftanın Kitapları" desc="" image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads//2018/03/iecrop/haftanin-kitaplari_16_9_1520734312.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/haftanin-kitaplari-109/"]