Can Yücel, 1965 seçimlerinden önce Türkiye İşçi Partisi adına bir konuşma yapmak için radyo programına katılmıştı. O programın kaydı Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı'nca yayınlandı. Yücel, konuşmasında ismi Hürmüz, soy ismi Tako olan 8 yaşındaki bir çocuğun yaşadıklarından yola çıkıp, Türkiye'de çocuklara yaklaşım tarzını değerlendirmişti. İşte, Yücel'in o konuşması... "Sevgili Yurttaşlarım, Şimdi size okuduğum belge, sekiz yaşındaki, Tako adlı kardeşimizin polisteki eşkâl kâğıdıdır. Tako, bugün Türkiye’de kaldırıma düşmüş, toplumun koruyucu elinden ırak, çoğu da suçlu, dört yüz elli bin Türk çocuğundan biridir. Elinden tutacak kimi kimsesi yoktur ama hırsızlık ederken yakayı ele verdiğinde, Tako’yu kolundan tutup cezaevinin sübyan koğuşuna atacak bir hükümeti vardır. Tako’nun doğum tarihi vardır ama insan gibi yaşadığı yoktur. Tako’nun sabıkası vardır ama geleceği yoktur. Tako’nun onu seven bir atası vardır, Tako’nun “Halkın öğretimi ve eğitimini sağlama, devletin başta gelen ödevlerindendir” diyen bir anayasası vardır ama Tako’ya babalık edecek devlet babası yoktur. Kardeşlerim, Eskiler “Çocuktan al haberi!” demiş. Biz de çocuktan, Tako’dan alıyoruz memleket haberini. Çocuk Bayramı’nı, Sayın İnönü’nün 1943’de söylediği gibi, Millî Hâkimiyet, Ulusal Egemenlik Bayramıyla birleştirmemiz bir tesadüf değildir. Birleşik Amerika’ya verilen üslerle ulusal egemenlik sarsıntılar geçirirken, Tako da ya sübyan koğuşunda ya da köprü altında kutlayacaktır elbet çocuk bayramını. Büyükleri, gelecek denen umut kasamızı zorlarlarken, Tako’nun oyuncağı da maymuncuktan başka ne olabilir ki? Kardeşlerim, Memleket çocukları arasında bir de nöker çocukları var. Doğu köylerinde süregelen yaygın bir kölelik düzenidir bu. Köle demezler de nöker derler, parayla satılan bu insanlara. Nöker çocukları, fukara çocuklar, kimsesizler anadan doğma nöker sayılırlar. Nöker çocuklarına da köle gözüyle bakılır. Genellikle ahırda yatar kalkarlar. Yatakları yüzsüz yorgan, eski bir hasırdır. Urbalarını açmaz, çarık çoraplarıyla girerler yatağa. Gecenin her saatinde tetik olmaları gerekir. Yazları güneşi dağların ardında görürler. Yemeklerini ahırda yerler. Ev halkı yemek yerken nöker el pençe divan durur. — Su getir. — Kapıya bak. — Köpek niye havladı? — Ahırda bir ses var. Yemek bittikten sonra sofranın artıkları verilir nökere. Onu da bir rahatça yiyemez. — Uyuzlu danaları çimdirdin mi? — Atın yarasını yıkadın mı? — Mor inek kaç güne doğar? — Yıkık yerini yaptın mı samanlığın? Yurttaşlarım, Biz de altına devletimizin de imza koyduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Beyannamesi’ne soralım bakalım, ne diyor bu işe: Diyor ki, “Çocuk ihmal, zulüm ve istismarın bütün şekillerine karşı korunacaktır. Çocuk herhangi bir şekilde ticaret metaı olamaz.” Evet. Bu güzelim topraklar üstünde gülüp oynamaya doğmuş körpecik çocukların ticaret metaı haline gelmesine göz yumanlar, toprak altındaki madenlerimizi, petrollerimizi yabancılara haydi haydi peşkeş çekeceklerdir. Kendi parçası, kendi kanından, kendi canından kopma vatan evlâtlarına hayrı dokunmayanların memlekete ne hayrı dokunabilir ki? Bir tek hayırları varsa, o da bu adamlara denecek koskocaman bir “Hayır”dır. Dış politikası NATO’ya araç, ahlakı vur kaç, ekonomisi kapkaç olan partilerin, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmeyen devlet adamlarının yurdun yarını, ulusumuzun geleceği olan çocuklarla ne ilgisi olabilir ki? Amerikan Çocuk Hastalıkları Akademisi Başkanı Profesör Fişer, “Bugün Türkiye’de bir milyona yakın sakat çocuk olduğunu tahmin edebiliriz” diyor. Bu yurdu yönetenlerin sakat tutumuna, sâkim politikasına bu bir milyon çolak, kambur, kör, kötürüm, sağır, dilsiz, topal, sakat çocuktan daha sağlam kanıt, delil olabilir mi? “Kalkınıyoruz, kalkındık, malkındık” diye her palavra savuruşlarında, bu bir milyon sakat çocuk, “yalan” diye bağırıyor yüzlerine. Çünkü onların başlarını çıkarlarının masasından kaldıracak vakitleri yok ki, bu yurdu kalkındırabilsinler. Kendi koltuklarından başka bir şey düşünmeyenlerin sözüm ona donattığı okullarda bir lokmacık çocuklar bir sıraya tabii beş kişi oturacak, tabii sabahtan akşama kadar bir on beş santimlik yere çakılacaklardır. Kentlerimizde çocuklarımız viraneliklerde, çöplüklerde günlerini gâvur ediyorlarsa, yurdu milyonerler için bir Hilton parseli, lüks otel arsası belleyenlerin hesabında halk çocuğu için çiçek bahçesine, çocuk bahçesine yer olamaz da, ondan. Halkın yuvasını yapanlar işçi çocukları için yuva kurarlar mı hiç? Kardeşlerim, İşçi Partisine kızıl diye lâf atanlar Erzurum’da yavrularımızın kızıldan, kızamıktan kırılması karşısında kıllarını bile kıpırdatmamış olanlardır. Canlarım, İşçi Partisi’ne “Camilerin kapısına kilit takacaklar” diye çirkef atanlar, her doğan bin çocuktan yüz altmış beş tanesinin süt bebesiyken ölüp gitmesi karşısında vurdumduymazlık eden Allahsızlardır. İşçi Partisi’ne, “Dükkânınızı, evinizi, barkınızı, bir avuçluk tarlanızı elinizden alacak” diye leke sürmeye kalkışanlar halkın eğitimi için tek toplu çare olan köy enstitülerini halkın elinden alıp, kapatanlardır." [old_news_related_template title="Işığın destancısı Yaşar Kemal'i özlemle anıyoruz..." desc="Türkçe edebiyatın devi Yaşar Kemal, bundan 3 yıl önce hayata gözlerini yumdu. Işığın destancısını, özlemle anıyoruz..." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads//2018/02/iecrop/yasarkemalmansetkapak714x402_16_9_1519802730.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/isigin-destancisi-yasar-kemali-ozlemle-aniyoruz/"]