Üç farklı kadını, üç farklı karakteri canlandırıyorsunuz Yutmak'ta. Nasıl gidiyor oyun? Merve Dizdar: Çok iyi gidiyor. Kurtuluş, özgürlük eksenli. Çok anlatınca sihri bozulabiliyor. Ece Dizdar: Oyunumuz ikinci sezonunda. Kapalı gişe oynuyoruz. Geçtiğimiz Şubat ayında prömiyer yapmıştık. Güzel bir uyum yakaladık. Haftada iki kez seyircimizle buluşuyoruz. Üç benzemez, birbirlerine omuz vererek, hayatın içerisinde bir destek mekanizması kuruyorlar. Karakterler farklı olsa da, bir yerden sonra dayanışma gösteriyorlar. Bu üç kadın karakterin farklı hikayelerini sahnelemeye karar verirken, neler düşündünüz? İbrahim Çiçek: Bu benim ilk oyunum. Yola çıkarken de ilk hedefim bir kadın hikayesi anlatmaktan ziyade, bir insan hikayesi anlatmaktı. Üç tane çok iyi oyuncuyla çalışıyorum. İnsan hikayeleriyle çok ilgilendiğim bir dönemde, eşit oranda empati kurabileceğim üç karakterli bir oyun bulmak da şans oldu. Onlarla yoğun empati kurabilmek ve hayal gücüme izin vermekti amacım. Artık oyuncuların oyunu, ben izliyorum. Olanla olması gereken arasındaki çelişkiyi de değiniyor oyun. Karakterler de bunu yaşıyor. Sizin karakteriniz de özgürleşme süreci içerisinde gel gitler yaşıyor. Terk edilen bir karakteri canlandırıyorsunuz. Gündelik hayatla ne kadar paralel? Başak Daşman: Benim karakterim aşk acısından ziyade var olma acısı çekiyor. Aşık olduğunu zannedip birinin peşinden giderken, kendi varlığını bulamamış. Çektiği acı bu aslında. Toplumsal baktığımızda kafam karışık biraz. Üzerinde hâlâ konuşuyor olmamamız gerektiği konular hakkında konuşuyoruz. Bu beni ahlaki ve entelektüel anlamda üzüyor. O durumda ne diyeceğimi bilemiyorum. Bunları konuşmamamız gerekirdi. Şiddetten, kadın-erkek ayrımı gibi bir şeyden bahsetmiyor olmalıydık. Sürekli kalbim kırık bu yüzden. Böyle bir dünyada yaşamıyor olmam gerekirdi diye düşünüyorum, ama böyle oldu. İnşallah çocuklarımız benim inandığım bir dünyada yaşıyor olmalılar. E.D.: Bunun böyle olmadığı hiçbir dönem de olmadı zaten insanlık tarihinde. B.D.: İsveç, Finlandiya, Danimarka gibi ülkelerde eskiden Vikingler, barbarlar vardı. Onların anayasısını düşünüyorum. Biz ise Mevlana ve Yunus Emre'den bu noktaya geldik. Anlam vermek mümkün değil gerçekten. Ne olduysa yolda ya da ne olmadıysa! img_8806 ÜÇ KARAKTER DE VAR OLMA SAVAŞI VERİYOR Sam'in savaşı biraz daha farklı. Bedeniyle bir savaş halinde. Kendisini erkek hissediyor. Size nasıl bir deneyim edindirdi bu karakteri canlandırmak? M.D.: Okuduğum metin üzerinden yola çıktım. Böyle bir durum var ve zaten gerçek. Sadece daha fazla düşünmeme sebep oldu Sam. Neleri düşündünüz? M.D.: İnsanların birbirini olduğu gibi kabul etmemesi, saygı duymaması... Hep böyle yaşıyoruz da. Şimdi işin içine girince, çok can sıkıcı bir durum olduğunu düşünüyorum. İnsan nefes alamaz böyle bir durumda. Şu anda da hepimiz farklı şeyler yaşıyoruz. Üç karakter de bu anlamda muhteşem bir var olma savaşı veriyor ve bence var oluyor da. Daha çok içsel şeylere yoğunlaşıyor insan. Var olma savaşındaki başarının anahtarını da veriyor oyun... Oyunu izleyenler yaşadıkları sıkıntıları aşma noktasında oyunun etkili olduğunu söylüyorlar mı? E.D.: Elbette, hem üç hikayenin birlikte örülmüş sinerjisiyle, hem de tek tek karakterlerin bir tanesiyle bağlantı kuruyorlar. Kendilerini özdeşleştirip bir açılmaya gidebiliyorlar. Hem sosyal medyadan, hem oyun çıkışı bizimle konuşuyorlar. Metinde bunun olduğuna yüzde yüz emindim. İbrahim'in rejisi ve bizim çabamızla bunun seyirciye ulaşıyor olması mutluluk verici. Bunu keyifle ve sindirerek yaşıyoruz. Metne tamamen sadık mı kaldınız? Yoksa farklılaştırdığınız yerler oldu mu? İ.Ç.: Metin tek parçadan oluşan, rejiye hiçbir söz söylememiş bir metin. Yazar oyunu dümdüz yazmış ve başına da 'istediğiniz gibi hayal edin' diye not düşmüş. Ben provaya girmeden önce üç ay kadar metne çalıştım. Yapmaya çalıştığım şey metnin müziğini duymaktı. Ben üç tane kadın hikayesine yanaşmaya çalıştım. Metni nasıl hissederim ve nasıl dürüst davranabilirim bu insanlara diye düşünerek başladım. Oyunu 20'ye böldüm. İlk aklıma gelen şey üç karakterin çok karanlıkta kaldığıydı ve hayatlarının renklenmesi gerektiğiydi. Bunun üzerine boya fikri geldi. Beyaz olan her şey beni çok rahatsız ediyor. Gerçek bulmuyorum beyazı. Beyazı renklendirmeyi seçtim. ecedizdar 'BÖYLE BİR DÜNYADA YAŞAMAMIZ GEREKİYORDU' Bahsettiğiniz Mevlana ve Yunus Emre gibi değerlerin yanı sıra, çok önemli bir kadın hareketi de var Türkiye'de. Bu oyun, bu hareketin bir parçası olması adına sizi daha fazla motive etti mi? B.D.: Kadın hareketinden bahsetmediğimiz bir dünyada yaşamamız gerekiyordu. Ama ne yazık ki yaşıyoruz... B.D.: İncitici olan bu. Kadınla erkek biyolojik olarak farklı ama onun dışında zeka, güç gibi durumlarda eşitler. Ama öyle görülmediği için de böyle sonuçlarla karşılaşıyoruz. Sürekli birilerinin incitildiği, darp edildiği, öldürüldüğü, aşağılandığı... Bütün inanç sistemlerinde öyle. Sigara içip içilmediğinde bile böyle. Birilerini aşağılamak için her fırsatı kollayan bir uygarlıkla karşı karşıyayız. Sadece bu ülke nezdinde de değil. Daha gelişmiş ülkeler var tabii, ama bizde böyle. Biz de her fırsatı değerlendiriyoruz. Kadınlar da yüzyılların getirdiği baskılamayla, dik durup karşı karşıya gelmek yerine farklı yollar da seçmek durumunda kalıyor. Kadın aynı zamanda anne, bir şeylerin kollayıcısı, yok edici olmaktan ziyade hayatta tutucu bir varlık. O yüzden bu yolda bu konuma düştü ne yazık ki. Konuşmaktan hoşlanmasak da, bir yerlerde kollanması, korunması gereken kadınlar varsa, onlarla bir araya gelmeye devam edeceğiz. mervedizdar Sizin canlandırdığınız karakter, 'dışarısı'yla ilişkisini kesiyor. Son zamanlarda çoğu kişinin yaşadığı bir durum. Dışarısı artık her an bizi yutabiliyor. E.D.: Benim karakterim Rebecca ve Sam'den bir tık ayrılıyor. Bu karakterler aslında bireysel sıkıntılar yaşıyorlar. Benim karakterim Anna ise kadın ve erkek cinsiyetinden bağımsız olarak insana dair bir varoluş çabası veriyor. B.D.: Aynı şeyleri bir erkek de yaşayabilirdi. E.D.: Vodafone Park'ın önünden geçerken düşündüm. Oradaki patlamanın birinci yılıydı. Biz prova sürecindeydik o yaşanırken. Hepimizi çok derinden etkilemişti. Benim evime 300 metre ileride ve her gün bindiğim sarı dolmuşlardan birisi havaya uçmuştu. Ben o dönem çok düşünmüştüm. Ne çabuk geçti. Anna, kendisini dışarıdan soyutlamak için değil, dışarıdaki acıya daha fazla katkıda bulunmamak için eve saklanıyor. Dışarıyı kendisinden sakınıyor. B.D.: Sürekli sistemden şikayet ediyoruz, her şey hakkında konuşuyoruz falan. Ama ihtiyacımız olmayan her şeyi alıyoruz. Bakıldığında bu tamamen toplumsal olan gelişmelerden soyutlanmak anlamına gelmiyor. Ama yettiği kadarı senin olabilir, fazlası değil. Her fazla alınan şey, bir yerde başkalarının acı çekmesi anlamına geliyor. Şikayet etmek yerine birazcık uyanık olup, öğrendiğimiz şeylere ayak uydurursak daha mutlu oluruz. Mesela tüketmek üzere kurulu bir şeye hizmet etmek yerine, üretip, gerekli olduğu kadarıyla yetinsek ortada sorun kalmaz. dasman 'YUTMAK' EN BÜYÜK KURTARICIM OLDU Patlamayla ilgili 'Çok çabuk geçti' dediniz. Bir kanıksama hali de var. Bu sizi nasıl etkiliyor? B.D.: Ben geçen sene hasta olmuştum o dönem. Benim için geçtiğini de düşünmüyorum. İnsanların tamamında da geçtiğini zannetmiyorum. Çünkü durduğumda, geçmişe nazaran daha az hayalimin olduğu, çok da fazla bir şey kurgulamadığımı, heyecanlandıracak şeylerle ilgili büyük planlar yapamadığımı fark ediyorum. Bunun sebebi de bu. Bu geçirdiğimiz süreç, bir şeylerin kıymetsizliğini, hayatta anlam doğurmak için yapılan onca şeyin, birileri için boşa bir çaba olduğunu gösteriyor. O yüzden bu kadar belirsiz, bu kadar dengesiz ve sevgisiz bir ortamda insan gelecekle ilgili çok büyük planlar kurmuyor. M.D.: Her yıl daha da kötü oluyor. Her şeye alışıyoruz. İnsanlar ölüyor. İki gün evde oturuyorsun, üçüncü gün yola çıkıyoruz. 'Yutmak', en büyük kurtarıcım oldu. İyi ki prova yapıyorduk. Bir yerde alışmak da bize bahşedilmiş. Bu oyun provası hayatımı kurtardı diyebilirim her anlamda. Şimdi bile iş yapınca bir şeyleri unutabiliyorum. İlk oyununu sergileyen bir yönetmen ne düşünür bu durumda? İ.Ç.: Özellikle bir şehre ve ülkeye indirgeyerek hayatı yaşayan bir insan değilim. Benim mücadelem çok bireysel. Bir var olma çabası. Rejisör olarak, rejinin önde olmadığı, hikayenin önde olduğu oyunları seçmem bu yüzden. Ben sanatı dürüstçe yapabildiğim ölçüde bir şeyleri kanıksamadığımı düşünüyorum. Büyük söz söylemekle ilgilenmiyorum. Yaptığım kadarım. Bombalar patlıyor ve ben oyun yapıyorum. Ama bir şekilde hayat devam ediyor. En azından bomba patlatmıyorum, sanat yapıyorum. Fotoğraflar: Mustafa Kızgınyürek