Filmin açılışından başlamak istiyorum. Tahsin Dantellioğlu, şantiye içerisinde rahat bir yere uzanmış ve kafa dinlemeye çalışıyor. Tam da İstanbul'da keyif yapamayacağımızı gösteriyor sanki... Öyle anları yakalamaya çalışıyorum Tahsin gibi... Çünkü ihtiyacımız var hepimizin hayal kurmalara, kendimizi unutup biraz uzaklaşmaya... Gidilebildiği kadar, 3 dakika 5 dakika. Birisi seni dürtene kadar tabii Tahsin'de olduğu gibi... Tahsin kafayı büyük kaçışa takmış tabi. Bir söyleşinizde "Absürt olsa da rolü gerçekçi oynamaya çalışıyorum" demiştiniz. Bu filmdeki Tahsin de tam olarak böyle denilebilir mi? İkisinin karışımı aslında. Hem absürt olan bir şeyin içinde gerçekliği, hem gerçeklik olan bir şeyin içinde absürtlüğü tarz olarak koymayı seviyorum. O zaman seyirciyi dürtmüş oluyorsun. Beklemediği yerden vurmak gibi... Mutlaka işin içinde komedi olsun. Sıkıcı bir şeyi anlatırken bile biraz eğlenceli olmakta fayda var. Çünkü günümüzde hepimizin kafası 1500 olmuş. Bir 500 daha atıp, 2000 yapmaya lüzum yok. Ben oradan ne kadar alırsam daha iyi, yüklemektense... Tahsin'in kentte yaşadığı zorluklarla sizin yaşadığınız zorluklar arasında paralellik var mı? Var... Hatta ben iyi ki bu Tahsin'i oynamışım, bu rol gelmiş. Ben de ayağımı denk aldım. Hepimizin planları var. Seyirciye "Bak bakalım, oluyor mu? Öyle kolay mı bunu yapmak?" diyor Tahsin. Hepimiz işin fantezi tarafındayız. Ne gibi? Hayal kurmak başka bir şey, çünkü o emek ister, öncesinde plan program ister, strateji ister. Senaryoda da geçtiği gibi... Ancak fantezi biraz uçuk, ayakları yere basmayan bir şey. Biz ikisini karıştırıyoruz bence. "Ege'de bir balıkçı kasabasında kafe açmak" hayal değil. O senin bir fantezin. Ama hayalini gerçekleştirmek için çaba lazım, emek lazım. O da uzun bir mesai istiyor. son-cikis-3 FANTEZİ YAPIP BODRUM'A GİDENLER GERİ DÖNÜYOR Mümkün mü peki bu? Film sanki mümkün olmadığını da söylüyor... Film bu hareketle mümkün olmadığını söylüyor. Tabii mümkün. Ben dedim ya, bu senenin en büyük hediyesi Tahsin ve bu film oldu. Bana çok şey kattı, gösterdi. Gerçekten ben de Deniz olarak Tahsin'in düştüğü bu duruma düştüm. Çağımızın derdi, sıkıntısı bu: "Gidelim, kaçalım..." Olduğumuz yerden mutsuz olma hali. Bu bana nasıl yapılmaması ve yapılacaksa ne yapmak lazım sorgulamasını getirdi. Yaptık da bir şey. Buradan gitmeden, önce Kadıköy'den taşındım. "Bu iş burada olmaz" dedim. Burası keşmekeş oldu. Kim kimdir belli değil. Bir tekinsiz buralar. Kendini dinlemek için buradan çıkmak lazım diye düşündüm. Selimiye'ye gittim, Üsküdar'a... Burasının dibi ama kimse bilmiyor. İyi ki de bilmiyor. Öyle bomboş durmuş. Orada bir mekan açtık. Bir kitap kafe... Hem büyüklerle, hem çocuklarla etkinlikler yapıyoruz. Bir sürü şey yapacağız orada. E, şimdi oluyor mu? Oluyor... Herkes de dedi ki, "Olmaz bu iş, yapma, Selimiye burası." Dedik ki, "Olacak..." İşte, hayal böyle bir şey. Sen görüyorsun olacağını. Biz mutluyuz. Fanteziyle olmuyor. Fantezi yapıp Bodrum'a gidenlerin hepsi dönüyor ya da orada yanmaya devam ediyorlar cayır cayır. Twitter'da çok ilgi gören bir tweet vardı geçenlerde... "İş stresini azaltmak için ne yapmak lazım?" diye sormuş bir kullanıcı, diğeri de "İstifa" diye cevap vermiş. Çok iyi işlerimiz, çok iyi kazançlarımız da olsa kitlesel bir mutsuzluk hali var. Mutluluk nasıl mümkün olur sence? Bir reçete canlanıyor mu kafanda? Yani bu soru zor, derin... Tabii olur, niye olmasın? Bunun cevabı da yola çıkıldıktan sonra görülecek bir şey. Biz böyle hazırcevabız da aslında. Filmin sonunda bazen şöyle şeyler soruyorlar: "Tamam da, nereye gitti Tahsin, döndü mü İstanbul'a, orasını niye öyle bıraktınız?" Ya işte orasını sen düşün diye bırakıldı o boşluk. Bir reçete yok. Başladıktan sonra zaten adım adım yolun yarısına vardığında bir ışık görüyor olacaksın. O yolculuğa çıkmak için varacağın yerin fotoğrafına ihtiyacın yok. Çık sen, o fotoğraf yolda gelecek. basliksiz-4 BİRAZ DAHA UYANIK OLMAK LAZIM Filmde şantiyelerin olduğu yerlerde "Yaşamın başladığı doğru yerdesiniz" diye reklamlar da görülüyor, ama biz dışarıdan baktığımızda genellikle "Burada yaşanır mı?" diye soruyoruz. Bu tezatlığı nasıl görüyorsunuz? Orada duruyor. Biz koymadık onların hiçbirini. Orada vardı o, mekan bakmaya gidildiğinde, biz bunu kullanalım dedik. Evet, soruyorsun, "Burada yaşanır mı?" diyorsun, ama yazmışlar işte. Buna rağmen oralarda yaşamaya devam ediyor insanlar. Kandırılmak gibi de değil aslında... Herkes farkında ne yaptığının. Biraz daha uyanık olmak lazım. Bunu gerçekten ben mi istiyorum, yoksa burada yaşamaktan başka bir seçenek bırakılmıyor mu? Onu biraz sorguladıktan sonra bir çıkış yolu bulabilir insan. Siz sorguladığınızda ne düşündünüz? Bunu yaşaman için önüme atılmış bir şey olarak gördükten sonra, "Ben, kendim acaba bu etrafımı nasıl yaşanacak bir hale sokarım" diye bakıyorsun. Onu fark etmeyince çünkü hep sızlanıyorsun. Şikayet ediyorsun, "Orası da şöyle, burası da böyle" diye. Sen kalkıp değiştirmedikten sonra, oraları özellikle öyle yapıyorlar zaten. Sen kalkıp değiştireceksin, itiraz edeceksin ya da çözüm bulacaksın. Bu organik tarım meselesi de filmin dikkat çekici olgularından. "Gidelim, organik kafa yapalım" anlayışını nasıl görüyorsunuz? Bir kere çok büyük bir hareket... Bana mantıklı geliyor ama biraz uzak bir hayal. Ama zaten uzak olsa da şimdiden başlanması gerekiyor. "Organik tarım yapacağım" dediğinde, her şeyi bırakıp oraya gitmen lazım, filmdeki karakterde de görüyoruz. Orasını da bir ticarethane gibi işletmek zorundasın oturtana kadar. Gerçekten öyle bir şey yok. Bir gün otobüse bir bindin ya da arabana, ertesi gün bir indin organik tarım başladı, tavuklar, inekler... Filmlerdeki gibi. Bu yok tamam bunu istiyoruz ama ona biraz daha var. son-cikis-2 Bir slogan vardı "İnşaat ya Resullallah" diye... Bu inşaat fetişizmini nasıl görüyorsunuz? Bir yerden para kazanmaya çalışılıyor. Üretimimiz olmadığı için binalar yapıp, onları satmak istiyorlar ama bu sürdürülebilir bir şey değil. Bizim ülke olarak derhal teknoloji üretimine başlamamız lazım. Üretip bir kere satabileceğin bir şey günü kurtaracaktır. Hatta çok büyük krizlerde hepsi boş duruyor. Fikirtepe özellikle... 250 bin dolar verip yabancıları vatandaş yapmaya çalışıyorlar ama bunlar hep geçici çözümler. Kalıcı bir şey yapmak için biraz uzun vadeli projeler düşünmek lazım. Bir plak dükkanınız var, o nasıl gidiyor? O ticaret gibi değil de hobi merkez gibi... Ortağım Deniz Bayrak'la birlikte işlettiğimiz bir yer. Çok lükse kaçıyor plak. Ben evde plağımı, CD'mi, kasedimi dinliyorum. Onun bir piyasa haline gelip, beni ve ortağımı geçindirecek bir ekonomiye dönüşmesi zor. Plakların çok pahalı olması normal mi? Değil tabii... Avrupa'da 3-5-10-15 euro... 1990'larda plaklarla frizbi diye oynamışlar, çöpe atmışlar. Almanya'da, Avusturya'da herkes plaklarını tutuyor. Çok mal var Avrupa'da ucuza... Biz Avrupa'dan ithal etmeye çalıştığımızda aradaki matematiği kur işte. Gelişi, gidişi, KDV'si derken 3 euro'ya aldığın şeyi burada 100 liraya rafa koyman lazım ki, bunun da imkanı yok. Bir kitap için notlar alıyorum demiştiniz. Var mı yakın zamanda bir şey? Bu mekan bizi biraz sarstı. Çok zamanımızı ve enerjimizi verdiğimiz bir yer orası. Başta bir sekteye uğrarmış gibi oldu ama oturduktan sonra da toparlayıcı bir etki göstermeye başladı. Yeni yılın baharı gelmeden çıkacak onlar ortaya. Mekanı kullanmak gibi bir derdimiz vardı. Belki tek ya da iki kişilik performans organize etmenin vakti var ama çok az kaldı onlara da. son-cikis-1 İLERİDE DİZİCİLİK KALKACAK Bunun dışında var mı yeni projeler? Son dönemde hayatımda değişen şeyler oldu. Biraz sinema tarafına ağırlık vermeye başladım. Büyük konuşmayayım ama dizi yapmayacağım. Çok da izlenmiyor galiba... Gerçekten izlenmiyor artık. İzleyenler başka... Gençler izlemiyor ya da Türk dizilerini izlemiyorlar. Belki de sektörün iyileşmesi açısından iyi bir şey... İyi bir şey tabii. İleride bu dizicilik falan kalkacak. Herkesin kendi kanalı olacak. Ben çekeceğim diziyi, izleteceğim sponsor bulacağım. Emekleme dönemi ama çok az zaman kaldı. Sinema hiç ölmeyecek. Büyük ekran olsun, YouTube olsun, telefon ekranı olsun fark etmiyor. Değerli şeylerin yapılması ve ayakta kalması için sinema seyircisinden daha çok sahip çıkmasını istiyorum. Bizim Son Çıkış gibi filmi bütün Türkiye'de herkesin gözünün önüne getirebileceğimiz reklam bütçemiz yok. Bunların aranıp bulunması da gerekiyor. Seyirci arayıp bulacak. Arkalarda ne kalmış bakması, sahip çıkması, araması, sorması lazım.