Küçük ama tutkulu bir ekibin üzerinde 2 yıldır çalıştığı Merhaba Güzel Vatanım vizyona girdi. Senaryosunu Ahmet Ümit'in yazdığı film Nazım Hikmet ile Ahmet Ümit'in hayatındaki benzerlikleri konu alıyor. İki yazarın gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan filmde, Nazım Hikmet'in Moskova'ya uzanan yolculuğunun, Ahmet Ümit'in fırtınalı hayatı ve 1980'li yıllarda Moskova'ya gidişi üzerindeki etkileri anlatılıyor. Cengiz Özkarabekir'in yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerinde ise Yetkin Dikinciler, Serkan Altıntaş, Berna Laçin, Pelin Batu, Umut Başkırma, Levent Üzümcü, İskender Bağcılar ve Alper Türedi var. Ahmet Ümit ve Cengiz Özkarabekir’le sadece filmi değil “Umut”u da konuştum...
  ***** Özlem Gürses : Öncelikle kutluyorum, kimin fikri bu film ? Ahmet Ümit : Cengiz’le biz daha önce bir haber kanalında belgeseller ve programlar yaptık. O günden itibaren de Cengiz “ağabey senin hayatını belgesel yapalım diyordu” hep... Ben de dedim ki daha enteresan bir şey var aslında; yıllardır Türkiye’de devrimciler, sosyalistler Sovyetler Birliği yıkılmadan önce oraya gittiler ve orada Marksizm Leninizm, devrimcilik eğitimi aldılar. Kurtuluş Savaşından bu yana süren bir gelenekti bu. Orada sanatçılar da vardı ve onlardan en önemlisi Nazım Hikmet’ti tabii, defalarca gitmişti... Ben de gittim, 1986 – 87 yıllarında, darbeden sonra. Ve Nazım’ın da benim de hayatımızda bu, sanatımızı belirleme döneminde önemliydi. ÖG : Enteresan bir kesişme... AÜ : Nazım gitmeden önce şiir yazıyordu ama orada Cumhuriyet dönemi şiirinin önünü açan yeni şiir sesini buldu. Ben de oraya gittim, yazar olmaya karar verdim. “Gel bu hikayeyi yapalım” dedim Cengiz’e ve işte böyle başladı... ÖG : Sizin hikayenizi okuyucularımız bilmeyebilir... Kendinizi Rusya’da bulmanız nasıl bir hikaye, TKP’nin kurucu üyelerinden misiniz ? AÜ : Gençlik Örgütü’ndenim. 1960 doğumluyum. 12 Mart’tan çıkış, Mahir Çayan’ların öldürüldüğü günler, darbe bitti ve Türkiye’de yeni bir sol dalga başladı. Ben de 14 yaşındaydım ve Gaziantep’teyim... Solcu abilerimle, onların kitaplarıyla tanıştığım yıllar. Ve birdenbire kendimi sol hareketin içerisinde, hatta önünde buldum. Lisede öğrenci lideri olmuştum. Bu süreç İstanbul’a kadar devam etti. 18 yaşında Marmara Üniversitesi’ni kazandım. ÖG : Liseyi bitirebildiniz yani... AÜ : Sürgün oldum. Antep’te okuyamaz dediler, Atatürk Lisesi’ndeydim, bizi sürdüler ve Diyarbakır Ergani Lisesi’nde bitirmek durumunda kaldım liseyi. Sonrası İstanbul ve mücadeleye devam... Her gün eylemler, korsan mitingler... Sonuç; 12 Eylül darbesine yer altında direnmek ve sahte bir pasaportla 86-87 yıllarında Moskova’ya gitmek... ÖG : Kaç yaşındasınız o zaman ? AÜ : 25 filan... kızım da vardı. 21 yaşında baba olmuştum. ÖG : Devrimciliğin arasına aşk da girmişti yani ?
MOSKOVA’DA EN KORKUNÇ ŞEY HASRET...
Yazar Ahmet Ümit ve yönetmen Cengiz Özkarabekir, Özlem Gürses’in sorularını yanıtladı. Ahmet Ümit, Moskova günleri için “Moskova’da en korkunç şey hasret. En çok da güneşe hasret” ifadesini kullandı.
AÜ : Aşk olmadan devrimcilik olmaz ki ! Devrimcilik dediğimiz şey aslında bir tür aşk zaten. Nazım’ın şiirinde var; “delikanlım, iyi bak yıldızlara” diyor “belki onları bir daha göremezsin, yıldızlar ve senin kafan dünyanın en şahane yeridir...” Deniz Gezmiş’in en çok sevdiği şiirlerden biri... Bizim o dönemdeki devrimciliğimiz yoğun bir romantizmle birlikte yürüyen bir devrimcilik. Nazım’la ilgili yazılmış böyle bir kitap vardır hatta “Romantik Devrimci”. Çünkü onunla sosyalizmin ilişkisi son derece romantik bir ilişki... ÖG : İşin içinde Ahmet Ümit olunca filmde mutlaka bir katil de olur.. var mı ? AÜ : Valla cinayete teşebbüs çok yoğun biçimde var ! Polisler beni öldü diye bıraktılar biliyorsun, bıçaklandım... Nazım Hikmet’te defalarca ölümle burun buruna geldi. 1953’te kaçmasaydı, gitmeseydi Sabahattin Ali gibi öldürülecekti. Aslında doğrudan “cinayete teşebbüs”. ***** ÖG : Bu noktada Cengiz’e dönmek istiyorum. Nasıl bir film vardı kafanda ? Cengiz Özkarabekir : Tıpkı yazar gibi yönetmen de çekeceği şeyi sevmek durumunda. Ben Ahmet ağabey gibi o dönemleri yaşamadım ama 50 yaşına geldim ve kitaplar, filmler, belgeseller derken.. aslında ben de içinde sayılırım. Dolayısı ile hep ilgimi çeken 60’lar – 80’ler arasını çekmek istedim. Nazım, müthiş cesur bir adam. Ahmet ağabeye bakıyorum, o döneme bakıyorum, tanıdığım insanlara bakıyorum; karşımda çok cesur insanlar var. Ve tamamen bir fikre, bir ideale bağlanmış durumdalar. Kendilerini adamışlar ve hiç bir şeyden korkmuyorlar. Bugün böyle bir şey yok. Bu kadar inanmışlığın üzerine bir film çekmek çok keyifliydi benim için. Ahmet Ümit senaryosunu yazdı ama sonuçta resmi, videoyu, görseli esas alarak haftalarca birlikte çalıştık... ÖG : Nasıl akıyor film ? İki paralel hikaye gibi mi yoksa geriye dönüşlerle mi ? CÖ : Filmde geriye dönüşlü geçişler var... kolay iş değildi. Ama filmin bana çok çekici gelen şöyle bir tarafı var; filmi Nazım Hikmet anlatıyor. 1920’ler, 30’lar, 50’ler, 70’ler hatta 80’leri Nazım anlatıyor. Dolayısıyla matematiksel bir kurgu var filmde. Nazım Hikmet / Ahmet Ümit. Politika, Türkiye, Moskova, Moskova’ya gidiş geliş, parti çalışmaları, sanat çalışmaları. ÖG : Filmde çok güçlü oyuncular var, ama daha çok bir belgesel drama değil mi ? CÖ : Biz belgesel drama diye yola çıktık, ama senaryo ortaya bir çıktı, baktık iş filme dönüyor.. Mars Dağıtım dedi ki “ben bunu vizyonda da göstermek isterim.” Böylece uzun metrajlı bir film yaptık. Film kendi kendine büyüdü, inan. Hatta neredeyse imece usulü çektik. Mesela bilgisayar efektlerine ihtiyaç oldu, bazı firmalar gönüllü olarak bizi buldular... ÖG : Bir devrimcinin filmi de böyle çekilmeliydi ! CÖ : Aynen de öyle oldu ! Hatta bir baktık ki Ahmet ağabey ve ben yapımcı olmuşuz. Tüm destek verenlere gönülden teşekkürler... ÖG : Sonuçta bu filmi niye çektin ? CÖ : Uzun yıllardır bu tarz filmler çekilmiyor, birincisi bu. Cumhuriyet, kurtuluş, devrim yeterince anlatılmıyor... Eğer bu film buna vesile olacaksa ve belli bir kesimin de filmleri daha fazla yapılacaksa, bazı şeyler gün yüzüne çıkacaksa çok mutlu olurum. Bir de, gerçek hayattan yola çıkarak bir şey anlatmanın başka bir gücü var. Bugüne kadar 120 kadar belgesel yaptım. Hepsinden umut kalsın isterim... ÖG : Ahmet Ümit de umut dedi... CÖ : Nazım baş köşede olur da umut olmaz mı... Ahmet Ümit de eğer sanatla, edebiyatla buluşmamış olsaydı belki de bugün hayatta olmayacaktı... 13-14 yaşlarında çatışmanın ortasında. Ne kurtarıyor onu ? Kültür ve sanat. ÖG : Böylesi bir idealizmle yaşamış insanların toplumun bir kesimi tarafından hep vatan haini olarak ilan edilmesi sana da tuhaf gelmiyor mu ? Neyi eksik yapmış olabiliriz acaba ? CÖ : Filmde bir sahne var, ben onu fragmanda da kullandım. Nazım’ın orada söz ettiği şeyler bugün de aynen geçerli değil mi ? Nazım’a yıllarca vatan haini dediler, ama şimdi bütün siyasi partiler kampanyalarında onun şiirlerini okuyor. MHP Kongresinde, Saadet Partisi kongresinde, hep Nazım’ın şiirleri okunuyor... Hayat ona vatan haini diyenlerin hepsini tashih etti. Siyasiler, politik söylemler hepsi ortadan kalkar ve geriye sadece güzellik kalır. Dostoyevski’nin söylediği gibi “dünyayı güzellik kurtarır”. Burada da öyle, bizim işimiz güzellik. Bu film de o güzelliğin devamı... ÖG : Kaç kere izledin acaba filmi ? CÖ : Defalarca ! Şimdi tabi ben hep ekibimle izliyorum, en ufak bir hata olmasın diye... filmde tempo çok yüksek, geçişler kısa kısa... belki 20 defa izledik, yine de sıkılmadık dediler... ÖG : Müzik kimin ? CÖ : Sevgili Cem Erman yaptı. Daha önce hep film müzikleri yapmış değerli bir arkadaşım. Filmin süresi 99 dakika, içimize sindi. Yetkin Dikinciler Nazım’ı oynuyor, Sinan Altıntaş da Ahmet Ümit’i. Pelin Batu, Berna Laçin, Levent Üzümcü var. Bursa, Gaziantep, İstanbul ve Moskova’da çektik... Türkiye’de ve Avrupa’da 10 ülkede aynı anda vizyonda şu anda film. ****** ÖG : Filmdeki kesişme hayatın kendisinde de var değil mi, Nazım Hikmet’in etkisi yüksek sizde... AÜ : Hem de nasıl ! Benim ilk okuduğum sol kitaplardan biri “Memleketimden İnsan Manzaraları” Bunun için babamdan da bir tokat yedim mesela ! Abim tutuklanmıştı Hacettepe Üniversitesi’nde, “bir de sen de mi tutuklanacaksın ?” dedi. Adamcağız beni korumaya çalışıyordu. ÖG : Peki filmi yazarken ve çekerken hiç şöyle düşündünüz mü ? “Vaaay, Ahmet Ümit. Başına neler gelmiş neler oğlum senin ??”  AÜ : Gerçekten de filmi izlerken gözlerim doldu. Kendi hayatıma bakınca 3 bölüm görüyorum ben; 18 yaşına kadar Gaziantep, 18-30 yaş arası İstanbul, sonra Moskova ve yazarlık. Çok tehlikeli, çok acı dolu, çok riskli ve büyük hasretle dolu günler... bugün olsa yapamazdım inan. Sahte pasaportla gitmeler, yanınızda bir küçük çocuk, ölümler... “Umut” diye gidiyorsunuz. Hayatımda ilk defa uçağa Sofya’dan bindim ve üzerimde sahte pasaport var. Düşün, uçağım düşse, benim öldüğüm bilinmeyecek. O kadar trajik bir şey ki... Ama diğer yandan, bu tabii bir romancı için inanılmaz bir şey. Bütün bu birikim meğer bir romancıyı hazırlıyormuş. Hemingway’i düşün. Nazım aynı şekilde... ölümüne yaşamışlar. ÖG : İyi ettik mi acaba diye hiç düşündünüz mü ?
Filmde Yetkin Dikinciler Nazım Hikmet’i, Sinan Altıntaş da Ahmet Ümit’i oynuyor.
AÜ : İyi ettiğime eminim. İnsanın mutlaka hayatının bir anlamı olması lazım ve o anlam da başkalarını düşünmeden olmuyor. Ben şimdi çok tanınan bir yazarım, 28 dilde 83 kitabım yayınlandı, müthiş bir şey. Ama hayatın en güzel dönemleri hangisiydi dersen, çok fazla seçeneğim var söyleyebileceğim. O dönem de onlardan bir tanesi, çok renkli çok doyurucu bir dönemdi. Ama bugün yaşasaydım farklı yaşardım... mesela kızıma çok daha fazla zaman ayırırdım. Moskova’da en korkunç şey hasret. En çok da güneşe hasret ! Antep’te İstanbul’da hep güneş vardı, ben bir gittim oraya, hep gri. ÖG : Rejim de gri... AÜ : Maalesef. O renksiz bir sosyalizmdi. Bizim kafamızdaki “özgürlük, eşitlik ideali, cıvıl cıvıl herkesin kendi gibi olabildiği sosyalizm”. Moskova’da bir çok sorunu çözmüşler, tamam, ama benim hayalini kurduğum rejim o değildi... Onun için ben orada yazar olmaya karar verdim. ÖG : Moskova çok değişmiştir o günden bugüne... AÜ : Hem de nasıl ! Asıl trajik olan ne biliyor musun, senelerce devrimcileri okutan Marks Lenin Enstitüsü şimdi Finans ve Pazarlama Okulu ! Banker ve bankacıları yetiştiriyor. ÖG : Bu hikayeden bir şey geçecekse gençlere, ne geçsin istersiniz... ? AÜ : Bizim kuşakla kıyaslarsam, bizim “sorumluluklarımız” vardı, bugün gençlerin “hakları” var ! Eksik olan bir diğer şey de hepimizin yaşamak için ihtiyaç duyduğu “mana”. Bu “mana”nın yeryüzündeki tüm canlılarla kardeşçe yaşamaktan, insanın insanca yaşamasından başka bir anlamı yok. Mutluluk da buralarda bir yerde... Bence gençler bu manayı alabilir bu filmden. Bir de “umut.” ÖG : Umut... ne güzel kelime... AÜ : Nazım da ben de politikadan geliyoruz. Bu film şunu da soruyor, politika ve sanat... hangisi daha kapsayıcı, hangisi daha etkileyici, hangisi daha büyük anlamlar sunuyor ? En karanlık anlarda bile umudu kaybetmeyeceğiz. Bunu illa siyaset, politikayla anlamak şart değil. Ama bugün politik olarak da bugün Türkiye’de bir umut uyanıyor. Tüm baskıcı, despotik yapıya rağmen alttan alta bir umut deviniyor, çıkıyor, geliyor... Filmin adına “Merhaba Güzel Vatanım” dememizin sebebi de bu. Gerçekten de dünyanın en güzel vatanlarından biridir burası. Yeni bir Türkiye gelecek, kaçınılmaz bir şekilde bu doğacak, bunun nüvelerini görüyoruz. Sancılı olacak, uzun sürecek, direnecekler, eski Türkiye’yi savunanlar yenisi gelmesin diye her şeyi yapacaklar elbette. Ama doğacak... Bu filmde onu anlatıyoruz, en kötü koşullarda bile bir umut vardır ve eğer sen bunun için çabalarsan, emek harcarsan, mutlaka, eninde sonunda başarırsın... Olmadı, yeniden deneyeceğiz. Artık adı yine sosyalizm mi olur, güneş ülkesi mi olur, turuncular memleketi mi olur... bir şey olacak yani ! Bugün dünyanın haline bakın, Trump’a bakın, bizimkilere bakın, olmaz, insanlık bunlarla yürümez... zaman zaman akıl tutulması olur, 10 yıl, 15 yıl, 20 yıl. Hitler de geldi ve gitti. Bunlar da gidecekler ve yeniden daha iyi bir dönem başlayacak bence... Onun için umudu diri tutmamız lazım, bu filmleri yapmamız lazım.