Dile kolay, 50 yıllık bir zamanda hem kolkola hayatı yaşadılar hem de sanatlarını sürdürdüler. Artık günümüzde aşkların da evliliklerin de mevsimlik ömürleri olurken, onlar uzun yıllar mutluluklarını aynı güzellikte sürdürmeyi başardılar... "Bize her gün Sevgililer Günü" diyen Güzin-Erdal Özyağcılar çiftiyle, Arnavutköy sırtlarında, balkonu Boğaz manzaralı evlerinde buluştuk. Kahvelerimizi yudumlarken de Sevgililer Günü'nden evliliklerine, tiyatrodan televizyona ve Güzin Hanım'ın büyük bir heyecanla yazmaya devam ettiği romanına kadar her şeyi konuştuk... 14 Şubat Sevgililer Günü'yle ilgili neler söylemek istersiniz? E. Ö: Bize her gün Sevgililer Günü... G. Ö: Sadece 14 Şubat'ta değil, birbirini sevenler yılın her gününde birbirlerine aynı coşku ve saygıyı göstermelidir. Yılın bir gününde hediye almakla, yemeğe çıkmakla evlilikler de ömürlü olmuyor, beraberlikler de sağlıklı yürümüyor. E. Ö: Her şeye rağmen herkesin Sevgililer Günü'nü kutlamak istiyoruz. Sizinki yarım asırlık bir mutluluk. Bunun formülü nedir? E. Ö: Bu sorunun cevabını en iyi kadınlar verebilir. Bu yüzden söz Güzin Hanım'ındır. G.Ö: Şimdiki evlilikleri bazen evcilik oyunlarına benzetiyorum. Herkes için söylemiyorum ama yıldırım nikahıyla evlenip yıldırım hızıyla boşananların sayısı bir hayli fazla. Bizim zamanımızda ayrılmak için evlenilmezdi. Elbette benim de Erdal'ın da eksikleri vardır. Ancak biz eksiklerimizi birbirimizle tamamladık. Formül isteniyorsa, formül budur. Aşkı konuşalım mı? G. Ö: Aşk, elbette 50 yıl sürmüyor (gülüyor). E. Ö: Aşk daha sonra yerini sevgi ile dostluğa bırakıyor. Saygıyı yitirmeden sürdürüyoruz evliliğimizi. G. Ö: 50 yıl bizi bir bütün haline getirdi. Çocuklar ve torunlarla mutluluğumuz katlandı, şarap gibi tatlandı. Bu mutluluğun püf noktası ya da noktaları nedir? G. Ö: Birbirimizin özgürlük alanlarını hiçbir zaman kısıtlamadık. E. Ö: Güzin'in benimle, benim onunla paylaşmadığım zamanlar da olur. Birkaç günlüğüne tek başına kafa dinlemek isterim, karşı çıkmaz. O arkadaşlarıyla gider, ben karışmam. G. Ö: Çünkü, birbirimize olan güvenimiz tamdır. Biraz da tiyatroyu ve oyunları konuşalım... E.Ö: Tiyatro denilince kızımız Zeynep Özyağcılar geliyor aklımıza. Tiyatro Martı'yı kurarak bizi tekrar tiyatroya çekti. Güzin, Şehir Tiyatroları'ndan emekli olmuştu, ben de dizilerden dolayı tiyatrodan 17 yıl ayrı kalmıştım. Sağolsun Zeynep, kolları sıvayıp 5 yıl önce Tiyatro Martı'yı kurup, ilk olarak Uçlar oyununu sahneye koyunca biz de onun oyuncuları olduk. G. Ö: Uçlar'dan sonra Hoşgeldin Boyacı, Demir ve Kral adlı oyunlar geldi. Beş yıllık tiyatroda dört oyunumuz var ve hiçbiri kalkmadı, devam ediyor. Uçlar'da Zeynep, Hoşgeldin Boyacı'da Erdal ve Berna Laçin, Demir'de Zeynep'le ben, Kral'da da ben ve Erdal oynuyoruz. E. Ö: Ayda 10-15 oyunumuz perde açıyor. İzmir ve Ankara'ya çok gidiyoruz. Kral'ın ve Hoşgeldin Boyacı'nın turneleri olacak şimdi. Nisan ayında Hoşgeldin Boyacı'yı Gürcistan'a götüreceğiz. Ekim ayında 12 günlük bir Almanya turnemiz var. Bu arada Mahsun Kırmızıgül'le hazırladığım Mucize Aşk 2 filmimiz de mart ayında vizyona girecek. Tiyatromuzun zaman zaman krize girdiği söylenir. G. Ö: Dizilerin zirve yaptığı dönemde tiyatro epey sekteye uğramıştı, hem seyirci hem salon olarak. Ancak son yıllarda tiyatromuz inanılmaz bir atılım içinde bulunuyor. Hemen hemen bütün tiyatrolar seyirciyle doluyor. Bana kalırsa tiyatronun en büyük sorunu, oyun yazarı sıkıntısıdır. Türkiye'de ne yazık ki oyun yazarı yetişmiyor. Devletimiz yeni tiyatro salonları açarsa sanata büyük bir hizmet vermiş olur. Gelelim Kral oyununa... Erdal Bey, oyundaki Kral sizsiniz. Nasıl bir Kral'sınız? E. Ö: Kral oyunu, absürt tiyatroya güzel bir örnek oluşturuyor. Kral 1. Beranger, ölüm karşısında endişeleri olan, ölüp tahtı bırakmak niyetinde olmayan bir Kral. İki tane de hanımı var, yani kraliçesi. Konu 18. yüzyıl başlarında geçiyor. G. Ö: Kral'ın ilk eşi olan Kraliçe 1. Margarite'yı ben oynuyorum. Benim kumam olan bir genç kraliçe daha var. Hırpalanmış, sonu gelmiş bir monarşik yönetimi yansıtıyoruz. Kraliçe 1. Margarite, gerçeklerin farkında, Kraliyetin delikli gravyer peynirine döndüğünü görüyor. Kralın artık ölmesi gerektiğine de inanıyor. Kraliçe 1. Margarite, iktidarı eline geçirmek amacında. Oysa gerçek hayatta bir dönem kendinizi ikinci plana attınız ve eşiniz Erdal Bey'i desteklediniz... O süreç sizi zorlamadı mı? G. Ö: Zorlamadı, çünkü benim uğraşlarım daha önemliydi. Çocuklarla ilgileniyordum. En güzel oyunları oynayın, en büyük ödülleri alın, sonunda hepsi gelip geçiyor. Ancak kalıcı olan eseriniz çocuklarınız oluyor. Onları yetiştirmek en önemli görevdir. Şehir Tiyatroları'nda memur sanatçıydım ve sanatımdan hiç kopmadım. Ama dediğiniz gibi o dönem çocuklarım ve Erdal çok önemliydi. Sizinki büyük fedakarlık... G. Ö: Erdal, yeteneksiz bir oyuncu olsaydı o fedakarlığı asla göstermezdim. Bizim meslekte olan çiftlerin boşanma nedenlerinden biri de budur. Evde ego savaşları olur ve sonunda 'Ben daha önemli oyundaydım, sen daha önemsiz oyundaydın' kavgalarıyla da evlilik biter. Sanatçı evlilikleri genelde bu yüzden sona eriyor. Bizimkiler, Yabancı Damat ve Elveda Rumeli gibi efsane dizilerde oynadınız... E. Ö: Bunlar gerçekten de efsane dizilerdir. Yurt dışına en çok satışı olan diziler arasındadırlar. Bir süredir dizilerde duraklama dönemi yaşanıyor. Ekran yaz boz tahtası gibi, üçüncü dördüncü bölümde yayından kalkanlar oluyor. Onca emek, onca umut çöpe atılıyor. Bu yüzden dizi konusunda çok dikkatli olmak gerekiyor. Benim Harmandalı diye bir projem var. Ayvalık'ta geçen biraz Yabancı Damat biraz İki Yaka Bir İsmail tadında. Güzin Hanım, hayatınızı yazıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? G. Ö: Ben subay kızıyım. Bütün çocukluğum Anadolu'da geçti. Şimdi dönüp baktığım zaman neler yaşamışız, neler. Otobüs ve tren yolculukları, o dönemin zorlukları pek çok insana imkansız gelecektir ama ben yaşadım. Babam Seyfettin Koçalp'in hayatını da bu romanda okuyacaksınız. Anasız babasız tek başına bir çocuğun hayata tutunmasını, Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun oluşunu, Türk ordusuna katılmasını ve aile kurmasını öğreneceksiniz. Babamın en büyük dileği beni ve ablalarımı alıp, yıllar önce mezun olduğu Kuleli Askeri Lisesi'ni gezdirmekti, olmadı. Şimdi evimin balkonundan karşı yakadaki babacığımın mezun olduğu Kuleli'yi izliyorum, onu yadediyorum.