Yarattığı yapıtlar ve Batman, Superman gibi var olan karakterleri dönüştürdüğü hikayeleriyle hem çizgi roman dünyasında hem de Hollywood'da kendine özel bir yer edinen Frank Miller'ın Tom Wheeler ile birlikte yarattığı yeni projesi The Cursed, Netflix'te yayınlanmaya başladı. İngilizlerin efsanevi Excalibur kılıcı efsanesini kadın karakterin aracılığıyla aktaran ikili dizinin başrol oyuncularıyla sohbet ettik. Dizide Arthur'u canlandıran Devon Terrell, Weeping Monk karakterini canlandıran Daniel Sharman, Morgana'yı canlandıran Shalom Brune-Franklin ile birlikte Hollywood'un en başarılı oyuncularını barındıran Skarsgard ailesinin ferdi Gustaf Skarsgard'ı (kendisi Merlin karakterine can verdi) ve 13 Reasons Why isimli dizi ile şöhrete kavuşan Avustralyalı Katherine Langford, sorularımıza samimi yanıtlar verdi. Yiğit Can Kaytmaz: Bu projeye dahil olduğun anda neler hissettin? Devon Terrell: Beni heyecanlandıran bir projeydi bu. Daha önce hiç yapmadığım bir şeydi. Daha önce farklı bir ırktan birisi bu rolü üstlenmemişti ve çok heyecanlandım. Netflix, yönetmen ve senaristler beni çok destekledi. Sonuçta hepimiz üç aşağı beş yukarı hikayeyi biliyoruz ama bu hikayeyi çok değiştirdiler. Karakterlere derinlik kattılar. Daha önce de Barack Obama'yı canlandırdım ve insanların beklentilerine yanıt verdim. Dolayısıyla Arthur karakterinden ne beklendiğini biliyordum. Bu karakter ile ilgili bütün bilgileri ve detayları inceledim ve çok derinlemesine araştırma yaptım. YCK: Canlandırdığın Arthur karakteri de bazı zorluk yaşıyor ve dizi içerisinde gelişiyor. Gerçek hayattaki Devon ile Arthur arasında benzerlikler var mıdır? DT: Kesinlikle benzerlikler var. Ben bu karakterde çok şey öğrendim. Özellikle ilk bölümlerde affetmeyi öğrendim. Çünkü karakter bu bölümlerde yaptıklarıyla çevresindekilere çok zarar verdi. İkimiz de çok duygusalız, doğru olan şeyler için savaşırız ve birçok hata yapabiliriz. Diziyi izlerken, bir adam olmak için çok uzun bir yola çıktığını görebiliyorsunuz. YCK: Çekimlerde zorlandığın anlar oldu mu? DT: 10 aylık bir süreçte çektik ve hem fiziksel hem de zihinsel olarak çok karmaşık ve yoğun bir süreçti. Dolayısıyla 10 ay boyunca disiplinde kalmak çok zorlayıcıydı. Bir sonraki bölümde kılıçlarla bir sahne olduğunu öğrendiğinizde çalışmak çok daha da keyifliydi. Ertesi sabah kalkıp kılıç çalışması yaptık.
Arthur karakterini canlandıran Devon Terell, "Bu rolümün gençlere ilham vermesini istiyorum" diyor.
YCK: Sen daha önce Barack Obama'yı da canlandırdın. Senin için Arthur'u canlandırmak mı daha zordu, Barack Obama'yı canlandırmak mı? DT: Her ikisinin de zorlukları var. Bu Arthur yeni  bir dünyada ve yeni bir tarzda çekildi. Bazıları bunu sevecek bazıları da nefret edecek. Ben insanların dikkat edeceği bir karakter yaratmak istiyorum. Çok uzun bir süreçten geçiyor. Barack daha zorlayıcıydı çünkü eğer konuşmasını ya da aksanını beceremezsem alay konusu olurdum. Dilerim Arthur karakterini düzgün oynamışımdır çünkü içime sinen bir performans oldu. Özellikle siyahi gençlere ilham vermesini istiyorum. Genç birinin beni görüp ve ilham alması çok güzel olurdu. YCK: Arthur karakteri birçok dizi ve filmde de karşımıza çıkıyor. Diğer versiyonları izledin mi ya da ilham aldığın oldu mu? DT: Merlin'i izledim çocukken ve onu biliyorum ve o karakterin detaylarını biliyorum. Senaristler ise beni özgür bıraktı ve istediğim gibi yapmamı istediler. Onun geçmişini inceledim ve ben de büyülü bir kılıcım olsa ne yaparım diye düşündüm ve bu karakterin içindeki insanı çıkarmaya çalıştım. Yoksa karakterin içi çok boş olurdu. Sadece çın çın kılıç sahneleri olurdu. YCK: Setteki atmosfer nasıldı? DT: 10 ay gibi bir sürede çektiğimiz için hep oradaydık ve herkes birlikteydi ama herkesin planı ve programı farklıydı. Tom Wheeler sete gelirdi hep ve her şey ile ilgilenirdi. Tom ve Frank çok ilgililerdi ve Frank Miller'ın gözlerinde her şeyi görüp geçirmiş bir ifadesi vardı. Bunu size fark ettiriyordu. Sınırları daha da zorluyordu ve sizin performansınızı daha ileriye taşıyordu. YCK: Dizideki kılıç senin elinde olsaydı bununla ne yapardın? DT: Çok ciddi bir sorumluluk olurdu ama muhtemelen saklardım aynı Nimue'nin annesinin yaptığı gibi çünkü çok ciddi bir riski de beraberinde taşıyor. Ama Shalom'a da verebilirdim, o ne yapılabileceğini bilirdi.
"KILIÇ BENDE OLSA EŞİTLİLK GETİRİRDİM"
YCK: Gustaf, Merlin'i canlandırırken en çok neden keyif aldın?
Gustaf Skarsgaard: Çok sahne vardı ve Tom'un benim için yazdığı sahneler için çok şanslıyım. Bizim dizideki Merlin daha egzantrik, akıllı, manipüle edici fakat aynı zamanda çok daha zengin karakter. Bence 6'ncı bölüm en önemli bölümlerden biriydi karakter için. Özellikle bu bölüme dikkat etmeniz gerekiyor. YCK: Merlin en çok bilinen karakterlerden biri? Bu üzerinde bir baskı yarattı mı? GS: Merlin'in olayı, diğer Dumbledore ya da Gandalf gibi büyücülerden çok daha farklı. Herhangi bir yoruma çok açık bir karakter. Bu hikaye bir mitten dönüşmüş bir mitten dönüşmüş bir mit aslında. Çok farklı yorumları var. Bizim hikayemizdeki Merlin, alkolik ve yolunu kaybetmiş bir Merlin. Daha önce görülmemiş bir şey aslında bu. Bu açıdan çok özgür hissettim açıkçası. Ben elimden geleni yaparken her zaman en iyiye ulaşmak istediğim için her zaman baskı var. Dilerim insanlar bundan keyif alır.
İsveçli aktör Skarsgaard, daha genç ve sorunlu bir Merlin karakterine can verdi.
YCK: Geçmişte Vikingler gibi benzer temadaki yapımlarda oynadın. Bu projede seni heyecanlandıran ne oldu? GS: Projeyi ilk duyduğumda aradığım şeyin bu olmadığını düşündüm. Çünkü Vikingler'i 5 yıl çektikten sonra benzer bir dönem projesinde yer almak istemedim. O yüzden senaryoyu okurken biraz mesafeliydim fakat senaryoyu okurken bunun çok eğlenceli bir karakter olduğunu fark ettim. Senaryoyu elimden bırakamadım çünkü sonraki bölümlerde neler olduğunu merak ettim ve hikaye beni kendine çekti. Daha sonra Tom Wheeler ile bir toplantı yaptım ve onun vizyonunu ve detaylarını görünce hoşuma gitti. Bu iş birliği çok iyiydi. Tom her zaman setteydi, her zaman yardımcıydı. Bu süreç boyunca hep yanımızdaydı. Frank de sete geldi birçok kez. Çok harika ve ilginç çalışan bir zihni var. Karakter, evren ve diğer bütün her şey ile ilgili çok isabetli yorumlarda bulundu. Çok yardımcıydı. YCK: Cursed aslında bir efsaneyi baz alıyor ama bu hikayenin günümüzdeki etkisi ya da paralelliği nedir? GS: Fantezi ve kurmaca, günümüzdeki gerçekliği fantastik bir açıdan anlatmak için bir araç. Kaçıştan ziyade insanların günümüzde yaşanan sorunlar hakkında kafamızda sorular  yaratıyor. Bunlar arasında doğanın yok edilmesi, azınlıklara yapılanlar gibi... Hikayenin temelinde genç bir kadının yaşadığı zorluklar var. Dini baskı gibi konular var. Bu hikayede günümüzle bağlantılı birçok konu var. YCK: Merlin'i canlandırmaya nasıl hazırlandın? GS: Ben hayatım boyunca Merlin'i oynamaya hazırlandım aslında diyebilriz. Ben her zaman bir fantezi meraklısıydım mesela arkadaşlarım top oynarken ben ata binmek için ders alıyordum ya da eskrim yapıyordum. Çocukken Yüzüklerin Efendisi'ni kaç kere okuduğumu bile bilmiyorum. Bu türün büyük bir hayranıyım ve Vikings dizisinde kılıçla oynadım, ata bindim ve savaştım. O yüzden aslında bu role hazırdım diyebilirim. Senaryoyu okuyunca bu rolün benim için yazıldığını hissettim. Daha sonra bu karakter için fiziksel ve zihinsel hazırlık yaptım, konuşmasını çalıştım ve zorlandığım zamanlar oldu. Çok konuşan ve zeki bir adamı canlandırdım. İngilizce benim ikinci dilim olduğu için daha da çok çalıştım. Ben ruhani şeylerle meraklıyım ve bana bunlar bu sebeple mi çıkıyor bilmiyorum? Çok heyecan verici bir şey. Büyücülüğün kökenlerine her zaman meraklı biriyim.
Birçok Hollywood yapımında yer alan Skarsgaard ailesinin ortanca üyesi olan İsveçli Gustaf Skarsgaard, Merlin karakterini yaratırken önünde hiçbir engel olmadığını söyledi.
YCK: Gelecek sezonda Merlin'in nerede olmasını istiyorsunuz? GS: Açıkçası ben de çok merak ediyorum karakterin nereye evrileceğine. Sonraki süreçte neler olacağını çok merak ediyorum. YCK: Dizideki kılıç sende olsaydı, bununla ne yapardın? GS: Excalibur'u bir mutlak güç olarak metaforlaştırdığını düşünüyorum. Böyle bir durumda ben bu kılıca sahip olmak istemem. Hatta ben bunun için çok uygun biri değilim. Fakat eğer benim olsaydı, küresel bir seçim yaparak, insanların bu mutlak gücü kimin hak ettiğine dair bir oylama yapardım. Sonra da birkaç yıl sonra bu oylamayı tekrar yapardım ve herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu küresel bir demokrasi yaratmak için kullanırdım. "FRANK MILLER'IN HİKAYE ANLATIMI BENİ ETKİLEDİ" YCK: Projeye başlamadan önce hikayeyi ve karakterleri biliyor muydun? Daniel Sharman: Çok net ve yeni bir bilgim yoktu aslında. Hikayenin temellerini biliyordum. Hikayenin çok farklı varyasyonları vardı, karakterleri ve isimleri biliyordum fakat bu tamamen değişik bir şey. Pek detaylı bilgiye sahip olmamam iyi bir şey oldu aslında. Kendimden daha çok şey katabildim. Karakterleri daha farklı bir şekilde yorumlayabildim. Senaristler tamamen farklı bir açıdan bakıyorlardı ve bu çok etkileyiciydi. YCK: Karakterinde seni çeken neydi? DS: Bu karakterin insani yönü beni çok etkiledi ve karakterin ilerlediği yön beni bu karaktere ve bu projeye çekti. Tom'un bu karaktere yaklaşımı da beni çekti. Frank Miller'ın hikaye anlatımı da beni çok etkiledi ve bu sürece dahil etti.
Dizide Weeping Tom karakterini canlandıran Sharman savaş sahnelerini çekerken zorlandığını söyledi.
YCK: Tom ile Weeping Tom arasında benzerlik var mı? DS: Ben de gerçek hayatta insanları öldürüyorum (gülüşmeler)... Birçok benzerlik olduğunu söyleyebilirim. Fakat burada önemli olan ben o karakterin yaşadığı gibi yaşasaydım, travmalar yaşasaydım neye benzerdim diye düşünüyorum. Duygularımın gideceğini düşünüyorum. Geçmişimizin hareketlerimizi nasıl etkilediğini anlatan bir eğitmenim oldu. Bu karakteri çalışırken de bunu düşündüm. İnsanların yaşadıklarından nasıl etkilendiği ve bunun onları nasıl etkilediğini düşündüm ve bundan hayrete düştüm. YCK: Dizide birçok savaş ve dövüş sahnesi var. Bu süreçte zorlandığın anlar oldu mu? DS: Savaş sahnelerini çekmek çok zordu. Ayrıca kostümler de çok sıkı ve karmaşıktı. Dolayısıyla onların içinde mücadele etmek çok zordu. Çok havalı gözüküyordu ama zordu çünkü önünü göremiyorsun, pelerin uzun oluyor üzerine basıyorsun dengede kalmaya çalışıyorsun dolayısıyla zor bir süreç oldu. Dublör çok iyi bir iş çıkardı. "GENÇ KIZLARA İLHAM VERMEK İSTİYORUM" YCK: Seni şöhrete taşıyan 13 Reasons Why isimli dizide canlandırdığın Anna Baker'dan sonra Nimue karakterine geçişin nasıl oldu? Katherine Langford: Bu proje benim için çok önemli ve hatta daha önce yaptığım hiçbir şeye benzemiyor. Bu çok daha olgun bir durum. Nimue de aynen böyle. Onun kadınlığa geçişini anlatıyor. 13 Reasons benim için çok anlamlı ve önemliydi ama nefes alma fırsatım olması güzel oldu, farklı rollere girmek için. İnsan olarak da çok büyüdüm ve umarım oyuncu olarak da kendimi geliştirebilmişimdir.  
13 Reasons Why isimli diziyle şöhrete kavuşan Avustralyalı oyuncu, dizide Nimue karakterini canlandırıyor.
YCK: Nimue karakterinin günümüzdeki gençlere ne gibi bir mesaj vermesini bekliyorsun? KL: Umarım genç kızlara ilham veririm. Bu hikaye gerçekte kadınların kahramanların hep göz ardı edildiğini gösteriyor. Bu onların potansiyelini ortaya çıkarması ve duyurması için çok önemli. Bu gerçekten de insanların hikayelerini anlatmaları bir fırsat. Bu gerçekten bir başarıydı. YCK: Bu role nasıl hazırlandın? KL: Ben fantezi ve bilim kurgu ile birlikte tarihe de meraklıyım. Tarihi birçok konuya meraklıyım. Bu Arthur dönemi hikayelerini biliyordum fakat bu hikayelerde Artur, Merlin gibi karakterleri biliyoruz. Fakat diğer karakterlere çok aşina değildir. Nimue de bilinmiyordu. Tom ve Frank'ten senaryoyu alınca şaşırdım ve onun hakkındaki bilgiler beni heyecanlandırdı. Ben kendimi bu konuda geliştirmeye çalıştım ama aynı zamanda bu bilinen hikayeyi farklı bir şekilde anlatıyordu ve yeni bir şekilde yaklaşım getiriyordu. Nimue'nin karakteri çok önemli bir rol üstleniyor.  
Başrolü üstlenen Katherine Langford, "Ben tam bir fantezi ve bilim kurgu meraklısıyım" dedi.
YCK: Bu karakter üzerinde bir baskı yarattı mı? KL: Bence bu efsaneler herkese tanıdık ve bir şekilde baskı oluyor çünkü yüzlerce yıldır anatılan hikayelerden bahsediyoruz. Fakat benim açımdan çok ciddi bir baskı olmadı. Yaptığımız şey daha önce yapılmamış bir olaydı. Nimue'nin hikayesi aslında gerçekten anlatılmamıştı. Ve Nimue'nin hikayesi yaratıcılığımızı özgürleştirdi. Taze ve heyecan verici bir hikayeydi. Bu çok büyük bir fırsattı ve çok gurur duyduğum bir iş oldu. YCK: Nimue ile Katherine arasında benzerlikler var mı? KL: O çok cesur ve korkusuz ve ben de onunla kendimi özdeşleştiriyorum. Elbette o her gün böyle cesaretle öne çıkıyor. Ben de cesur bir kadınım. O insanları destekliyor. O tamamen kusursuz süper kahraman değil. İyi ve kötü arasındaki mücadelede onun taviz vermediğini görüyoruz. Bu kızın cesur olduğunu ve taviz vermediğini olduğunu görüyorsun. Kimsenin ezilmesine izin vermiyor. O adaletsizliğe karşı ve çok şey yaşadığı için buna karşı ayakta duruyor. Ben bu açıdan empati yapabilen birisiyim. Ben insanların acısını anlıyorum ve insanların hikayelerini dinlemeyi seviyorum. Ayrıca adaletsizlik duygusuyla mücadele etmek de benim hissettiğim önemli duygulardan biri. YCK: Sette ortam nasıldı? KL: Ben çok şanslıydım ve çok iyi bir ekibimiz vardı. Herkes çok iyi anlaştı ve herkes çok iyi oyunculardı ve çok iyi oynadılar. Bu kadar ağır bir iş yapınca arkadaşlarla kameraların arkasında eğlenmek güzeldi. Nimue olarak birçok kez sette tek başımaydım ve bu sebeple yalnız kaldım ama aynı zamanda neredeyse oyuncuların hepsiyle sahnem vardı ve onlarla sık sık temas ettim ve konuştum ve sosyalleşmeye fırsatım oldu. Onlarla tekrar bir araya gelmek isterim. YCK: Çekimlere nasıl hazırlandın? Çünkü birçok dövüş sahnesi vardı? KL: Ben gençken sporcuydum. Dolayısıyla benim fiziksel özelliklerimi kullanmama izin vermeleri çok heyecan vericiydi. Keşke biraz daha zamanım olsaydı çünkü 3 haftada bu eğitimleri tamamladık. Kılıç savaşında en çok Nimue'nin bunları nasıl kullanacağımı düşündüm. Çünkü kılıç genelde erkeklerle özdeşleştiriliyor. Farklı dövüş tarzları var ve ben de kendi tarzımı yaratmaya çalıştım. Japon tarzı gibi, akıcı ama kuvvetli bir tarz. Bu çok farklıydı. Su altındaki sahne için de bu tamamen çok daha farklı bir durumdu. Ben Avustralya'da yaşadığım ve suyu sevdiğim için çok eğlendim. Çok eğlenceliydi ama korkutucu da oldu. Birkaç saniyelik sahne için 12 saat bir kazanın içinde kaldım. Kazanın dibindeydim ve hiçbir şey göremiyordun. Suyun tamamen altında olmak bütün hislerinizi değiştiriyor. Bu sahneyi James Bond filmlerinin çekildiği yerde çektik. "CURSED'ÜN İKİ TARAFI VAR" YCK: Cursed'ün kitaptan diziye geçme sürecini anlatabilir misiniz? Tom Wheeler: Kendime zorladığım zamanlar oldu ama genel olarak muazzam bir süreçti. Resimli bir kitabı 3 boyutlu bir diziye çevirmek gerçekten hayatımda tahmin edemeyeceğim bir olaydı. Farklı süreçler vardı fakat Frank ile çalışmak harikaydı ve bu ekibi ve oyuncuları bir araya getirmek ve hikayeyi hayata geçirmek çok heyecan vericiydi.
300 ve Sin City gibi birçok çok satan hikaye yazan ve bunları beyaz perdeye aktaran Frank Miller yeni projesinde Tom Wheeler ile çalıştı.
Frank Miller: Çok keyifli bir süreç geçirdik. Tom ile çalışmak çok güzeldi. Çok sağlam bir duruşu vardı. Hikaye farklı yönlere çekilebilirdi ama Tom işin başındaydı ve yoldan çıkmamamızı sağladı. Her konuda işin uzmanlarıyla çalışmak çok önemliydi. Gidip kostüm tasarımcısıyla konuştum, görsel yönetmenle konuştum mesela ve ben herkese yardım etmeye çalıştım. YCK: Bu hikayenin aslında günümüzde yaşananlarla benzerlikleri var... Sizce de öyle değil mi? FM: Bence olayın iki tarafı var. Arthur efsaneleri bir tarafta. Ama aynı zamanda dini baskı ve yaşanan şiddet, azınlıklar, evlerinden olan insanlara yapılan zulüm diğer tarafta. Bence fantezi her zaman eğlenceli ama işin bir de günümüze yansıyan bölümü var.
Tom Wheeler, hikayenin kitaptan diziye evrilmesini detaylarıyla anlattı.
YCK: İnsanlar neden bu tür yapımlara ilgi gösteriyor ve sizi bu tür hikayeleri yaparken nelerden ilham alıyorsunuz? FM: Fanteziler üzerinde Yapılan en büyük hata fantezilerin gerçek dünya ile bağının olmadığını düşünmeleridir. Buna kaçma diyorlar. Fanteziyi kullanarak gerçeklikten kaçmak olarak algılıyorlar. Fakat iyi ve kötü sadece Yıldız Savaşları'nda olmuyor. Bu gerçek hayatta da oluyor. BU hikayelerdeki goblinler, ejderhalar ve diğerleri dışarıdan geliyor. İçimizden geliyor. Bu hikayeler, Arthur'un hikayesi gibi hikayeler bağlantılı olacak. Bu hikayelerden her zaman birileri bir şey çıkaracak ve dünyayı etkileyecek. Bu hikayelerin her zaman bir amacı olacak ve bu sebeple çekiciliği olacak. İnsanlar düzen olmasını ister. Entelektüel olarak tartışmak isteriz ama kahramanlar bu tartışmaları ve mücadeleleri ihtiyacımız olan şeyi yaratır. Mesela Superman Amerikan adaletini getirmekle uğraşır. 1950'lerde böyle oldu. Fakat bunların hepsinin toplumumuzda bir bağlantısı var. Bunlar sadece fanteziler değil. TW: Çok iyi dedin Frank ben bu kadarını söyleyemezdim. Fantezi bizi dolduruyor aslında. Dünyanın farklı bölgelerindeki özellikle ABD'de dünyayı değiştirmek için mücadele etmesi çok ilham verici. Bence Frank'in dediği gibi bu hikaye bu barbarca dünyada değişim için ilham veriyor. Çekimleri yaptığımız yerler harikaydı. Dizide gördüğünüz yerlerde çektik. Aslında her şey oradaydı sadece çekim yapılmasını bekliyordu. Tarih çok büyük bir ilham kaynağıydı. Çok iyi tarih bilen bir ekiple çalıştık. Bu karakterde çok önemli bir nokta vardı. Herkes aynı hedef için çalışıyordu. Çok sayıda insan ilham verdi.