Deniz GÜZELCE Ocak ayında okurla buluştuktan hemen sonra adını sıkça duymaya başladığımız “Hiyerofant”, esasen bir ilk roman. Ancak yalnızca giriş bölümünü okuduğunuzda bile bunun gerçekliğinden şüphe eder hale geliyorsunuz. İsimlerini ezberden saydığımız yazarların dahi tereddütle yaklaştığı, hatta çoğunlukla uzak durduğu “ters kurgu” tekniğini ustaca kullanıp zaman ve mekândan muaf öyküsünü bir nakış gibi işleyen romanı, yazarı Hasan Hayyam’la konuştuk. SAVRULUP DURAN KAREKTERLER Hasan Bey, bize biraz kendinizden ve ilk kitabınızın içeriğinden söz eder misiniz? Aslında kendimden bahsetmek benim için hep zor olmuştur. Neticede soru, ‘ben kimim’ sorusu. Kestirme cevap da ismi, memleketi, aileyi sıralamak... Ben de oradan gideyim: Gelibolu’da doğdum. Doktor bir baba, Fransızca öğretmeni bir annenin ikinci oğullarıyım. Baba tarafım Deliorman, Bulgaristan’dan. 1950’lerde Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlar. Anne tarafım ise yüzyıllardır Diyarbakır’da yaşamış bir aile. Dediğim gibi Gelibolu’da doğdum ama büyüdüğüm yer Diyarbakır. 90’lara denk geldi. Sonra Adana’ya, yatılı fen lisesine gittim. Yaş 15. Ardından da Boğaziçi İşletme ve İstanbul ve de plazalar… Bu yüzden nerelisin sorusu paralize eder beni. İlk hatıram Lapseki’deki melun bir deniz anası. Türküsünü sevdiğim yer Rumeli, şivesini bildiğim yer Diyarbakır, kavga etmeyi öğrendiğim yer Adana, âşık olduğum şehir ise İstanbul. Sanırım bunlar beni biraz anlatıyor. Hiyerofant’ta da bu izler var galiba. Savrulup duran karakterlerin hikâyesi diyebiliriz. Ama kozmik ölçekte. Hiyerofant kitabı ismiyle de ilgi çekiyor. İsminin hikâyesi nedir? Kitabın fikri altyapısı Mircea Eliade ve mitoloji okumalarına dayanıyor. Hiyerofant, Eliade’ın icat ettiği bir terim, Yunanca “hieros” ve “phainein” kelimelerinden türetmiş. “Kutsalı göstermek” ya da daha nitelikli bir çeviriyle “kutsalın tezahürleri” demek. Ben bu kavramı bir karakter haline getirdim sadece. İlk bölümün başlığında “Son” yazıyor. Kitap, bildiğimiz romanların aksine sondan başlıyor. Bu akışı nasıl oluşturdunuz? Zaman daima ilgimi çekmiştir. Fiziki dünyada onu sadece doğrusal bir şekilde tecrübe ediyoruz ve ben bu halini çok sıkıcı buluyorum. Kurgu metinler ise onu daha farklı deneyimlemek için bir fırsat. Ayrıca zamanın bambaşka bir doğası da olabilir. Bunun en basit ifadesi de sonların başlangıç ve başlangıçların son olabilme ihtimali. YAZMAK BİR ÖĞRENME ÇABASI Peki, kitabın yazarı bu hikâyenin ne kadar içinde? Bu, dikkatle cevap verilmesi gereken bir soru. Yazarın yaratıcılık özgürlüğünü koruyabilmesi için bu soruya “Hiç ilgisi yok” şeklinde yanıtlaması en güvenlisi. Ama dürüst bir cevap vermem gerekirse her karakterin, yazarının farklı bir izdüşümü olduğunu iddia edebilirim. Yazmak çoğu kez bir öğrenme çabası. Bir şeyi anladığımızın en önemli kanıtı, onu anlatabilmektir bence. Bu açıdan bakarsak karakterler, yazarının anladığı, anlayabildiği için de sağlıklı kıldığı potansiyel yansımaları. Kısacası sorunuzun cevabı şu: Hem içinde hem de dışındayım bu çemberin.