Fikriye ÖZTÜRK Bir döneme damgasını vuran, genç Cumhuriyet’in pırıl pırıl zihinlerini âdeta bir tarla gibi işleyerek eğitim, üretim, sanat, edebiyat ve öğrendiklerini paylaşma azminin tohumlarıyla dolduran ve çok da verimli bir hasat alan Köy Enstitüleri, kuruluşundan kapatılışına dek her dönem, her yönüyle konuşulmuştur ve hâlâ da konuşulmaktadır. Her ne kadar uzun soluklu bir kuruma dönüşemese de bu enstitülerden mezun olan öğretmenler, ülkenin eğitimine etki etmeye, genç zihinlere benzer tohumlar ekmeye devam ettiler. Bu kurumlardan mezun olan gençler aldıkları çok yönlü eğitimin onlara kazandırdıkları özelliklerle ve kalplerinde çarpan vatan sevgisiyle uzun yıllar vatana hizmet ettiler. TOPLUMSAL GELİŞMEYE IŞIK TUTUYOR Sema Soykan’ın Alfa Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Keşke–Bir Köy Enstitüsü Romanı” da bu gençlerden ikisini ve onların değiştirdikleri hayatları ele alıyor. Köy Enstitüleri’nin kuruluş, işleyiş ve kapanışı üzerine kapsamlı bir hikâye anlatan roman, yalnızca bununla da sınırlı kalmıyor ve 1940-1980 arasında yaşanmış pek çok toplumsal ve siyasi gelişmeye ışık tutuyor. Hikâyesinin başlangıcını 1977 yılının başları olarak belirleyen yazar, anlatıldığı dönemin siyasi ve toplumsal atmosferini de arka plana alarak kapağını kapadığınızda yakın dönem Türkiye Cumhuriyeti tarihi hakkında detaylı bilgiler edinmiş olmanın doyuruculuğunu hissettirecek bir çalışmaya imza atmış. BİRBİRLERİNİN SURETİNİ TAŞIRLAR Ana karakterlerimizden Fikret ve Sabia (yahut daha sonradan aldığı isimle Nedret), Aksu Köy Enstitüsü’nde eğitim alırken tanışmış ve birbirlerine derin bir aşk beslemeye başlamışlardır. Ancak 1977 senesinde yıllar önce kopmuş halde buluruz onları. Yine de zihinlerinde ve yüreklerinde birbirlerinin suretini taşırlar, bir yara izi şeklinde. Fikret Sağlam, Sincan Cezaevi’nde; güvenliği için ismini değiştirerek Nedret Sarih adını alan Sabia ise bir hastanenin ruh ve sinir hastalıkları bölümünde, onunla aynı adı taşıyan bir doktorun gözetimindedir. Genç doktorun adını öğrenmesiyle birlikte geçmişe dönen Nedret’in zaman zaman doktoruna zaman zaman da oda arkadaşı Fatma’ya anlattıkları aracılığıyla Köy Enstitüleri’ni ve orada yaşadığı değişimi öğreniriz. CEZAEVİ’NDE TUTTUĞU GÜNLÜKLER Hikâyenin diğer tarafındaysa hapishanedeki Fikret Sağlam’ın (ki genç doktorun babası olduğunu da ilk satırlardan öğreniriz) günlükleri aracılığıyla bu kez enstitülerin sıradan bir köylü çocuğunun hayatını nasıl değiştirdiğini öğreniriz. İki karakter de onlara hayatlarını değiştirmek için bir fırsat sunan, geleneğin onlara çizdiği kaderi değiştirme imkânı tanıyan bu kuruma yürekten bağlıdır ve ömürlerini orada öğrendikleri değerleri yaşatmaya adamışlardır. Köy Enstitüleri’nin yalnızca bir eğitim kurumu olmadığını sık sık vurgularlar. Fikret Sağlam, Sincan Cezaevi’nde tuttuğu günlüklere şöyle yazar: “Ancak ne kadar üzücüdür ki, bugün enstitülerden övgüyle bahsedenler bile, çoğunlukla eğitimdeki iş modelinden, öğrencilerin nasıl eğitildiğinden, sanat ve müzikle ilgili yeniliklerden örnekler verirken, ekonomiye katkılarından, günümüze uzantılarından pek bahsetmiyorlar.” YENİDEN BİR ARAYA GELME İHTİMALİ Çeşitli talihsizlikler ve yanlış anlamalar neticesinde ayrı düşen iki eski dostun, sevgilinin yeniden bir araya gelme ihtimalinin peşinde düştüğümüz, bir ülkenin ve pek çok karakterin “keşke”lerine tanık olduğumuz “Keşke–Bir Köy Enstitüsü Romanı” kendi ayakları üzerinde duran ve herhangi bir erkeğe bağımlı olmayı reddeden güçlü kadın karakterleriyle de ön plana çıkıyor. İdealist bir ruhla yazılmış, okurunu bilgilendirmeyi amaçlayan roman, hayaller ve amaçlar uğruna çabalamanın değerini bir kez daha hatırlatıyor.