Yönetmen Hakan Ünal’ın Portakal isimli kısa filmi şimdiye kadar 55 uluslararası film festivalinde gösterildi. Birçok festivalden ödülle döndü. Cinsiyet ayrımcılığını, bir kadının yaşadıklarını, sınıfsal çelişkinin kişisel hayatlarımızı nasıl etkilediğini anlatıyor bu filmle birlikte Ünal… Kısaca içimizdeki karanlığın özünü cesur bir şekilde yansıtıyor. Ünal ve filmde rol alan Gizem Erdoğan ile bir araya geldik.

Portakal’da renk kullanmama tercihi nereden doğdu?

Hakan Ünal: Aslında Portakal renkli çekilecek olan bir şeydi. Ama daha sonra hikayenin gidişatını izledikten sonra siyah beyaz stilize bir film olmasına karar verdik. Bunun daha güzel olacağını düşündük. Kurguda oldu.

Tek bir gecede geçiyor film. Kısa film ama uzun ve derin anlamlar barındırıyor. Tek bir mekana, tek bir geceye sıkıştırmak böyle bir konu için zor olsa gerek?

Hakan Ünal: Aslında zor. Ama bir gün içerisinde ufak detayları hesaba katarsan çok fazla şey yaşanmıştır. Onca detayın içerisinde birçok şey yaşanır. Ama bir gündür o.

O detaylarda sınıfsal ayrım var, cinsiyet ayrımcılığı var, hayatın rutini var… Sınıf meselesinden başlayalım. Erkek yaşadığı çelişkide, “Patronlar gibi mi olayım!” diyor ve kadını sıkıştırmaya çalışıyor. Kadınlara yönelik şiddet nezdinde sınıfsal ayrım da çok fark etmiyor gerçi. Bunu aktarma fikri nereden doğdu?

Hakan Ünal: Hikayenin çıkış noktası benim Londra Film Festivali dönüşümde gerçekleşti. Orada duyduğum bir hikaye üzerinden oldu. Kadın üzerinden cinsiyet temasını, özellikle standart burjuva hayatında nasıl bir daralma, nasıl bir yabancılaşma yaşayabileceğine dair deneysel bir çatışma aslında bu bir anlamda da. Kadının bizim toplumumuzdaki yerinin dışında, ayrıca standart erk bir toplumun kadın üzerindeki baskısı ve onun üzerindeki etkisi ve bu etki üzerinden yansımalarının nasıl olabileceğine dair bir refleksif hareket gibi. Kadının ne kadar uzaklaşabileceği, uzaklaşıp uzaklaşmayacağı, bunda kararı kendisinin mi vereceği, yoksa aslında bu kadar yine aile içindeki erkeklere dayalı olan bir durum mu, bunun üzerinde de durmaya çalıştık.

Cevabı kadın veriyor herhalde?

Hakan Ünal: Evet, cevabı kadın veriyor ama tek başına da bir cevap hakkına sahip olmuyor. Yani frizbi gibi. Kadın aslında yuva kavramının merkezindeki bir karakter. ‘Kadın olmazsa yuva olmaz, yuvayı dişi kuş yapar’ meselesi. Fedakarlık yapmanın çoğu kadına dair bir şey. Erkek bizim toplumda genelde böyle yolun kenarında olan bir şahıstır ama kadın yolu tamamen dolduran bir şeydir. O yüzden kadınlar erkek arasındaki çatışmayı, cinsiyet kavramını ortaya koyup, bu çatışmanın sonunda neler görebiliriz diye deneysel bir çalışma yapmak istedik.

Senin için nasıldı rolü canlandırmak?

Gizem Erdoğan: Bu rolü oynamak bambaşka bir şey. Çünkü benden çok farklı. Bu kadın korkuyor, bir şeyleri kabul etmek istememesine rağmen, bir şekilde kabul ediyor. Arkadaşının yerine sahneye çıkmayı istemiyor, ama arkadaşı için kabul ediyor. Evlendiği adamla birlikte olmak istemiyor ama aynı evde yaşamaya devam ediyor. Kendi tutsaklıkları var. Arkadaşı için ikna olmuş, kocasıyla ilgili, eviyle ilgili bir sürü şey yapmaya çalışıyor. Dışarı çıktığında bir darbe almış. Bu darbeyi de kendi eşinden alıyor. Tanıdığı insandan çok başka bir insan. Kocasıyla, yani kendisine tecavüz eden adamla karşılaştığında, çok başka bir tiksinti duyuyor. Bu bir kadın için çok daha mide bulandırıcı ve acı verici bir şey. gizemerdogan

SORUN İLETİŞİMSİZLİKTE

Sinemayla ilgili bu çalışmanız da aslında bir orta sınıf yansıması. Bir tanıklık. Taciz ve şiddetin sadece belli bir yapıdaki insanlardan değil, her yerden çıktığını da gösteriyor değil mi?

Gizem Erdoğan: Buradaki taciz ve şiddeti yansıtan adam kendisini üstün görüyor. Kendisini olduğundan bambaşka bir düzeyde görüyor. Denk görmüyor kendisini hiç kimseyle. Eşiyle… Biz Hakan’la bazı şeylerde konuştuğumuzda bu işte Hegel’dir, Marx’tır gibi şeylerin olmadığını söyledik. Var olan bir insan üzerinden değerlendirme. Belli bir felsefeye oturtulabilir. Sol, sağ, demokrat olarak yaklaşılabilir. Osmanlı’dan yaklaşılabilir ama bunlar siyasi açıdan düşünülmedi.

Hakan Ünal: Bu rollerin altında kalan farklı roller de var aslında. Dışarıda gördüğümüz çiftler olsun, aslında mutlu gözüken, farklı konumlardaki rolleri temsil eden kişiler. Dışarıda kadınla erkeğin toplumsal bir rolü var. Kadın ve erkeğe verilen bu toplumsal rol, egolarına göre yansıtmaları gereken bir rol. Evlerinin kapısından içeri girip yataklarına yattıkları zaman o rol ve egolar dışarıda kalıyor. İç benliklerine döndüklerinde çatışma orada başlıyor. İki ayrı rolü oynayan bir durum var. Burada evin içerisinde yoğun bir çatışma, dışarıda müthiş ikili bir rol. İkisi arasında sıkıştıklarında bunları bireysel olarak hafiflettikleri yerler var. Erkek tek başına arkadaşlarıyla bira içince rahatlıyor. Kadın ise kadın arkadaşlarıyla beraber çıkınca rahatlatıyor. hakanunal

Bu farklılık nereden kaynaklanıyor sizce?

Hakan Ünal: Sıkıntı aslında iletişimsizlikte. İletişimsizlik bireylerin en büyük problemi. Kadın erkeği, erkek de kadını tanımıyor.

Gizem Erdoğan: Çünkü, ilk karşılaştıklarında rol yapıyorlar. Sonradan kendi benliklerini yansıttıklarında da çatışma başlıyor.

Bir yere ait olma, kendi sınırlarını çizme, kendi karakterini oluşturmak yine topluma ait.

Portakal, nerelerde gösterildi?

Hakan Ünal: Yaklaşık 55 uluslararası film festivaline katıldı. Bunlardan 33’ünde ödül var. İlk Toronto Film Festivali’nde başladı. Ondan sonra Londra, Amerika, Asya gibi yerlerde dolaştı. En son Kaliforniya’da ‘Uluslararası Yabancı Dilde Kısa Film Ödülü’nü aldı. Hala Türkiye’nin birçok yerinde gösteriliyor. İkinci filmin de çekimlerini bitirdik.

İKİNCİ FİLMİNİ DE ÇEKTİ

O ne anlatıyor? İsmi ne?

Hakan Ünal: Duvardaki Çatlak. O da toplumsal bir soruna parmak bastığım bir konu. Tüm dünyada görülmüş olan temel bir sıkıntı. Yine cinsiyetçi bir tema üzerinden bireylerin vicdani eleştirisini yapmaya çalışıyoruz burada da. Anadolu’da çok fazla görülen, ancak bizim kulak arkası ettiğimiz ensesti anlatıyoruz. Anadolu’da bir evin içerisinde yaşanılan bir sistem vardır. Bir odada ebeveynler, diğer odada çocuklar yaşar. Çocuk ergenliğe girince yanında kardeşi vardır. Bunu yazmadan önce çok yerde araştırma yaptım. Bununla ilgili söylenmemiş, dile getirilmemiş hikayeler var. Böyle bir gerçek varken, biz bu gerçeklerin üzerine hiçbir şekilde gitmiyoruz. Sanki yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Hikayemizdeki ana tema bu. Dini ayna olarak tutup, kendi içimizdeki çürümüşlükle yüzleştiğimiz anda, ‘Ne yapabiliriz’i soruyoruz.

Ne yapabiliriz?

Hiçbir şey yapamayız. O an iş işten geçmiştir.

Peki, bunun temeli din mi, yoksa birlikte yaşama şekli mi?

Bunun dinle alakası yok. Din bir kaçış amacı değildir, rahatlama amacıdır. Bütün dünyada bir sürü din var. Bunlar insanların ruhlarını arındırması için sunulmuş değerlerdir. Bu dinler, işlediğimiz günahlar için sığınacağımız olgular değil. O yüzden iş o raddeye gelince yapılacak bir şey yok. Biz de bu konuya ışık tutmaya çalıştık.

Ne zaman izleyebileceğiz?

Mayıs ayının sonu, Haziran ayının başı gibi festival yolculuğuna başlayacak. Türkiye’de de festivallerde görebileceğiz. Çünkü, kısa filmleri festivaller dışında izleyemiyoruz.

Uzun metraj planı var mı?

Senaryo gelişim aşaması bitti. Yakında onun sunumu yapılacak. İlki Köprüde Buluşmalar’da, sonra Altın Portakal’da olacak.