Arda Bey corona virüsünde günleriniz nasıl geçiyor? İyiyim çok şükür. Sağlığım yerinde. Bu karantina günlerinde tabii ki biraz daha serbest dolaşımda olduğumuz bir zamandayız. Sahne işlerinden uzak olduğumuz için. Seslendirme ile geçiyor günler… Biraderler Yapım’ın işleri var. Pandemi ilan edildikten hemen sonra dijital mecraya kaymayı başardık. 2,5-3 sene öncesinden aslında dijitalleşmek gibi bir niyetimiz vardı. Bir anda mecburiyet gelince dijitale kaydık. Son 3 ay içerisinde de baya bir çalışma yaptık. Tiyatrocular için dijitalleşme ne demek? Siz Biraderler Yapım olarak dijitalleşmeden ne anlıyorsunuz? Benim dijitalleşmeden anladığım şey ise sahne üzerinde yaptığımız işlerin bir kurguyla, bir rejiyle, iyi bir montajla, birtakım efektler, sesler eklenerek ekran seyirliği haline dönmesi. Bunun altyapısını kurmak artık çok kolay. Ben senelerdir bilgisayarımda montaj yapıyorum, kurgu yapıyorum. Amatör de olsa bir tecrübem olduğu için bunu bir şekilde görsel bir seyirlik haline getirebildim. Bu dönemde “İlelebet… Bir Atatürk Hikayesi” oyununu yaptık. Bu süreçte en çok sahneye çıkan oyuncu ben oldum sanırım. Sahnelememizi isteyen birçok kurum oldu. Onların hepsini oynadım. “İlelebet… Bir Atatürk Hikâyesi”nde dijital etkileri görebiliyoruz. Birçok efekt göze çarpıyor. İzleyicinin bu değişime reaksiyonunu nasıl görüyorsunuz? “İlelebet… Bir Atatürk Hikâyesi” özel bir oyun. Sahne üzerinde oynandığında izlediğiniz zaman farklı bir algı yaratacak oyunken, ekran önünde izlediğinizde daha farklı algıya yol açabiliyor. Nedir o fark? Sahne üzerinde bir oyuncu bir gece sonra oynayacağı oyuna hazırlanıyorken, dijital versiyonda oyuncunun bunu daha hızlı yaptığını görüyoruz. Burada da kurgu işin içine giriyor. Sahnede çapak olabilecek şeyleri atabilmenizi sağlıyor. Dijitalde 3 farklı açıdan gösterebiliyorsunuz. ‘İlelebet… Bir Atatürk Hikayesi’ oyunu nasıl doğdu? Ben senelerdir Atatürk’e dair bir şey yapmak istiyordum. Biraderler Yapım’dayken daha rahat olduğum bir dönemde bu şans geldi. Bir oyuncunun Atatürk’ün hikayesini anlatması üzerinden bir yapı kuralım istedik Zafer Şahin’le birlikte. Burada tek kişilik bir hikaye var. Biz dedik ki, 1924-1933 arası çok ideal olabilir. Temelleri atılan devrimlerin masaya konulduğu bir zaman dilimi. 9 sene içerisinde çok büyük işler yapılmış. Hakikatten demir ağlarla ördük anayurdu derken devrimler anlatılıyor. Bu devrimleri Mustafa Kemal Atatürk, insani yönden nasıl anlatır diye düşündük. Böyle bir insan yaşadı ve hakikatten de memlekete en çok faydası olan adamdı, daha üzerine çıkan olmadı. Mümkün olacağını da düşünmüyorum. Bir saygı duruşu oldu. DÖNÜNCE BOŞLUK HİSSETTİM Şehir Tiyatroları’ndan ihraç edilmiştiniz, şimdi yeniden görev alıyorsunuz. Döndüğünüzde ne hissettiniz? Hissettiğim şey bir boşluktu. Ben hayatım boyunca birtakım yerlerden a atıldım. Çocukken TRT’de seslendirme yapıyordum, oradan da atılmıştım. Bir yerlerden ayağımın kesilmesine alışkınım. Şehir Tiyatroları’ndan kendi istediğim dışında gitmek gibi bir düşüncem hiçbir zaman olmadı. Ancak ben istersem yapabilirim diye düşündüm. Sonra bir baktım, dokunabiliyorlarmış istedikleri zaman… İstedikleri zaman dokunabildiklerini gördüğünüzde kendinizi güvenli bir alanda hissetmiyorsunuz. O güvenli alanda hissetmediğiniz zaman da güzel işler çıkarmakta zorlanabiliyorsunuz. Ayrıldıktan sonra mücadelemiz sürdü. Bana verilen görevleri yapıyorum. Biz orada memuruz sonuçta… Hâlâ o boşluk hissi devam ediyor bu arada. BU KADAR ÇOK SESLENDİRME YAPMAMIŞTIM Seslendirme sanatçılarını nasıl etkiledi pandemi? 10-15 sene önce seslendirme bitti deniyordu. Ben de seslendirme bitmez diyordum. Geldiğimiz noktada seslendirmenin ne kadar önemli olduğunu anladık. Türkiye gibi okuma oranlarının düşük olduğu ülkelerde insanların altyazılı film izlemesi çok zor. Okuduğunu anlamayan bir nesil var maalesef. Biz o kitleye iş yapıyoruz. O kitle duymak, dinlemek istiyor. Bu süreçte de seslendirme işi yoğun olarak devam ettirdik. Evlerden çalışmaya devam ettik. Bir yayın portalının baş sesiyim. Mesela oraya bu dönemki kadar çok seslendirme yapmamıştım. İnsanlar sessiz, altyazılı işleri çok tercih etmiyorlar. Biz Twitter camiasında seslendirmeye küfrediyoruz açıkçası. GÖZÜM TARKAN’IN TAHTINDA DEĞİL Son olarak “Gece ile Mercan” şarkısını dinleyicilerle buluşturdunuz. Müzik alanında işler nasıl gidiyor? Geçen sene albüm çıkmıştı. O albümdeki şarkıların hazırlanması 10 senelik bir süreç… Ben şarkı üretmeye devam ettikçe o stüdyoya girmekten mutluluk duyuyorum. Seneler içerisinde anladığım bir şey var, mesleğiniz doyuruculuk itibarıyla bir limite ulaşmışsa, yanına mutlaka hobiniz olan bir şeyi meslek haline dönüştürebilirsiniz. Çift anadal yapmak gibi aslında… Ben oyunculukta son yıllarda tekrara düştüğümü fark ettim. Bu tekrardan çıkabilmek adına kendimi iyi hissedeceğim bir alana yönelmek önemliydi. Profesyonel anlamda müzik başka bir şeymiş. Onu anladım. Sonuç olarak gözüm Tarkan’ın tahtında değil. Sevdiğim müziği yapabilmek istiyorum.