Delice Bir Sevda, Yaz Aşkım, Hurma Gözlüm, Senden Uzak gibi kült şarkıların mimarı Ege, müzikte gösterdiği başarıyı edebiyat dünyasına taşıdı. İlk kitabı İsyan ile edebiyatseverlere 'merhaba' diyen Ege, ikinci kitabı Asil Dede'nin Düğünü ile karşımızda. Alfa Yayınları'nın bastığı kitap, Ergenekon ve Balyoz döneminde yaşanılanları edebi bir dil ile okurlara aktarıyor. Dünya çapında tanınan, Türkiye'nin de en önemli akademisyeni olan Asil Dede'nin haksız bir şekilde hapishaneye atıldığını, hapishanede diğer mağdur edilen aydınlarla birlikte yaşadıklarını anlatan bu kitabı konuşmak için Ege ile bir araya geldik. Ege'nin açıklamalarının satırbaşları şöyleydi: "Yazmak, müziğin ötesinde benim için yaşam amacı oldu. Ne yazmak gerektiği çok önemli. Bir sürü alternatif konu vardı. Şunu fark ettik ki, geçirdiğimiz dönemlerde kendi içimize o kadar kapanmışız ki, bizi biz yapan değerlerin erozyona uğratıldığı ya da tasfiye edildiği bir dönemi sesimizi çıkarmak yerine susmayı, beklemeyi tercih ettik. Sanıyorum ki, gelecek kuşakların bizi utançla anacakları bir dönem olacak. En azından resmi tarihin soğuk sayfalarında var olacak bir dönemi insan gözü üzerinden ve insan figürü üzerinden dokunarak anlatmanın çok daha doğru olacağına inanıyorum. En azından ben cesaret ettim. Benim üzerime düşen görev, bu utancın bir kısmından belki vicdanen rahatsızlık duyduğum için tarihe bir not düşmek istedim. İlkokul 2'de şunu keşfettim: Kendi ifade edebilen bireyin şiddetle işi yok. Ben üretebildiğim kadar kendimi ifade edebiliyorum ve kendime saygı duyuyorum. Müzikte çok fazla ticari boyutun olması, belirli bir çemberin dışına sizi çıkarmıyor. Roman yazmak ise benim için tekrar nefes alma dönemi, yaşadığımı hissetme dönemi oldu. Tabii ki iddialı başlamadım ama bu iddiayı koyan hep okurlar oldu. İlk kitapta, 'Bu kadarını beklemiyorduk' gibi tepkiler aldım. 'ATATÜRK MODERNİZMİNİN DEĞERLERİNİ TASFİYE ETME OPERASYONUYDU' Hüsnü Mahalli gibi bir değeri, sadece yazdığı yazılar yüzünden, niye hapis yattığını bilmeden, 70 küsur yaşında yatırdık. TSK bünyesinde, akademisyen olarak ya da gazeteci olarak Atatürk modernizminin getirdiği fırsat eşitliği ile o yarışta donanmış, bilgilenmiş ve bu ülkeye fayda getirecek adamları, sadece tasfiye etmek ve cumhuriyet değerlerini ortadan kaldırmak adına hapishanelere tıktılar. Yıllarca mahkemelere çıkarmadılar, sahte deliller ürettiler. Bu bir vicdani sızlamaydı. Buna ben Atatürk modernizminin getirdiği bütün değerleri tasfiye etme operasyonu diyorum. Bunu da anlatmak gerekiyordu. Tüm dünyada yaşanan kırsalın, kent soyludan aldığı bir çeşit intikam var. İnsanlar televizyonu açıyor, şehirde herkesin pahalı arabaları var. Adam orada domatesini satacak... Kendi gibi birisinin başa geleceğini düşünerek intikam alacağını düşündü. Nihayetinde bu bir döngü. Şehirlinin köylüye, köylünün şehirliye ihtiyacı var. ABD gibi bir ülkenin başında çılgın, imza atan bir adam var. Ama ABD'nin yarısı ona oy veriyor. 'BİR İÇE KAPANIKLILIK VE KÜSME OLDUĞUNU KABUL EDİYORUM' Müzik dünyasına kaypak diyeyim. Yayın dünyası da müzik dünyası kadar karışık. Eskiden müzik dünyasında yılda 3 binden fazla albüm çıkardı, raflara alınacak albüm sayısı 600'dü. Her ay rafı değiştirirlerdi. Yayın dünyasında da böyle. Her yıl 3 binden fazla kitap çıkıyor ama raflarda 500-600 kadar kitap var. 2 ayda bir gönderelim diyorlar ve bu da popülist bir yaklaşım getiriyor. Bir içe kapanıklılık, küsme olduğunu kabul ediyorum. Popülizmden etkilenen bir yayın dünyası var. En çok kişisel gelişim kitapları okunuyor. Bana da biraz tuhaf geliyor. Yaşamadıkça kişisel olarak gelişme ihtimaliniz yok. Kitaptan gelişme ihtimaliniz yok. Çok okuyan mı çok gezen mi diye sorarlardı küçükken. İkisi... İkisini bir araya getirmeden bir anlamı yok. Başına kötü bir şey gelecek, bundan ders çıkaracaksın. Bakıyorsunuz şimdi sosyal medya fenomenleri var. Film çekiyorlar, şarkı söylüyorlar, kitap yazıyorlar, her şeyi yapıyorlar. Eskiden gerçekleşik şuydu; popülersin evet, bir albüm yaptın, şarkıcı olarak bir yerin var ama daha saygın bir yere konulmak istediğinde yazıyordun. Şimdi bu saygın sıfatını almak yerine, 'Ben her şey olmalıyım' diyorlar. Buna 'kokain etkisi' diyorum. 'ÜRETMEK HAYATIMIN BİR PARÇASI' Bir adamın yaptığı iş kendisinden sükseli olmak zorunda. Müzikte işin gerçeği hiçbir zaman iddialı olmak gibi bir kaygım olmadı, 'Yaptığım iş benden iyi olmalı' dedim. Çıkış sürecim bir etkendi. Benim ilk 'Yaz Aşkım' şarkısı çıktığında 1994 yılıydı. 17 şehirde 100'den fazla radyoda çıkmıştı. 15 tane radyoda yılın en iyi şarkısı seçilmişti. Bu bana ilham vermişti. Üretmeye devam etmeliyim dedim. Bu üretimin sonucunu belki Türkiye'de çok az aldım ama şarkılarım 10 dile çevrildi. Besteci olarak böyle bir mutluluk yaşadım. Üretmek benim hayatımın bir parçası. Roman yazmak hayat enerjimi geri getirdi. Bir şarkı yaptığınızda işin içinde çok fazla insan oluyor. Romanı yazarken başbaşasınız. Yazarken her şey dinamizmi artırıyor. 10 BÖLÜMLÜK KURTULUŞ SAVAŞI SENFONİSİ GELİYOR Yeni bir kitaba başladım. Yine tarihe not düşme durumu. Annemin anneannesi Halep doğumlu. Şu anda en büyük üç sorun; ekonomi, Suriye ve işsizlik. Suriye'nin büyük sorun haline gelmesindeki temel etken devlet politikaları. Ne olursa olsun, bizim neredeyse 1000 yıllık komşumuz. Komşuyla bu işi çok daha kolay çözebilmeliydik. Ben insanların Suriyelilere bakış açılarını değiştiremem, ama bütün Suriye, sadece burada yaşayan Suriyeliler olarak değil, binlerce yıllık kültüre ev sahipliği yapmış bir ülke. Biraz Asil Dede gibi olacak, destansı ve masalsı... 100 yıl önce bu ülkede Atatürk ve silah arkadaşları, bu fırsat eşitliğinde bu topraklarda yaşamamızı sağlamışlar. Kurtuluş Savaşı destanı yazmaya başladım. 10 bölümlük senfonik eser düşünüyorum. Biraz hızlı ama son derece keyif aldığım bir dönemi yaşıyorum. Kurtuluş Savaşımız bitmedi. Ekonomik, politik, reel olarak bir Kurtuluş Savaşı'nın içindeyiz. Vicdanı, irfanı hür nesille için çabalıyoruz." KURGU: Korhan TOPÇUOĞLU