Ne demek istediniz de, "Bunu mu Demek İstedim?" gösterisi başladı? Hazreti Google, bizim ne sorduğumuza değil, onun en yakın bulduğunu soruyor. Ben de soruları sınırlandırmamak gerektiğini düşünüyorum. Soru sormanın oyunbozanlık, muhalefet, kötülük olarak algılandığı bir dönemden geçiyoruz. Soru soran insanların cezalandırıldığı, refleks olarak gazetecinin soru sorduğu bir dönemde "Niye soru soruyorsun?" diye karşı soru sorulduğu bir dönemde, biz de "Bunu mu demek istedim?"de sorularımıza cevap arayalım dedik. Benim sorularım biraz tarihten. Dedim ki, "Anlamamakta ısrar ediyorsanız, ben size tarihten anlatayım o zaman." Biz bunu tarihle anlattık. Bu da cübbesiz Metin Hoca'dan olsun (Gülüyor). Bu oyunda anlattıklarım belki biraz daha kadın-erkek ilişkisi, yeme-içme kültürü olarak duruyor ama aslında küçücük şeylerin tarihinin, tarihte büyük şeyleri nasıl etkilediğini anlatması açısından da ilginç bir örnek... Bugünle ilgili bazı şeyleri düşündürten birçok hikaye anlatıyorsunuz. İlgi çekici bir üslubunuz var. Bu dengeyi nasıl sağladınız? Gündelik hayatın içerisindeki siyaseti herkes anlatıyor. Ondan bıkkınlık gelmiş ve korku var. Ben tarihçi değilim ama tarihi kaynaklardaki izleri sürmeyi seviyorum. Oradan çıkarak günü tanımlamaya çalışıyorum. Bu da tuttu. Birazcık da yaşlandık herhalde. Aklı kullanmayı öğrendik. Hayatım boyunca zaten sloganlar atmadım, ama hep şunun peşinde oldum: Soru işaretlerini artırmaya çalışıyorum... Umarım sorular sizi bir yerlere götürür. Biz yanıtları bulmak değil, kuşkuyu yaşamak zorundayız. Sizi televizyondan tanıyoruz, ama sosyal medya aracılığıyla muhalif kimliğinizle de kitleler tanıştı... Ben muhalif kimlik taşımıyorum. Benim taşıdığım kimlik, benim söylediklerim bazılarının işine gelmediği için muhalif olarak algılanıyor... Hakikati söylemek noktasında samimi bir diliniz var... Tüm gösterilerimde bir tek şeyin peşindeyim. Bana inanmayabilirsiniz ama size anlatılan ve kocaman doğru olduğu söylenilen şeylere de inanmayın. Soru işaretlerinizi çoğaltın. Yanıt bulamasanız bile soru işaretlerini çoğaltmak sizi kuşkuya götürecektir. Aslında insanlığın ilerlemesini sağlayan da o kuşkudur. Bütün tarih boyunca kabul ettikleri sürece yanılmışlar. 2010'lu yıllarda "Dünya, düzdür" diye ortaya çıkanlar da oldu. Bu kabulle ilgili bir şey. Kabul ettiğiniz sürece inanırsınız, inandığınız sürece aptallaşırsınız. İnanç, aynı zamanda düşünmemeyi getirir. Onun yarattığı aptallık da pek çok şeyden daha tehlikelidir. Anton Çehov'un söylediği gibi: En tehlikeli insan tipi, çok inanandır. O yüzden ben inanmaktan uzak durmaya çalışıyorum. İnancın rahatlığının peşinde değilim, tam tersine araştırmanın, bilimin, kuşkunun peşindeyim. Bunun en güzel izinin sürüleceği yerlerden birisi de tarih. metin-uca BU TUTUCULUK ÇOK İKİ YÜZLÜ Şu sıralarda Türkiye'de soru işareti yasaklansa çok şaşırmayız ama değil mi? Bu konuşmadan sonra soru işaretine de yasak gelebilir (Gülüyor). "Soru işareti kullanmak ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır" diye KHK çıkarabilirler. Oyunda yemek, sevişmek, fazlalıkları vücuttan atmak anlatılıyor. Toplum olarak da bu adabı muşaret kurallarında geri mi gittik? Muhafazakarlaşmanın, o garip tutuculuğun hayatı koruduğu zannedilen bir ortamdayız. Vajina Monologları tiyatro oyunu yasaklarken, "Adını bile söylemek istemiyor" diyorlar. Bence vajinanın söylenmeyecek bir şeyi yok. Ama o mantıkla bakarsanız, "Kaymakam" sözcüğün de sorun var. Bu tutuculuğun çok iki yüzlü olduğunun farkındayım. Hiçbir şeyi korumadığını, eğer korusaydı, çocuk yurtlarında sistematik ve düzenli tecavüz olmazdı, kadına bu kadar yoğun şiddet olmazdı. Bunların yaşandığı bir ülkede sadece sözcükler üzerinden hayatı törpülediğini zannedenler, sadece kendilerini kandırıyorlar. Asıl utanç verici olan sözcükler değil, hayatın içindeki en temel insana saygıyı yitirip, insanları eski Arap masalları üzerinden tuhaf bir tek düzeliğe ve kuşatılmışlığa sürüklemek. Bak kızlar yanarak öldü, aileleri dava açmadılar, o yurdu tamamen ortadan kaldırdılar. Ortada kanıt kalmadı. Utanç duyulacak bir şey varsa budur. Utanılacak olan sözcükler değil, bize dayatılan eskimiş alçak değer yargılarıdır. Bu riyakarlığa oyunda da değiniyorsunuz. 4. Murat'ın içkiyle ilişkisi mesela... Evet, bizim ecdadımız içmez... Kanuni Sultan Süleyman, Muhibbi mahlasıyla yazmış, diyor ki: "İçkiyi sofuya sorma / Tadını bilene sor / Sudan başka hiçbir şeyin tadını bilmez eşek..." "Eşek hoşaftan ne anlar"ı ilk söyleyen kişilerden birisi Kanuni... Ne var bunda? 30 sene at sırtında gitti de, o kadar çoluk çocuğu ne zaman yaptı? Ne zaman yazdı o aşk mektuplarını? Bıraksalar, dünya güzeli bir İtalyan güzel daha kaçırılıyordu... Biz tarihin bu tarafını anlatmaya çalışıyoruz. Tarih övünülecek bir şey değil, bence ders çıkarılacak, farklı bakışları rahatsız edici özelliğiyle de bilim ruhunu taşıyan bir unsur. TOPLUMU TAMAMEN DEĞİŞTİREMEZSİNİZ Bu hikayeler arasında sizi en çok etkileyen hangisi olmuştu? Beni en çok etkileyen, 2. Süleyman döneminde konulan içki vergisi... Çünkü, tahta çıkıldığında dağıtılanlar yetmiyor. Bugün sen 110 liralık verginin yüzde 80'ini vergi olarak ödüyorsun... Çünkü, Diyanet Başkanlığı'ndaki hocalarımızın maaşlarını içenler ödüyor, alkol günah da olsa... O gün de öyleymiş. Tarih tekerrür etmiyor, tarihteki insan aptallıkları devam ediyor. 13. yüzyılda çok önemli bir mühendis var; El-Cezeri... Onun buluşları çok önemli. Ama orada kalmış. Çünkü 14'üncü yüzyıldan itibaren aydınlanma Medici Ailesi ile birlikte İtalya'ya geçiyor. Yunan düşünce aydınlanmasını ilk olarak çeviren doğu toplumları... Ne zamana kadar? En önemli nokta İmam Gazali'nin peşinden gidilmesi ve aydınlanmanın duruşu... 13'üncü yüzyıldan sonra kıpırdayamamışız.
metin-uca2 Fotoğraf ve video: Kubilay Altuğ / Kurgu: Korhan Topçuoğlu
20'inci yüzyılda Atatürk'ün önderliğinde bir aydınlanma var... Evet, büyük bir Aydınlanma var. 1920'lerin koşullarında yapılanlar, 1938'e kadar olan Aydınlanma ve karşı devrimin güçlenmesi... Buna çanak tutan sığ siyasetçiler sayesinde bugün yaşadığımız gerileme... Neredeyse gülünçleşmiş, tuhaf bir şekilde dile getiriliyor. Bu süreç tersine döner mi sizce tekrardan? Toplumu sadece medya baskısıyla ya da belli bir düşünce sistemini dayatarak 16 yılda bir yere yaklaştırabilirsiniz, ama tamamen değiştiremezsiniz. Değiştirememe nedenlerinden en önemlisi Atatürk Aydınlanması sayesinde oturmuş, laik bir devlet refleksinin olması. Kaypak insanların, mücadele kimliğini yitirmişlerin, bir yerlere ait olma isteğinin de bunda ağırlıklı katkısı olabilir ancak ben toplumsal dinamizmin çok yüksek olduğunu biliyorum. Gençlere inanılmaz güveniyorum. Bunları Arap masallarıyla, tuhaf tutuculuklarla hayatta tutamazsınız. HAYAT BİR YERE GİDİYOR, ENGELLEYEMEZSİN Bu umutsuz havayla yurtdışına yönelik göç de oldukça arttı... Ben feda kuşağından geliyorum. 78 kuşağı... Bizden sonra gelenleri asla suçlamadım, daha bireysel oldular diye. Çünkü öyle bir hayat dayatıldı. Hiç kimsenin de hakkı yok. Şu anda yanlış yapan genç kardeşlerimize de olumsuz bir şey söylemeye hakkım yok. Kimsenin hakkı yok, çünkü ne verdiniz de, neyin hesabını soruyorsunuz? Ben şundan yanayım: Bir değişim yaşanıyor. Zannediyor musunuz sade ve sadece batılı ülkelerin zorlamasıyla Gezi olayı ortaya çıktı. Orada başka bir patlama var. Anlamadığın, o güne kadar görmek istemediğin genç bakış dedi ki, "Bana karışma, babam değilsin, hiçbir şeyim değilsin ve ben bana ait olduğuna inandığım her şeyi savunacağım, bunu yaparken sen benim karşıma genç polisi de koysan, başka genci de koysan, o da beni anlayacak ve beraber yürüyeceğiz." Öyle oldu zaten. Sen istediğin kadar meyhaneler kapat, istediğin kadar yerel yönetimlerin baskısıyla bazı şeyleri engellemeye çalış, başaramayacaksın. Hayat bir yere doğru gidiyor, bunu engelleyemezsin. Z Kuşağı'nı ve sonrasını tanımıyorsan senin baskın işe yaramaz... Gazeteciliği özlüyor musunuz? Hayır, hiçbir şekilde özlemiyorum. Ben anlatıcıyım artık. Ben bir şeyi ya iyi yaparım ya da yapmam... Eş zamanlı ve çoklu bir kariyer planlamam vardı, o yüzden sahnenin üzerine çıktım. Kitaplar yazıyorum, gösteriler yapıyorum. Bir tek şey var; o anlatıcı kimliğine zarar vermedim ve insanları eğlendirerek soru işaretlerini çoğaltmaya çalışıyorum. Bu saatten sonra ana akım medyada yarışma sunmak dışında bir şey yapma şansım yok. Unutkanlığın ortadan kalkması gerekiyor. Bizde toplumsal amnezi çok yoğun... Bunama, alzheimer hatta... Bende bir tek balık hafızası yok. metin-uca3 Sağlığınız nasıl? Adamın birisi sosyal medyada yazmış, "İçinde bulunduğunuz durumu anlatın" diye... Birisi de "Sosyal demokrat ve Fenerbahçeliyim" yazmış (Gülüyor). Bundan daha büyük bir şey olmaz. Bağırsağımı düğümlettiler. Şakası bir yana, 50'li yaşlarda kritik sağlık sorunu noktasına geldim. Ama bir sorun çıkmadı, hiçbir şey olmadığı ortaya çıktı. ALİ KOÇ DESTEKLENMELİ Fenerbahçe'yle ilgili değerlendirmeniz nasıl? Ali Koç başkanım, yerinde olmak istemediğim talihsiz bir dönemde başladı. Büyük umutlarla gelmişti. Ben hala yanındayım. Destek olmamız gerekiyor. Fenerbahçe'nin iyi olmasını elbette renklerine gönül vermiş birisi olarak daha çok isterim, ama hiçbir alanda fanatizmim olmadığı gibi bu alanda da yoktur. Benim için Fenerbahçe Basketbol Takımı'nın başarısını konuşmak, şu anki futbol takımının başarısızlığından daha önemli. Bir ülke neyse, sanatı da sporu da o oluyor. Spordan kastım da sadece futbol değil. Aynı zamanda okçuluktaki Mete Gazoz'un da başarısını çok önemsiyorum. Bilal Erdoğan'ı takip ediyor musunuz okçuluk alanında? Tabii... Bence geliştirsin. O alanda da ihtiyaç varsa okçuluk da gelişsin. Sadece Mete Gazoz için söylemiyorum tabii (Gülüyor). Hayat olumluya gidiyorsa, Fenerbahçe de, sosyal demokratlar da gidecektir. Bu ülkede bundan 30 yıl önce yağmur altında babasının elini tutmuş, tek başına sosyal demokratın iktidara gelişini bekleyen kuşaktan geliyorum. 50'li yaşları aşmanın en kötü yanı, her şeyi hatırlamaktır. Ben Türkiye'nin olumlu değişeceğine yönelik inancımı asla yitirmedim. Hiçbir zaman 'Bitti, yandık, öldük' demedim. Çünkü, öldüremiyorlar.