Meraklıları İçin Casuslar Kitabı'nda gerçek komplo ile komplo teorisinin farklı şeyler olduğunu söylüyorsunuz. Gerçek komplo nedir ve biz komplo teorilerine ne kadar meyilliyiz? Komplo teorilerine bütün herkes meyilli, çünkü bilinmezliğe bir merak var. İnsanlar gözlerinin önünde olan biten şeylere inanmayı değil de, hep böyle bir karanlık güçler, üst akıllar bir şeyleri yapıyor diye düşünüyorlar. Oysa olan bitenlerin çoğu gözlerimizin önünde oluyor. Komplo ile komplo teorisini ayıran çok önemli bir şey var. Komplo teorisi, kanıtlanmamış durumlar için kullanılabilir. Sadece akıl yürütme yoluyla, "Arkasında bunun kesin dış güçler vardır, kesin üst akıllar vardır" diye... Bizim gerçekten ortadan bir komplo olup olmadığını anlamamızın bir tane yolu var: Araştırmak... Araştırdığımız zaman gerçekten orada çok ciddi bir komplo, bir entrika olduğunu da görebiliriz, böyle bir şey olmadığını da görebiliriz. Mesela, önemli yanlış inanışlar, şehir efsaneleri var. Hep öyleymiş gibi düşünülüyor, ama onun öyle olmadığını da kanıtlayabiliyoruz artık. Örnek; "ASALA'yı (Milli İstihbarat Teşkilatı) MİT bitirdi. Bunun için de Alaattin Çakıcı'yı kullandı." Böyle bir şey olmadığını kesinlikle biliyoruz. ASALA'yı bitiren, kendi iç çatışmaları ve hatta bunu çok önemli bir MİT yetkilisi Meclis komisyonuna da söylemiş durumda. Ama biz buna inanmayı tercih ediyoruz siyasi nedenlerle... Bu bir örnek olarak verilebilir. murat-yetkin3 Birçok ajan büyükelçiliklere gidip, "Ben sizin için ajanlık yapmak istiyorum" diyor. Ajan olma isteği hangi psikolojiden kaynaklanıyor sizce? Belli bir davranış kalıbı görmedim. Çok değişik nedenlerle gidiliyor. Biri milli ve ideolojik inançlar nedeniyle bağlılık olabilir. Para hırsıyla ya da intikam hırsıyla olabiliyor. Şantajla da olabiliyor. Bir insanın duyulmasını istemediği bir açığını yakalıyorlar ve şantajla casusluk yaptırıyorlar. Bunların hepsinin ayrı psikolojileri var. Belli bir casus tipi yok. Motivasyonları çok farklı olabiliyor. 'ÜSTÜMDE OYUNLAR OYNANIYOR' DEMENİN ANLAMI YOK Buradan Almanya'da giden Hüseyin Yıldırım orada ajanlık yapıyor. Ruzi Nazar, Orta Asya'dan geliyor burada ajanlık yapıyor ama Türkiye sanki yurtdışına ajan ihraç etmemiş gibi... Bizim tuttuğumuz coğrafya, dünyanın en kıymetli coğrafyalarından birisi. Meşhur Arap filozofu İbn-i Haldun'un çok meşhur bir lafı var, "Coğrafya kaderdir" diye. Boğazlar, dünyanın coğrafi olarak en kıymetli stratejik noktaları arasında. Bizans'ta da böyle olmuş, Osmanlı'da da böyle olmuş, bugün de böyle... Burayı tuttuğunuz zaman, buraya göz diken de çok kişi olacaktır. Anormal olan, sizin buna karşı yeterince önlem almamanızdır. "Ah benim üstümde oyunlar oynanıyor" demenin bir anlamı yoktur. Oynanacak tabi... Sen bu kadar kıymetli bir coğrafyanın hakimisin. Sen de ona karşı oyununu oynayacaksın. Bunun örneği var. 2. Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin izlediği politika, hem diplomasiyle hem istihbaratla hem askeriyeyle tamamen buna yönelik... Entrika nedir? Türkiye'yi 2. Dünya Savaşı'nın içine çekmektir. Hem Naziler hem İngilizler hem Sovyetler buna çalışmış... O zaman da İsmet İnönü Cumhurbaşkanı ve İstiklal Savaşı'ndan gelen bir ekip var... Onlar da bir karşı entrika ile bunu önemişler. Türkiye, hem savaşa girmemiş, hem de sonrasında Batı ittifakı içerisinde yer alabilmiş. meraklisi-icin-casuslar-kitabi ÇİÇERO FEVZİ ÇAKMAK'A MEKTUP YAZMIŞ MİT, ünlü Türk ajanları Çiçero (İlyas Bazna) ile Hüseyin Yıldırım'ı da kendilerine çalışmak zorunda bırakmış mı?  Çiçero, 2. Dünya Savaşı'nda Alman Büyükelçisi Franz von Papen'in taktığı kod isimdir İlyas Bazna'ya... Bu kişi, İngiliz Büyükelçisi'nin uşağı. Orada İngiliz Büyükelçisi'nin tedbirsizlikle ortada bıraktığı evrakların fotoğrafını çekiyor ve bunları Almanlara satıyor. Ona bir kod ismi takılıyorlar Çiçero diye... Çiçero, eski Romalı hatip ve siyasetçi. Ondan sonra Türk istihbaratı da bunu gayet güzel kullanıyor. Bu kişinin artık Türk istihbaratına çalıştığını, kitabımızda kesinkes gösterebiliyoruz. İlk defa yayınlanan bir bilgi var kitapta. O da İlyas Bazna'nın Mareşal Fevzi Çakmak'a yazdığı bir mektup var ve para istiyor. "Daha önceki hizmetlerime binaen ben almıştım ama şimdi de bana para lazım, çok zor durumdayım" diyor. Çünkü, Almanlardan aldığı para sahte çıkmış. O da parasız kalmış. Demek ki, bir evveliyatı var bu ilişkinin. Hüseyin Yıldırım apayrı bir durum. Kırşehirli bir gurbetçi ve oto tamircisi. Almanya'ya işçi olarak gidiyor ve para hırsı olan da bir kişi. Orada bir Amerikalıyla tanışıyor. O Amerikalı ile beraber casusluk yaparak elde ettikleri Amerikan belgelerini Doğu Almanlara satmaya başlıyor. Sonra Amerikan cezaevlerinde yatıyor uzun süre. Türkiye iadesini istiyor, 2003 yılında iade ediliyor. Bir gün hapiste yatıyor ve serbest bırakılıyor. Neden olduğunu da ayrıntısıyla anlattık. DARBELERDE RUZİ NAZAR ETKİSİ Ruzi Nazar nasıl etkiliyor Türkiye'nin casusluk tarihini? Çok etkilemiş... Ruzi Nazar, bir Özbek Türk'ü... 2. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu'ya askere alınıyor. Savaş sırasında kaçıyor ve saf değiştirerek, Nazilerin yanına geçiyor. Nazilerin kurduğu Türkistan Birliği'nin istihbarat birimlerinde görev alıyor. Naziler savaşı kaybedince, bu bağlı bulunduğu Alman istihbaratçı Reinhard Gehlen ile Amerikan saflarına geçiyor. Gehlen daha sonra 1947'de CIA'in kuruluşunda çok önemli bir rol oynuyor. Ruzi Nazar da CIA'ye alınıyor. Türkiye'de 1959 ile 1971 arasında CIA'in istasyon şefi olarak görev yapıyor. Görev alanı sadece Türkiye değil, bütün Orta Asya ve Kafkaslar... O dönemde Türkiye'de 27 Mayıs ve 12 Mart darbeleri oluyor. Ruzi, hep işin başında. Sempatik bir şahıs. Türk toplumuyla çok yakın ilişkiler kuruyor, Türkler de bunu seviyor. Türkiye'deki bütün aydın çevrelerin, üniversitelerin ve askerlerin içine giriyor. 12 Mart'tan önce darbeyi yapmak isteyen Cemal Madanoğlu ki, bunun kapısını çalıyor, "Amerika bize yardım etsin, biz darbe yapacağız" diye... Tabii Türkiye'nin çok kanlı bir dönemi. Sağ-sol hareketlerinin olduğu bir dönem. Hepsinde Ruzi Nazar'ı görüyoruz. FETÖ'nün casusluk faaliyetlerinde kök salmasına da o iklim yol açtı diyebilir miyiz? İklim yol açıyor diyebiliriz. O dönem okuyanlar kitapta görecek, çok etkili emekli bir MİT görevlisinin ağzından "Türk-İslam sentezinin tamamen bir Amerikan kurgusu olduğunu" söylüyor. Bunun en önemli uygulayıcısı Ruzi Nazar olmuştur 1960'lar boyunca... Amerika'da McCarthy döneminde Türkiye'de de Komünizmle Mücadele Dernekleri, pan-Türk, pan-İslam dernekleri kurulmuş... Bunların ortak noktaları var. Kurucu üyelerine baktığımda, bir ismi gördüm: Avukat Bekir Berk... O dönem kurulmuş her derneğin neredeyse içinde. Said Nursi'nin avukatı. Nurculuk davasından yargılanan neredeyse herkesin de avukatlığını üstlenmiş. 12 Mart Darbesi oluyor. İrticai faaliyeti var diye polis İzmir'de bir evi basıyor, evdekileri gözaltına alıyor. Gözaltına alınanlardan birisi Fetullah Gülen... O zaman vaizlik yapıyor camiide. Diğeri de Bekir Berk. Bunların tahliyesinden sonra Fetullah Gülen'in nasıl bir hat izlediği az çok biliniyor. Bekir Berk ise Suudi Arabistan'a kaçıyor. Kaçıp orada inzivaya çekilip, dervişane bir hayat geçirmiyor. Cidde Radyosu'nun Türkçe yayınlarını yapıyor. Suudi Arabistan'ın resmi radyo organının Türkçe yayınlarını 1989'a kadar yönetiyor. Suudi Arabistan hükümetinin, istihabaratı da diyebiliriz, bir elemanı olarak devam ediyor hayatına. murat-yetkin4 SAPTANAN SOLCU ÖĞRENCİ AJAN YOK Peki hiç Sovyet istihbarat teşkilatı KGB tarafından kullanılan solcu ajan var mı? Saptayabildiğimiz solcu öğrenci yok. Ama çok ciddiye alınması gereken bir durum var. 1972'de THKP-C örgütünün kuruluş eylemi olarak İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un öldürülme olayı var... Onun esas adı; Efraim Hofstadter. MOSAD'ın kuruluşundan bu yana yaptığı en büyük eylem diye bilinen Nazi toplama kamplarının sorumlusu Adolf Eichmann'ı Arjantin'de takip edip yakalayan 8 kişiden birisi. İsrail'e getirdikten sonra sorgulayan kişi... Dışişleri hizmetine girince İbrani soyismi kullanması gerekiyor ve soyismini değiştiriyor. Öldürüldüğü gün de Eichmann'ın İsrail'e getirilişinin yıldönümü. Böyle çok tuhaf şeyler var. Orada bir yüzbaşı İlyas Aydın diye birisinin adı geçer hep... Göya THKP-C üyesi... Ama anlaşılıyor ki, oraya birileri tarafından yerleştirilmiş bir kişi. Sonra Suriye'de bunun öldüğü söyleniyor. Cansız bedenini gören yok, ne olduğunu bilen yok. Yakın tarihimizdeki büyük soru işaretlerinden birisi olarak öne çıkıyor. Böyle olaylar var. KGB'nin o dönem Ortadoğu'daki faaliyetlerinin başında Haydar Aliyev var. Orada çok önemli bir ajanları var Vadi Haddad adında. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin iki numarası... Bütün o Münih Olimpiyat Köyü baskınından, uçak kaçırmaya kadar hepsinin sorumlusu... Daha sonra ASALA'yı kuracak olan Agop Agopyan, Haddad'ın yardımcısı o zaman. Öyle bir bağlantı var. KGB'nin kadrolu elemanı. Türkiye'den Filistin kamplarına giden gençlerin oldukları yerler KGB bağlantılı olmuş. Bu kadarını söyleyebiliyoruz yani. I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı zamanlarında başarılı olan casuslar, ileriki dönemlerde devlet yönetiminde de etkili yerlere gelmişler. Bugün kim var? Vladamir Putin var... Adam istihbaratın başıymış. ABD'de George Bush var. Baba Bush... CIA'in başkanlığını yapmış bir isim. Haydar Aliyev, modern Azerbaycan'ın kurucu başkanı... KGB'nin çok önemli bir elemanı. Bana kalırsa Gorbaçov tarafından tasfiye edilmeseymiş Sovyetler Birliği'nin yönetimine gelebilecek ve belki de çok daha yumuşak bir geçişi sağlayabilecek bir isimdi. Gorbaçov'dan çok daha çaplı bir politikacıymış. murat-yetkin2GAZETECİLİK MESLEĞİNİ KULLANIYORLAR Casuslar en çok gazetecilik mesleğini kamufle olmak için seçiyor diye bir tespitiniz var. Çok istismar edilen bir meslek. Bütün gizli operasyonlarda kullanılıyor. Bu arada tabii tarihçi Hale Şıvgın'ın saptadığı bir şeyi de geniş kitlelere yaydık: Mustafa Kemal Atatürk de Trablusgarp'a giderken bir gazeteci kimliği kullanıyor. Tanin gazetesinden Mustafa Şerif kimliğiyle Trablusgarp'a gidiyor. Pek çok istihbaratçı gazeteci kimliğini kullanmış. Aynı şekilde arkeolog kimliği arkasına da çok gizlenmişler. Gazeteciler içerisinde casus olduğunu fark ettiğiniz kimse var mı? Yakın zamanda Mustafa Özer var. AFP'de fotomuhabiri olarak çalışan birisi. Sonra KCK operasyonlarında gözaltına alındı. Üçüncü gün kendisinin MİT ajanı olduğunu beyan etti. Hakikatten de MİT geldi onu içeriden çıkardı ve götürdü. Bunu bir örnek olarak verebilirim. OKUR OKUNACAK ŞEY BULAMIYOR Son olarak "Kahveye 5 TL veriliyor ama 1 TL'ye gazete alınmıyor" tartışmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Radikal'in kapanış sürecini yaşamış birisiyim. İnsanlar 50 kuruş verip gazete almadılar, web sitesinden okumayı tercih ettiler, ama Radikal mali nedenlerle kapandı. Şimdi, şöyle bir durum var; evet, gazete okunmuyor artık. Okunan da var ama, çoğunluğu okunmuyor. Televizyon seyredilmiyor. Bunda en büyük etki, sadece kahve fiyatıyla karşılaştırma değil, okunacak şey bulmada izlenen zorluktur. Siz okurların alıştığı gazetelerin yayın çizgilerini değiştirirseniz ve okur içinde okunacak bir şey bulunmadığına inanırsa, gazete almaz.