"Hayatımın çok büyük bir bölümü, tek başına odalarda geçtiğinden dolayı mıdır, nedendir bilmiyorum, içimde ve rüyalarımda haylice mağara vardır" diyen Oruçoğlu, ilk cildini 2005'te 4'üncüsünü de 2011'de yayınladığı ve DİSK Abdullah Baştürk İşçi Edebiyat Ödülü'nü de kazanan Grizu eseriyle ilgili şu ifadeleri kullandı: "Madencilerin yaşamını yazma fikri, asıl ne zaman geldi aklıma? 1973’te, Selimiye cezaevinin eskiden katır ahırları olarak kullanılan yeraltı koğuşlarından birinde yatarken, Türkiye işçi sınıfının doğuş, gelişme ve mücadele tarihini yazmaya karar verdim. Maltepe, Mamak ve Niğde cezaevlerinde, bu amaç doğrultusunda çaba sarf ettim. O zamanlar bereket versin ki kimseye aşık değildim. Aşık olsaydım yazamazdım. Zamanımın ve ruhumun özünü aşk mektupları emerdi. ZONGULDAK MADENCİLERİ DİKKATİMİ ÇEKTİ 'Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi'ni yazarken, dikkatimi en çok, Zonguldak madencilerinin yaşamı çekti. Madencilerin yaşamını romanlaştırmayı düşündüm. Kitabın kaybı bana, işçi sınıfının tarihini yazdın, kaybettin, hiç değilse madencilerin tarihini romanlaştır düşüncesini dayattı. Zola’nın Germinal’ini okudum. Yazmak için elimde kaynak yoktu ve cezaevleri, askeri darbenin ağır baskısı altındaydı. Bu fikri üç yıl unuttum. Cunta bizi, Niğde Cezaevi’nden Zonguldak’ın Bartın’ına sürünce, bu fikir, yeniden yoklamaya başladı beni. Bartın Cezaevi bir dağın dibindeydi. Kendimi, Zonguldak’ta, bir maden ocağında hissettim. Romana başlama arzusu, yeniden gelip çöreklendi yüreğime. Ama kaynak yoktu; olsa bile aramalardan dolayı yazamazdım. Yazılan her şeye el koyuyorlardı. Kaynak ve yazma olanağım olsa, hemen başlar mıydım yazmaya bilemiyorum. Çünkü Bartın yıllarında, bir başka cezaevinde yatan, güzel ve yetenekli, oldukça da akıllı bir kadına aşık olmuştum. Hayal dünyamı ve gücümü aşk mektupları emiyordu. Benim en güzel yanım, tanımadığım, bilmediğim ve görmediğim kadınlara aşık olmaktır. grizu2 Bartın’da, sebep neydi bilmiyorum, 11 günlük bir açlık grevi yaptık. Grevin bitiminden iki gün sonra büyük bir patlama oldu ve yüze yakın madenci öldü. Yaralılara kan vermeye karar verdik. Kan verdim, koğuşa gideyim diye yekinip kalkarken bayıldım. Bayılmam işe yaradı. Kendimi bir madenci gibi hissettim ve romanı yazmaya karar verdim. Haftalarca düşündüm ama yazamayacağımı anladım... 8 YILIMI ALDI Avrupa’ya çıktım. Avrupa bana, maden romanını yazmayı erteletti. Avustralya’ya gittim, Tohum romanını yazmaya başladım. Bunu diğer romanlar izledi. Bu arada, yaşadığım Melbourne kentine üç saat uzaklıkta bulunan Balarat ve Bendigo altın madenlerini gidip iki kere inceledim. Yeraltı beni etkiledi. Zonguldak havzasıyla ilgili kaynaklara ulaşma çabası içine girdim. Yine bir açık maden ocağını gezdim. Sarkıtlı dikitli büyük mağaraları inceledim. Paris’e gittiğimde, duvarlarını binlerce ölünün kafataslarıyla ördükleri o korkunç yeraltı tünelini gezdim. Daha sonra, Almanya’da, Essen’e yakın bir yerde, yerin 1200 metre derinliğine indim, işçiler çalışırken, galerilerde, kömür damarlarında, iki saati aşkın bir süre inceleme yaptım. Müze haline getirilen bir başka kömür ocağını gezdim. Yine, 19. yüzyılda kömür ocakları sistemini, galerileri, kuyuları, asansörleri, tulumba, lağım, tahkimat ve havalandırma sistemlerini, lamba biçimlerini sergileyen bir müzede inceleme yaptım, notlar aldım. Duisburg’ta bulunan, yaşlı, Zonguldaklı madencilerle konuştum. Filmleri izledim. Roman kafamda çok daha belirgin bir hal aldı. Genel olarak Karadeniz, özel olarak da Zonguldak havzasına ilişkin okuma ve not almalarımı aralıksız sürdürdüm. Tarih, folklor, halk yaşamı, coğrafya, arazinin jeolojik durumu, üretim ilişkilerinin geçirdiği aşamalar, etnik yapı ve dil alanlarında  kaynak topladım, yoğunlaştım. Edindiğim çok yönlü bilgi romanın yazımını kolaylaştırdı. Tüm bu incelemelerim, okumalarım içinde, beni en çok, küfeci çocukların durumu ve Cumhuriyet döneminde, yaşlı madencilerle yapılan söyleşiler etkiledi. Yeraltından çok, yeraltında çalışan insanın ruhunda gezinmeye çalıştım. Madenci ruhunun derinliklerine inebildim mi, inemedim mi bilemiyorum. Araştırmalarım, yeniden gözden geçirmelerim de dahil, ömrümün sekiz yılını aldı bu roman.