İkinci albümünüz “No: 34”, İstanbul türkülerinin sizin tarafınızdan aranje edilen retro-funk yorumlarından oluşuyor. Nasıl karar verdiniz bu albümü yapmaya? Uzun zamandır ismini “7” olarak düşündüğüm, Türkiye’nin 7 bölgesini dolaşan , 45-50 dakikalık tek bir eser yapmak fikri zihnimde dolaşıyordu. Bir türlü başlamak fırsatım olmadı. “No:34” bu düşünce içinden çıkmış bir albüm. Ben 7 bölgeyi dolaşan tek bir eser yerine belli bir yapıda tüm bölgeleri tek tek ele almaya karar verdim. Bu bölgelerin kültürel ve sosyal merkez olmuş şehirlerini seçtim. İlk olarak İstanbul… Daha sonra “No:06”, “No:35” şeklinde devam edecek. Bağlam olarak seçtiğim yer ve sound müzik tarihimizin belli yerlerine referans veriyor. Nefesli sazların kullanımı ve bu albümde kurguladığım funk türünün yapısı açısından. Albümün en önemli özelliği ise türkülerin bir koro tarafından söylenmesi ki bu kasıtlı bir seçim. Albümün tanıtımında “hüzünlerini bile neşe içinde yaşayan bu türküler” tanımı kullanılmış Bunu biraz açar mısınız? Zaman içerisinde bütün şarkılar gibi türküler de içeriklerini yavaş yavaş kaybederler veya içerik aşınmasına uğrarlar. Dramatik bir türkü daha sonra insanların göbek attığı bir oyun havasına dönüşebilir. Hepsi için bunu söylemek doğru olmasa bile böyle çok örnek var. İlginç şekilde bazı türküler onları dinlerken müzikal yapısı ve sözleri itibarı ile bizi tek bir duygudan çok farklı duygulara sürükler. Duygular iç içedir bu türkülerde. Dikkat edilmesi gereken yer türkülerin sözleridir. Türk müziğini yineleyerek yenilemek mümkün mü? Akbank Sanat seminerlerinin konusuydu bu terim. Yineleyerek yenilemek yani remix. Üzerinde çok da düşündüm aslında. Şu sonuca vardım; bir eseri yineleyerek yenilemek mümkün olduğu gibi yenileyerek yinelemek de mümkün. Bu eseri ele alan kişinin bakış açısına göre değişebilir kanımca. Ben ikincisi tarafındayım biraz. Türkülere beş kişiden oluşan koro hayat veriyor ve “Pencereden Kar Geliyor” klibinde de bu koroyu görüyoruz. Türküleri seslendirme sürecinde üstünde durduğunuz noktalar neydi? Türküler özellikle anonim olanlar (Ortega y Gasset’den ödünç alalım) “Herkes”in olduğu kadar “hiç kimse”nindir aynı zamanda. Bir grup veya topluluk birlikte o şarkıyı ve türküyü söylerken bu herkes ve hiç kimse duygusunu yaşar. Bir solist yoksa dikkatimiz şarkıcıdan daha fazla türküye ve müziğe yönelir. Dolayısıyla kendimizi o türküyü söylerken buluruz bir anda. Bu sosyolojik olduğu kadar psikolojik bir durum bence. Bu albümde bunu sağlamayı ve bu fikri öne çıkartmayı amaçladım. Solistik performansı geriye çekip koroyla birlikte dinleyiciyi türküyü söylemeye davet etmek.
Nevzat Yılmaz'ın son çalışmasına davulda Cengiz Tural, bas gitarda Erhan Ertetik, gitarda Tolga Şanlı ve Atakan Yörük, nefeslilerde Aycan Teztel, Ege Cengiz, Volkan Şanda, tamburda ve kanunda Miraç Nalkıran, kemanda Çağrı Nar eşlik etti.
Türküleri, yorumlandığı klasik formatta değil de, rock, pop, funk gibi cover’larda görmeye başladık. Bu, gençleri bu türe çekme çabası olabilir mi?
Stravinski “Müziğin Poetikası” kitabında; şöyle der; “Her şey toz duman olup dağıldığında ortada kalan melodidir.” Müzik türleri ve yapıları zaman içerisinde toplumsal alandan geriye çekilebilir. Onların eskidiği veya yok olduğu yanılsaması ortaya çıkabilir ancak birisi onlardan birini veya birkaçını çağa uygun bir formda yapıp önümüze koyduğu zaman durum apaçık ortaya çıkar. Sürekli önümüze “eski şarkıların” yorumlanmış biçimleri gelip, gençlerin bu melodileri sanki yeni yapılmış gibi sahiplenişleri üzerine düşünmek lazım. Toplumsalın içine işlemiş, orada duran ve her daim ortaya çıkarılmayı bekleyen, adeta ruhu ortalarda dolaşan bu eserler, farkında olmasalar da gençlerin önünde sonunda karşılaşacakları toplumsal belleği bize hatırlatır. Bu hatırlatma ve ortaya çıkarma önemlidir ancak nitelikli olursa. Geleneksel Türk müziği sizce evrensel mi? Evrensellik kategorisi tarihsel bir konu. Siyasi-ekonomik ve kültürel tarih okuyan herkes bunu bilir. Evrensellik kategorisinin müziğe uygulanması da bu tarihsellik içine oluşmuştur. Zaman içerisinde doğu-batı kategorilerinin kurulması ve batı müziğinin armonik yapısının evrenselliğin ön koşulu olduğu kabulü burada önemli bir yer teşkil eder. Doğu müziği yatay (tek sesli) Batı müziği dikey (armonik ve çok sesli) bir yapıya sahiptir. Bunlar o formaları kendi iç dünyalarının sonucu ortaya çıkmış yapılardır. Bir karşılaştırma yaparak birinin diğerine üstünlüğünü savunmak çağcıl bir düşünce değildir. Önemli olan her müzik formunun kendi içerisindeki unsurları bulup, onları yeniden çağcıl kılmak için çaba sarf etmektir. Bu konuda son söz, geleneği korumak küllere tapmak değil, ateşi harlamaktır.