Prömiyerden sonra konuşmanda "Bu oyuna cesur bir oyun demeyin, sevmek öyle bir şey değil" demiştin. Nasıl bir şey senin için sevmek? İbrahim Çiçek: Sinemada, tiyatroda, resimde veya heykelde, sanatçının yaptığı eylemin anarşisi, mücadelesi ve mücadelenin de beraberinde getirdiği his cesaret olarak tanımlanıyor. Ama sevmek üzerine olan bir şeyi cesaret diye tanımladığımız zaman sevmenin kendisindeki bütün sıcak hissi yok etmiş oluyoruz. Sevmek cesaret istemez ki! Sevmek, içgüdüsel bir şeydir. Bir duygu refleksidir. Sevmek için mücadele etmek zorunda kalmak, cesaret isteyebilir evet. Aslında ideal dünyada bunun için cesur olmak gerekmiyor. Benim söylemek istediğim şey buydu.
sercannilperisahinkayaibrahimcicek Nilperi Şahinkaya ve İbrahim Çiçek ile Craft Tiyatro'da buluştuk.
Tiyatrolarda, filmlerde neden karakterleri kahramanlaştırma eğilimi duyuyoruz sence? Nilperi Şahinkaya: Bence kahramanlara ihtiyaç duyuyoruz, evet... Bu ölüm korkusundan geliyor muhtemelen. Bir şekilde kendimizi korumak ya da korkumuzu yenmek için onlara tutunuyoruz. İ.Ç.: İnsanların dine, lidere, devletlerin bir başa ihtiyacı buradan geliyor. Bir şeyin peşinden gitme ihtiyacı güdüsel aslında. Bu sebepten de bir kahraman arıyoruz. Oyunda mücadele eden iki insanın anti kahraman olduğunun altını çizdik özellikle. Biz ne doktoru ne de Ned'i sevmek zorunda değiliz. Çok da sevmiyoruz aslında. Sadece hak veriyoruz. Genel olarak maalesef insan içgüdüsü bir şeye sığınmaya çok müsait ve kahraman aramamızın sebebi de bu... N. Ş.: Anti kahramanlar da çok cezbediyor. Çünkü onların yıkık tarafları ve karanlık tarafları da aslında "O bir kahraman ama o da aslında zayıf, öfkeli" dedirtiyor. 'İDEALİZE EDİLMİŞ BİR ŞEYİ İZLEMEKTEN ÇOK SIKILDIM' Nilperi, senin oynadığın karakter Dr. Emma Brookner'da da bunu çok net görüyoruz değil mi? Hem fiziksel engeli var hem dışlanıyor hem de hastalarına kimi eylemleri yasaklıyor... N. Ş.: Kesinlikle... Aynı zamanda sivri dili, öfkeli hali, çaresizliği... Oralardan seyirci çok bağlantı kuruyor. İ. Ç.: Bir de ben izleyici olarak idealize edilmiş bir şeyi izlemekten çok sıkıldım. Kendin gibi bir şey izlemek istiyorsun. Bir doktorun yetersiz olmasıyla, senin iş hayatındaki yetersizliğin aynı şey. O zaman da direkt ilişkiyi öyle kurabiliyoruz. "Bir doktor var, her şeyi çözer" değil... Bu oyunda gördüğümüz gibi çözmeye çalışır aslında. Sinemada da bu böyle. Çok güzel adam, çok güzel kadın... Hayat öyle değil ki... Normal insanlarız ve normal olanı izlemek istiyoruz. İlk gösteriden sonra duygularınız çok yoğundu. O an ne hissettiniz? N. Ş.: "Oldu bu iş diye" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Tabii şimdi yönetmenimin yanında öyle demeyeyim (Gülüyor). Hâlâ bir sürü not okuyor her oyundan sonra. Hep daha iyisini bulmaya çalışıyoruz. Seyirciye pek oynamadığımız ve aylarca prova yaptığımız için, işin içine girince, iyi mi gidiyor, kötü mü gidiyor diye düşünüyorsun. İbrahim zaten çok perfeksiyonisttir. Hiçbir zaman "Çok iyisiniz" demez. O yüzden "Ne yapıyoruz biz" diye düşündük. Konu da çok hassas, Türk toplumu için özellikle... Sonra, seyircinin ne kadar sarsıldığını gördükçe çok mutlu olduk. İ. Ç.: Bir şeyin içine giriyorsun, dört ay boyunca bir odada oyun çalışıyorsun. Sen o süreçte aslında belki de çok yanlış veya çok doğru bir şey yapıyorsun. Bir süre sonra da çalışmanın içerisinde o gerçeklik kayboluyor. _fcs3393 Rolüyle ilgili direnç gösteren oyuncu oldu mu? İ. Ç.: Hayır. Çok uğraştık ama hiç direnç gösteren olmadı. Çok hassas bir oyun olduğu için zaten direnç gösterenle çalışamazdım. Ortak dil için herkesin hazır olda beklemesi gerekiyordu. İbrahim, senin tıp eğitimi alman Nilperi'yle role hazırlanırken etkili oldu mu? İ. Ç.: Hiç ellemedim o noktayı, çünkü o zaman benim çıkardığım doktor olacaktı. Nilperi zaten kendi yolculuğunu çok başarıyla tamamladı. O zaten, bir doktor düşünmüştü, ben bir doktor düşünmüştüm. Sonra onları birbirine diktik. 'ÖTEKİLEŞTİRME GİTGİDE ARTIYOR' Oyunun bahsettiği kimlik meselesine gelirsek, eşcinselleri yine devlet dışlıyor, bürokrasi dışlıyor, toplum dışlıyor... Türkiye'nin bu durumla sınavını nasıl değerlendirirsiniz? N. Ş.: Ben üzülüyorum. Şu anda harika bir noktada değiliz. Ötekileştirme ya da bölünme gitgide artıyor geçtiğimiz senelere göre. Ama şunu söyleyeyim, yurt dışında büyümüş biri olarak, kendi ülkeme baktığımda, biz yine de çok güzel insanlarız. Yardımsever bir toplumuz. Gerçekten zor bir şeyi atlatmamız gerekiyorsa ülke çapında, birbirimize kenetlenen bir toplumuz. Yurt dışında insanlar daha bireysel, daha pragmatik insanlardı. Burada öyle olmadığı için ben bir noktada kötü olan şeylerin düzeleceğine inanıyorum. Vicdanımız var, vicdanlı bir toplumuz. İ. Ç.: Bu ötekileştirme mevzusunda şöyle bir şey var, sıcak ülke insanı olduğumuz için bir tez canlılık var. "Evet, ben ötekileştiriyorum" demiyor kimse. Farkında değil sadece. Toplumun ona söylediği bir şey. Bir fark etse zaten yapmayacak. Bilinçle yapılan bir şey olduğunu düşünmüyorum. Toplum ona, "Sen homofobik ol" diyor. Peki, üstlenilen kimlikleri savunma sürecinde kişinin kendisini radikalleştirmesinden söz edebilir miyiz? Bu noktada bir özeleştiriye ihtiyaç yok mu? İ. Ç.: Aynen öyle... Aslında bu da bize dayatılan bir şey. Dünyanın herhangi bir yerinde bunu bir sürü felsefe üzerinden konuşabilirsin ama bizde, iş siyasetse, bir merkez, bir sol ve bir sağ var. Önce bunun içerisinde bir yere oturtuluyorsun, sonra da onun içinde de radikalleşiyorsun. O da bir ihtiyaçtan doğuyor. Ancak o şekilde bir yere konumlanabiliyorsun. Bu anlamda bir özeleştiriye ihtiyacımız var, çünkü sen kendi yolunu bulmadan, sana en yakın olan bir yere doğru gitme ihtiyacı yaşıyorsun. Sanatta da böyle... Tam olarak bir akımı seçmek derdin yok, ama seni o tarafa itiyorlar ki, "bir" ol, "tek" ol... Radikalleşmeyi bize Türkiye'de dayatıyorlar. Geçmiş hükümetler, şimdiki hükümet, televizyonlar, bilirkişiler... ibrahim-cicek-nilperi-sahinkaya Nilperi, sen bu konuştuğumuz durumdan etkilenmemek için nasıl muhafaza ediyorsun kendini? N. Ş.: Ben hiçbir zaman zaten kendimi bir yere ait hissetmedim. Aidiyetsizlik duygusu hep oldu. Yurt dışında farklı ülkelerde yaşayıp büyüdüğüm için hiçbir zaman "Ben şuraya ait olmalıyım" gibi bir hisse kapılmadım. Kişiliğim bu şekilde şekillendiği için bu saatten sonra da aynı şekilde düşünüyorum. O da zor bir şey bu arada... Ben de zorluklarını yaşıyorum. Bazen "Ben, şuraya aidim" diyebilmek isterim. Kök salmak istiyor insan... N. Ş.: Ee, tabii... Kök salmak. Orada bir aileye girmiş gibi de hissediyorsun kendini. Diğer türlü çünkü yalnız hissediyorsun. 'TİYATRODAN ARTIK PARA KAZANILABİLECEK' "Ekranlardan tanıdığımız oyuncular artık tiyatroya daha fazla ağırlık veriyorlar, ekranları tercih etmiyorlar" diyebilir miyiz? N. Ş.: Evet! Ben 2010'da mezun olup çalışmaya başladım. 2010'da bile dizi sektörü çok daha parlaktı. Şimdi daha az dizi çıkıyor. Onu da konuşuyoruz aramızda. Eskiden bir sürü dizi çıkıyordu, senaryolar çok iyiydi. İnsanlar artık tiyatronun değerini daha çok anlamaya başladı. İ. Ç.: Tiyatronun bir sektör olma yolculuğu var, şu an aslında onun içindeyiz. Bundan 10 yıl önce tiyatrodan para kazanılmıyordu. Şimdi para kazanma ihtimalleri görünmeye başlandı. İnanıyorum ki, tiyatrodan artık para kazanılabilecek. Tabii ki bir sinema veya dizi kadar kazandırmayacak ama insanların en azından "Ben kötü bir dizi veya sinema filminde oynamak istemiyorum" deme özgürlüğüne erişebilecekleri tiyatro sektörü gelişiyor. Ben dizi yapan oyuncularla çalıştığımda şöyle bir şey görüyorum; kendisini kanıtlama çabası oluyor, o çaba da ancak tiyatroyla mümkün. Oyuncular da kendi içlerinde tiyatro oyunculuğunu daha değerli ve daha zor buluyor. O yüzden herkes tiyatro yapmak istiyor.
basliksiz-9 Kalp'te Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu, Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara ve Soner Kurt sahne alıyor. Oyunun müzikleri Ömer Sarıgedik'e, dekor tasarımı Kerem Çetinel'e, kareografi Bahadır Efe ve Göksun Büyükkahraman'a ait.
İbrahim senin yönetmenlik kariyerinde kendisini muhafaza etmek isteyen, dışarıdan yapılacak bir müdahaleye karşı hassas karakterlerin ağırlıklı olarak yer aldığı oyunlar mı baskın? İ. Ç.: Yutmak'la Kalp arasındaki direkt bağlantıyı bireysel hikayeden ziyade, şöyle bir yerden bağlayayım: Orada da yalnızlıkla baş etmeye çalışan insanlar var, Kalp'te de var... Kalabalık içinde yine yalnızlar, ancak el ele verirlerse çıkışı buluyorlar. Ben oyuncu yöneterek oyun yönetiyorum. Anlattığım derdi dürüstçe anlatabiliyorsam, işimi başarılı bir şekilde yapıyorum. O seneki derdim neyse, ona dair söz söyleyen oyunu iyi oyuncularla buluşturmaya çalışıyorum.