Bugünden yüz yıl sonra bile söz konusu İngilizlerin ünlü kurgusal karakteri ajan James Bond olduğunda ilk onun adı anılacak. Çünkü o ilk James Bond. 31 Ekim Cumartesi günü yaşamını yitiren usta aktör, bir sinema efsanesi olarak hayata gözlerini yumdu. O bazen görevinin peşindeki James Bond’du, bazen de Murder on the Orient Express’teki (Şark Ekspresinde Cinayet) Albay Arbuthnot. Kimi zaman Robin Hood oldu, kimi zaman da The Untouchables’taki (Dokunulmazlar) Jim Malone. Sadece oyuncu değildi; yapımcı, seslendirmen ve yönetmen de oldu. Umberto Eco’nun yazdığı ‘Gülün Adı’ (Il nome della rosa) adlı efsane romanın sinemaya uyarlamasında William of Baskerville olarak karşımıza çıktı. Bu rol oyuncuya BAFTA En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirecekti. Söz konusu sinema olduğunda anlatmakla bitmeyecek bir karakterden bahsediyoruz. Bu bir Sean Connery portresi ve biz bu derlemede size onun hayatından bazı detaylar aktaracağız.
The Name of the Rose'dan (Gülün Adı) bir sahne. (1986)
JAMES BOND İLK KEZ İSTANBUL'DA Tarih 1963, hem James Bond’un hem de Sean Connery’nin ikinci filmi çekiliyor. ‘From Russia with Love’, yani ‘Rusya'dan Sevgilerle’. Çoğu insanın hatırladığı gibi 2012 yapımı olan ‘Skyfall’da İngiliz oyuncu Daniel Craig’in hayat verdiği James Bond’un yolu İstanbul’dan geçmişti. O tarihlerde Türk medyasında sıklıkla gündeme gelen bu durum anbean takip edilmiş, James Bond’un İstanbul’a gelişi büyük bir ilgiyle izlenmişti. Ancak bu Bond’un İstanbul’a ilk gelişi değildi. İlk gelişin ardında ilk James Bond olan Sean Connery’nin imzası vardı. İngiliz Gizli Servisi tarafından görevlendirilen Bond’un İstanbul macerası, o zamanki adı Yeşilköy Havalimanı olan Atatürk Havalimanı’nda başlamış ve filmin büyük bir kısmı İstanbul’da geçmişti. Bir zamanların meşhur treni Orient Express (Şark Ekspresi) de filmin geçtiği mekânlardan biriydi. Bond’un partneri Tatiana Romanova’ya hayat veren isimse İtalyan aktris Daniela Bianchi olmuştu. Sean Connery bu filmin çekiminden iki yıl sonra hem İngiltere’de hem de ABD’de en iyi gişe yıldızı olacaktı.
James Bond (Sean Connery) ve Tatiana Romanova (Daniela Bianchi) İstanbul Boğazı'nda Dolmabahçe Sarayı açıklarında.
DİPTEN GELEN BİR YILDIZ Yıl 1930, 25 Ağustos tarihinde İskoçya’nın Edinburg şehrinde doğan bir bebek: Thomas Sean Connery. Beşiği, bir bira fabrikasının yanındaki soğuk bir dairede bir şifonyerin alt çekmecesi. Salondaki iki tuvalet diğer üç aile ile paylaşılıyor. Babası Joe, bir kauçuk fabrikasında haftada iki pound kazanıyor, annesi ise arada temizlikçi olarak çalışıyor. Thomas, dokuz yaşındayken okula gitmeden önce erken saatlerde çalışabileceği bir iş buluyor. Bir at arabasında dört saat boyunca süt dağıtıyor. Kendisinden sekiz yaş küçük Neil adında bir kardeşi var. O zamanlar henüz bir yaşında. Kardeşi olan Thomas, çalışarak ailesine destek oluyor. Haftada bir yeterli parası olursa halka açık hamamlara gidiyor ve sırf temizlenmek için yüzüyor. 13 yaşında tam zamanlı bir sütçü oluyor. İngiltere’nin dört yıl boyunca savaş hâlinde olduğu İkinci Dünya Savaşı yılları. Üç yıl sonra askerler eve döndükten sonra Connery de genç bir adam olarak Kraliyet Donanması’na katılıyor. Donanmaya 12 yıllığına kaydolmuş olsa da 19 yaşındayken ülser dolayısıyla ayrılmak zorunda kalmıştı. Artık mobilya cilalayarak para kazanıyor ve boş zamanlarında futbol oynayıp (yarı profesyonel) vücut geliştiriyordu. Vücut geliştirme hobisi oyuncu olmasına vesile oldu. 1953’te bir arkadaşıyla birlikte Mr. Universe (dünya çapında bir vücut geliştirme yarışması) için Londra’ya gitti. Bu yarışmada üçüncü olup küçük bir ödül alacak, ardından katıldığı bir turnede oyunculuk serüvenini teşvik eden akıl hocasını bulacaktı.
Sean Connery'nin oynadığı James Bond karakterinin milyonların hafızasına kazınan jeneriğinden.
KİTAPLAR HAYATINI DEĞİŞTİRDİ Amerikalı aktör Robert Henderson, ona George Bernard Shaw, Oscar Wilde ve Henrik Ibsen'in tüm oyunlarının yanı sıra Proust'un 'Kayıp Zamanın İzinde', James Joyce'un 'Ulysses' ve Thomas Wolfe'un romanlarını da içeren bir okuma programı verdi. Böylece Sean Connery’yi James Bond yapacak hikâyenin tohumları ekilmeye başlanmıştı. Connery, 1992'de The Houston Chronicle'a verdiği bir röportajda o günlerde boş vakitlerinin tamamını İngiltere, İrlanda, İskoçya ve Galler'deki kütüphanelerde geçirdiğini söyler. Durmaksızın okuyan bu adam kitaplarla ilgili şöyle diyordu: "Karanlık olduğumuz gecelerde, yapabildiğim her oyunu görürdüm. Ama kişinin hayatını değiştirebilecek olan en önemli şey kitaplar ve okumalardır. Ben bunun yaşayan bir kanıtıyım. " 12 yaşındaki Charles Dickens'ın ayakkabı boyası yapan bir fabrikada çalıştığı aylar gibi, Sean Connery’nin de mahrum çocukluğu hayatının geri kalanını tamamen etkileyecekti. 63 yaşındayken verdiği bir röportajda banyonun kendisi için hâlâ çok özel bir şey olduğunu söyleyecekti. 'Diamonds Are Forever' filminden kazandığı milyon doları ise yoksul İskoçların eğitim almasına yardımcı olmak için kurduğu bir organizasyon olan Scottish International Education Trust'a vermişti. İSKOÇYA’NIN BAĞIMSIZLIĞINDAN YANAYDI Bir İngiliz fenomeni olan James Bond’a ruhunu veren bu adam, siyasi açıdan oynadığı karakterin çok uzağında bir noktada duruyordu. Kendisi "İskoç milliyetçisi" olarak anılıyor. 2014'te bağımsızlık konusunda ulusal bir referandum yaklaşırken, Londra'da yayınlanan İngiliz siyasi dergisi The New Statesman için yazdığı makalede şu ifadeleri kullanmıştı: "Hem İskoçya'ya hem de sanata ömür boyu aşık olan bir İskoç olarak, bağımsızlık fırsatının kaçırılamayacak kadar iyi olduğuna inanıyorum. Basitçe söylemek gerekirse, yeni bir ulus yaratmaktan daha yaratıcı bir eylem yoktur." Sean Connery’nin bu husustaki tavrı çok net olsa da birincil ikametgahı İskoçya'da olmadığı için oy kullanma hakkına sahip değildi.
İskoç oyuncu ve yapımcı Sean Connery, yıllar sonra tatil için geri döndüğü İstanbul'da. / DepoPhotos, 22 Temmuz 2005
ROL SEÇİMİNDE DENEYSEL OLMAYA ÖZEN GÖSTERDİ Sinema tarihine damga vuran birçok filmde rol aldı. Unutulmayacak izler bıraktı. James Bond’u arkasında bıraktığı andan itibaren muhteşem bir genç adamdan unutulmayacak bir karakter oyuncusuna dönüşmeye başladı. 1987'de The Times'a verdiği bir demeçte "Burt Lancaster'ın Kirk Douglas'tan daha uzun, daha çeşitli bir kariyere sahip olmasının nedeni, sınırlı kalmasına izin vermemesiydi" demişti. Tıpkı onun gibi rol seçiminde deneysel olmaya özen gösterdiğini söylüyor, "daha yaşlı olmak ya da daha aptal görünmek benim için sorun değil" diyordu. Bugün geldiğimiz noktada oyunculuk mesleği açısından bunları söylemek günümüzün olmazsa olmaz detaylarından biri ama 1987 yılında bunu benimsemiş olmak her oyuncunun harcı değildi. "HİÇBİR BOND ONUN KADAR İYİ DEĞİLDİ" Sean Connery tam yedi kez 'Ajan 007'ye hayat verdi. İlk beş filmde onun imzası vardı. Sonrasında bıraktığı James Bond’a iki kez geri döndü. 1962’de 'Dr. No', 1963'te James Bond'un yolunun İstanbul'dan geçtiği 'From Russia with Love', 1964'te 'Goldfinger', 1965’te 'Thunderball', 1967'de 'You Only Live Twice', 1971’de 'Diamonds Are Forever' ve 1983'te ise ‘Never Say Never Again'. James Bond’un dünyadaki sıkı takipçilerine tek tek sorsanız, büyük çoğunluğu için James Bond’a hayat veren hiç kimse Sean Connery kadar büyük bir etki bırakmamıştır. İlkler her zaman unutulmaz değildir ancak Sean Connery bu anlamda kesinlikle ‘unutulmaz’ oldu.
‘Dr. No’ filmiyle James Bond'un sinema serüveni başlıyor. James Bond, İsviçreli oyuncu Ursula Andress'in hayat verdiği Honey Rider ile birlikte.
1967’de ‘You Only Live Twice’tan sonra Bond oynamaktan bıkan aktörün yerini 1969’daki ‘On Her Majesty's Secret Service’ filminde Avustralyalı aktör ve model George Lazenby almış ama aynı etkiyi yaratmamıştı. Ardından Connery 1971’de ‘Diamonds Are Forever’ filmiyle Bond’a geri döndü. Onu geri döndürmek için filmin brüt gelirinin yüzde 12’sine karşılık gelen 1 milyon dolarlık bir teklif yapmak gerekti. Bu filmin ardından Connery, Bond’u bir kez daha bıraktı. Bu kez rolü devralan isim İngiliz oyuncu Roger Moore oldu. Yıllar sonra 1983 yılında Connery James Bond’a son kez geri dönecekti. Son Bond filmi olan 'Never Say Never Again'i o dönem Türkiye’de yaşayan insanlar daha çok 'Asla Asla Deme' adıyla hatırlayacaktır.
Soldan sağa: Sean Connery, Roger Moore, George Lazenby
“YAŞAYAN EN SEKSİ AKTÖR” SEÇİLMESİNE CEVABI 1970'ler ve 80'ler Sean Connery’nin zarif bir dönüşüm yaşadığı yıllar olmuştur. Mesleğinde artık usta mertebesine yükselen aktör, zamanla dünya sinemasının en büyük yaşlı adamlarından birine dönüşecekti. 1989 yılında 59 yaşındayken karizması azalmak bir kenara artmaya devam etmişti. O yıl People dergisi onu ‘Yaşayan En Seksi Adam’ ilan etti. Sean Connery’nin buna cevabı ise “pek çok erkeğin öldüklerinde seksi olmadığı” şeklinde oldu. 18 yaşındayken koluna koyduğu "İskoçya Sonsuza Kadar" dövmesini hiçbir zaman çıkarmadı. Kimliğini inkâr etme ya da kendini bir İngiliz beyefendisine dönüştürme eğilimi de olmadı. 1987'de The Times'a söylediği şey belki de onun unutulmaz bir oyuncu olmasının en önemli nedenlerinden biri. Sean Connery mesleki hayatı boyunca ışıklar içinde görünen ve anlatılan bir yıldız. Şüphesiz ki bundan sonra da bir efsane olarak anılacak. Ancak bu başarının ardında başta da söylediğimiz gibi dipten gelen bir hikâye var. Kısacası Sean Connery, tıpkı bir dip dalga gibi kitaplarla örülmüş bir başlangıcın hikâyesi. Bu derlemedeki bilgilerin önemli bir bölümü Aljean Harmetz'in New York Times'taki makalesinden alınmıştır.