Nefha'yı okuduğumda, cennette de olsak, dünyada da olsak, adı sanı bilinmeyen topluluklar bir şeyi talep ettiklerinde onu alma noktasında mahir olduklarını gördüm. Bunu söyleyebilir miyiz? Hayatın gerçeği bu. Hayat geriye adım atmaz. Sürekli ileriye doğru gider. Sadece bir yapı evrimleşmez, komple o yapının bütünlediği büyük varlık da evrimleşir. Bu zihinsel evrimleşme olur, sosyal evrimleşme olur... O evrimleşme sürecinde de hayat geriye adım atmayacağı için sürekli ileriye doğru, daha medeniye, daha çağdaşa doğru, daha karşılıklı anlayışa, hoşgörüye, uzgörüye doğru ilerler. 500 sene önce böyle değildi dünya. Bugün biz ne kadar vahşi ve sert görsek de, dünya çok daha sert dönemlerden geldi buraya. İnsanların taleplerinin yok sayıldığı dönemlerden geldi. Daha iyi günlere doğru da gidecek. Bu bir süreç. Ben görürüm ya da göremem, konu o değil. Sürecin realitesi bu. Nefha'da Mikail var, melekler var, Azazil ve Ademoğlu cennetten kovulmuş. Bu bahsettiğiniz uygarlaşma ya da medenileşmenin sonucunda bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bu medenileşme de daha fazla acıya, bizi şaşırtacak kötülüğe denk geleceğimizi mi gösteriyor? Bilmek, azıcık lanetlenmek gibi bir şey. Ne kadar çok şey bilirseniz, etrafınıza o kadar çok belayı çekersiniz. Bildiğiniz zaman açıkları da biliyorsunuz, fenalıkları da biliyorsunuz. Yanlışları da biliyorsunuz. Topyekun bilmek, çok fazla acı çekmektir. Eğer mistik olarak söylemek gerekirse, lanetlenmek gibi bir şeydir neredeyse. Çok görmeyiz, bilen insanların takdir gördüğünü, çok el üstünde tutulduğunu... Bilhassa onlar hırpalanırlar. Toplumsal lince, tarihin her döneminde, tabi tutulurlar. Burada da öyle. Bildikçe, öğrendikçe cennetteki varlıklar, yeni şeylere doğru kapı açtıkça canları yanmaya başlıyor, çünkü daha fazla şey bilmenin getirilerinden bir tanesi bu... Acı çekmek... nefha 'İNSANSI İŞARETLERLE VERİLİR YOL TARİFLERİ' Uhrevi bir dünya var burada ama biz Mikail'in Azazil'e "Büyük Usta" denilip melecikler tarafından yüceltildiğinde onu kıskanmasını çok insansı hissediyoruz. Bu uhrevi dünyayla insansılık arasındaki ilişkiyi nasıl kurdunuz? Kendimden kurdum. Baktığım, gördüğüm dünyadan kurdum. Uhrevi bir görüş var mıdır, diye sorarsan bana, yoktur. Bana Allah'ı veya cenneti uhrevi bir dille tarif et bakalım... Hayır, kendi dilinle tarif edebilirsin, kendi bilginle, kendi algınla, kendi sınırlarınla sınırlayarak... İnsan gibi tarif edersin. Ne denir dört kitabi dinde de, "Seni yakarım." Öyle bir cehennem düşün ki, odunu, kömürü var veya gaz ocakları var ve seni yakan insana benzeyen bir Allah var. Başka bir Allah hayal edemezsin, tahayyül edemezsin. En yüce varlığı bile kendi havsalanla, kendi fikriyatınla, kendi algı sınırlarınla var edebilirsin hayal dünyanda. Bu da böyle... Ne kadar uhrevi görünse de her şey aslında insani görüş açısıyla anlatılabilir. Başka türlü anlatılamaz. Dini tesfir eden bütün kitaplar da böyle anlatılabilir. İnsansı işaretlerle verilir yol tarifleri. "Şu şöyle olursa, böyle olur" dediğin zaman o insana özgü bir şeydir. İnsan üstü bir varlığın bilmediğin, görmediğin ve hayal gücün onu tasavvur etmeye el vermediği için onun gözüyle bakman mümkün değil zaten. Ben kendi gözümle baktığım için kendimden bildim ya da bana bu dini veya diğer dinleri öğreten toplumun genel kabullerinden bildim. Kitapta temel bir özneden bahsedemiyoruz. Kah Mikail öne çıkıyor, kah Cebrail... Melecikler de bir topluluk olarak ön planda... Melecikler, bugün yaşadığımız dünya konjonktürünü düşünüldüğünde nasıl tarif edilebilir? Her yere düşer. Bir tarafta patronlar vardır. Belki kötü insanlar değildir ama patrondur onlar. Sineğin yağın şuradan sıkıp, şuradan yalayacak adamdır. İneğin memesindeki son damla sütü alıncaya kadar o ineğe rahat vermeyecek olan adamlardır. Bir tarafta da o patronların şemsiyesi altında barındığını, o sayede yaşadığını düşünen, onu öyle düşündüğü için patronları o kadar patron yapan insanlar vardır. Bu süreç böyle devam eder gider. Bu dünyanın her yerinde ve her tarihinde böyledir. Sosyalist devletlerde de, komünist devletlerde de, faşist devletlerde de, liberal devletlerde de böyledir. Bir yönetenler vardır, bir de yönetilenler vardır. Yönetenlerin gözünde yönetilenler her zaman yok hükmündedir, eğer onların işine yaramıyorsanız. Peki, yönetilenlerden ne bekliyoruz? Sizin hayaliniz ne? Soracaklar. Burada soruyor melekler. Sorgulayacaklar. "Bir dakika, aklıma yatmadı" demeyi bilecekler. "Aklıma yatmadı dediğimde, sen benim ekmeğimi elimden alırsın, canımı yakarsın" dersen sen beni güçlü vehmedersen, ben güçlüyümdür artık. Sen vehmetmezsen ben seninle eşitimdir. Sana bağlı... YAZMA DİSİPLİNİM, DİSİPLİNSİZ Dinin özüyle değil de gösteriş tarzı olarak hayatımızı geçirdiğimiz bir dönem yaşıyoruz herhalde... Siz bu romanları yazarken, "Ya Cebrail yazılır mı, Mikail yazılır mı" diye bir tepki alacağınızı düşünmüş müydünüz ya da bugüne kadar tepki aldınız mı? Hayır, hayır. Hiçbir tepki almadım. Alacağımı da düşünmüyorum. Zaten dinler, melekleri kutsamaz ve yüceltmez. Bilakis insanı kutsak, eşrefi mahluk olan insandır. Melek ona secde edecek, hizmet edecek olandır. Ona uhrevi dünyanın bütün güçlerini, Allah izin verdiği ölçüde, sunacak, yoluna serecek olan varlıktır melek. Dolayısıyla benim melekleri burada zemmettiğim, suçladığım, ayıpladığım herhangi bir şey de yok, ama melekleri insan gözüyle görünce, onlarda da insansı noksanlıklar olduğunu görebiliyoruz zaten. skaymaz2 Çeşitli epigraflar var kitapta... Mevlana'dan, Fuzuli'den, Hasan Hüseyin Korkmazgil'den... Bunları nasıl seçtiniz? Onlar benim yazma disiplinimle alakalı. Disiplinsiz yazıyorum, yani yazma disiplinim, disiplinsiz. Bazen o epigraf bana bir paragrafı açıyor veya bir bölümü açıyor. Önce o epigraf geliyor. O sayfanın başına konuyor. Sonra bakıyorum o bölüm akmış gitmiş, sanki onun anahtarı olmuş gibi. Bazen de tam tersi oluyor. Bölüm yazılıp bitiriliyor, hâlâ epigraf yok. Akla gelmeyle, hatırlamayla, "Aa, denk düştü" demekle alakalı oluyor. Ama önceden gelirse, öyle olmuyor. O arkadan gelenlerin yolunu açıyor. Şundan bahsedebilir miyiz; yönetenler diye melecikleri düşünebiliyoruz, yöneteni de bir yere koyuyoruz ama bir de ara katman var: Kadim melekler.. Onlar da kimi zaman sorgulamaya giriştiklerinde hemen geri adım atıyorlar. Bu insanın da içgüdüsel ereği mi? Tabii, zaten cidden dindarsanız, bu dininizin de emri. Allah, Kuran'ı Kerim'de insanı azarlar, "Hiç mi düşünmezsiniz" diye... Eğer siz bu dine inanan biriyseniz düşünmenin, "Oturdum, patron buna şuna 'Şişedir' dedi, 'Evet, bu şişedir" demek olmadığını bilirsiniz. "Ya bu şişe değilse?" demek olduğunu bilirsiniz. Düşünmek böyle bir şey. Düşünüyorsa, düşünen kafalara birtakım fikirler üşüşür. Artı yönde de üşüşür, eksi yönde de üşüşür. Eğer, düşünmeniz istenmişse size şu söylenmiştir aslında: "İster artı düşün, ister eksi düşün, ama düşün!" Biz bu noktada sorumluluk almaktan kaçındığımız için dünya bu noktaya geldi diyebilir miyiz? Dünya topyekun bir cinnet yaşıyor şu anda. Hatta bir dönem o Soğuk Savaş döneminde planlı bir cinnetti o. Kasıtlı büyütülen gerginlik süreciydi. Soğuk Savaş bittikten sonra plansız bir cinnet başladı. Herkes bir yerlerden deliriyor, bir yerlerden saçmalamaya başlıyor. Aşırı akımlar birdenbire oradan buradan sivilce gibi patlamaya başlıyor. Bu, "Dünya kaşınıyor" demektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce böyle kaşınmıştı. Milliyetçi akımlar, aşırı dinci akımlar almış yürümüştü. Ekonomik doktrinlerin en sertleri; faşizm, komünizm almış yürümüştü. O ekonomik doktrinlerin planlı bir cinnet olduğunu biliyoruz. Şu dönemdeyse plansız bir cinnet... Birdenbire bir yerlerden birileri kendine jilet atmaya başladı gibi hissediyorum. Şu anda dünyanın genelinde böyle bir tablo var. En aklı başında ülkeye gidiyorsunuz, buzulları eritiyor. En mutedil ülkeye gidiyorsunuz, insanlarını eziyor, hor görüyor, har vurup harman savuruyor. Böyle bir saçmalık, böyle bir karışıklık var. En sakin ülkeye gidiyorsunuz, deli gibi silahlanıyor. Bir şeylere hazırlanıyor dünya. Video kurgu: Korhan Topçuoğlu