20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketlerinden biri şüphesiz ki pop art’tı. Soyut sanatın yapmacılıktan yıkıldığını iddia ederek patlamış, aynen verdiği ses gibi POP! Bu, bazılarına göre ‘popüler’ kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Türkiye’de ise son yıllarda, pop tutkusunu kendine has medyafüzyon tekniğiyle zirveye çıkaran kadınsa Pınar DuPre oldu. DuPre başarılı çalışmaları ile ülkemizde olduğu gibi yurt dışında da oldukça ses getiren bir ressam. O; New York, Miami, İrlanda, Londra ve Fransa gibi sanatın kalbinin attığı yerlerde tablolarıyla ülkemizi temsil ediyor. Maalesef birçoğunuz onu Taksim’in göbeğinde uyuşturucu iğne ile saldırıya uğradıktan sonra tanıdı. Başından geçen korkunç olayın ardından sanatçı, bir anda tüm Türkiye’nin gündemine oturdu. Çünkü bizi sokaktaki korkularımızla yüzleştirdi... Her neyse... Kötü günler geride kaldığına göre, güzel şeylerden bahsedebiliriz. Eserleriyle sanatseverleri adeta kendi renkli dünyasının içine çeken DuPre, bu ay İstanbul’da yeni bir sergi açmaya hazırlanıyor. Sergi öncesi sanatçıyla İstinye’deki atölyesinde bir araya geldik. Atölyeye girdiğim anda başım döndü! Başımı döndüren boya kokuları mı yoksa eşsiz tabloların güzelliği mi diye düşündüm. Ama bu sorunun yanıtını fazla aramadım çünkü tablolarının başımı döndürdüğü aşikardı... Hangisine bakacağımı şaşırmıştım... İstanbul’da olanlarınıza atölyeyi ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz ve sizleri Pınar Alea DuPre ile olan söyleşimizle baş başa bırakıyoruz.  
Pınar Dupre - Melis Bayraktar / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek Pınar Dupre - Melis Bayraktar / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek
Resim senin hayatına nasıl girdi? Aslında resim hiç hayatımdan çıkmadı. Çocukluğumdan beri resim yapıyorum. İlk yağlı boya tablomu 12 - 13 yaşları arasındayken tamamlamıştım. Fakat tabii Güzel Sanatlar Fakültesi’nden değil de, Viyana Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Güzel Sanatlarda okumana ailen mi karşı çıkmıştı? Resim yapmama karşı değillerdi fakat kaygıları vardı. Bu nedenle de onlara, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gitmem o yıllarda çok mantıklı gelmemişti. Ben de hobi olarak resim yapıyordum. Sonra ne oldu? Kim seni keşfetti? Bir gün bir mimar arkadaşım bizim eve geldi ve ‘Neden bir sergi açmıyorsun?’ dedi. O zaman ilk sergimi açmaya karar verdim. Daha sonra da zaten galerilerden teklifler gelmeye başladı. Anlaşılan o ki hızlı bir giriş yapmışsın! Teşekkür ediyorum.
Pınar Alea Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek Pınar Alea Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek
Türkiye’deki ilk kişisel sergini ne zaman açtın? İlk kişisel sergimi 2008 yılında, modern müzik ve eski ustalar arasındaki ilişkiyi kurguladığım ‘Reincarnation of Art’ serisi ile Lucca Art’da açtım. Yarı profesyonel bir sergiydi. Sonra? ‘Devam Ettiği Sürece Güzeldi’ sergimi Gallery Linart’ta gerçekleştirdim. Ardından Gama Art, Studio RTI, Galeri İlayda, Galeri Espas gibi birçok galeride kişisel ve karma sergilere katıldım. Geçtiğimiz haftalarda da Fransa’nın Lyon şehrinde, resimlerinin yer aldığı bir sergi düzenlendi. O Nasıl geçti? İstanbul dışında daha önce Viyana, İngiltere, New York, Beyrut, Miami gibi bir çok yerde eserlerim sergilenmişti fakat Fransa çok yeni benim için... Çok taze... Buna rağmen güzel ve keyifli geçti. Yeni çıkardığım seri ile özellikle çok ilgileniyorlar. 3 YIL ARADAN SONRA İSTANBUL'A YENİ SERGİ GELİYOR Peki biz bu yeni seriyi görebilecek miyiz? Evet görebileceksiniz. Sevil Dolmacı ile çalışmaya başladım. Bu ay bir sergimiz olacak Sevil Dolmacı Art Consultancy'de. Bu sergi benim için çok önemli. Çünkü üç yıl aradan sonra, eski ve yeni eserlerimi bir arada toparlayacağım bir sergi olacak bu. Sergide; hem ‘Snapshot’ serisinden eserlerimi, hem de bu yeni ‘Human Topology’ serisini bir arada görebileceksiniz. Uzun bir süredir bunun üzerinde çalışıyorum. ‘Snapshot’ ile ‘Human Topology’ serisi arasında ne gibi farklılıklar var? Snapshot serimde insanların maskeli ve süslü yaşamlarını, diğer bir deyişle tüketim toplumu içindeki yarışını eserlerime taşırken; ‘Human Topology’ serisinde uçakta seyahat ederken aşağıya baktığımız zaman gördüğümüz doğanın topolojisinden etkilendim. Sonuçta biz toprak anadan geliyoruz ve gideceğimiz yer de yine orası... Bir de bu yeni seriyi ilk kez farklı bir teknikle, pastacılık malzemeleri kullanarak yaptım. Nasıl yani? Cupcake’ler var ya hani onların üstlerini süslemek için dantel uçlar vardır. Onu transfer ettim ve öyle yaptım bu son seriyi. Harika! Eserlerinde pop-art sanat akımının etkilerini fazlaca görüyoruz. Çok doğru! Pop-Art beni çerçevesine esir almış bir akım.
Melis Bayraktar - Pınar Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek Melis Bayraktar - Pınar Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek
Bilmeyenler için bize kısaca pop – art akımından bahsedebilir misin? Pop-art’ın hikayesi 1956’da İngiltere’de başlasa bile beklenen patlama 60’larda Amerika’dan geliyor. Dönemin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı bir başkaldırı olarak gelişen pop-art akım, adından da geçtiği gibi pop bir akımdır. Türkiye’de ancak 1970’lerden sonra etkisini göstermeye başlamıştır. Ancak bu etki başlangıçta kopyalama şeklinde gerçekleşir. Sanatçı özgürdür... Hazır malzemeler kullanılarak tuvaller de farklı formlar tercih edebilir. Sprey boyalar kullanabilir. Ayrıca, hazır imgelerden de yararlanabilir... KADINLARIN HER YERDE OLMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM Çalışmalarında kadın figürünü bolca görüyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı? Evet, özellikle de Snapshot koleksiyonumda bolca kadın var. Kadınların her yerde olması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca zaten kadın imgesi pop sanatın başlıca konularından da biri.
Pınar Dupre - Atatürk tablosu Pınar Alea Dupre - Atatürk Tablosu
ATATÜRK'TEN BAŞKASININ TABLOSUNU YAPMAM! Kadın figürünün yanı sıra, Pop-art’ın popüler imge dağarcığının siyasi anlamını göz önünde bulundurursak, daha önce hiç bir siyasiyi resmetmiş miydin? Bir tek Mustafa Kemal Atatürk’ün tablosunu yapmıştım. Bir başkasını da yapmam zaten! Resim yaparken dijital araçlar ve en son endüstriyel tekniklerden faydalanıyor musun? Evet, kanvasın ötesine bakarak gerçekliğimizi farklı yorumlamak için; bir çok farklı tekniği birden kullanıyorum. Çoğunlukla çizimlerimi ilk olarak dijital ortamda gerçekleştiriyorum. Daha sonra da onları kanvasa aktarıyorum. Eserlerimde kullandığım dijital sanatlar, algımızın sanallığını yansıtırken; akrilik, varak ve ‘epoxy’ gibi kullandığım klasik sanat araçları da, gerçekliğimizin yaratılmış ve dokunulabilir tarafını yansıtıyor. Akrilikleri farklı aletlerle kullanmayı seviyorum. Ne yeni medyayı kullanmaktan, ne de eski medyayı kullanmaktan vazgeçebiliyorum. YAPMAK İSTEDİKLERİMİZİ YAPAMIYORSAK ASIL SORUMLU BİZLERİZ Ressam olarak hayatta kalmak zordur, hem de çok zor... Sense 10 yılda yerli yabancı birçok önemli sergide yer almayı başardın. Bravo! Evet, özellikle de ‘Türk’ olarak dünya metropollerinde, en saygın galerilerde sergi açmaya kalkınca hiç kolay değil ressam olmak... Fakat imkansız da değil! Ben eserlerimle Türkiye dışında New York, Miami, İrlanda, Londra ve son olarak da Fransa’daki galerilerde sergilere katıldım. Açtığım sergilerde oldu. Bana göre; hayatta yapmak istediklerimizi yapamıyorsak, bunun asıl sorumlusu çevresel faktörler değil bizleriz. Engelleri aşmak için pes etmemeli ve sınırlarımızı zorlamaya devam etmeliyiz.
Pınar Alea Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek Pınar Alea Dupre / Fotoğraf: Mustafa Kızgınyürek
TÜRKİYE'DE BAŞARILI SANATÇILAR YOK MU ZANNEDİYORSUN? Sence ırkçılık ‘en modern’ gözüyle baktığımız sanat dünyasını da mı ele geçirmiş durumda? Tam olarak ırkçılık demeyelim fakat sen de en az benim kadar iyi biliyorsun ki Türklere karşı inanılmaz bir ön yargı var. Türkiye’de başarılı sanatçılar yok mu zannediyorsunuz? Var! Bir çok başarılı sanatçımız var. Fakat bunların kaçı yurtdışına gidip tutunabiliyor? Bana göre bunun tek bir nedeni var. O da bizlere karşı olan ‘ön yargı’... Tekrar hatırlatmak gibi olacak ama Taksim’deki saldırı nasıl gerçekleşti? Güpegündüz yaz ortasında oldu. Taksim gibi merkezi bir yerde! Çok korkmuştum. Olay, Taksim The Marmara'nın yanından çıkan yokuşun ucunda Metroya doğru yürüyorkrn gerçekleşti. 10 yaşlarındaki bir çocuk yerde oturuyordu, yanından geçtikten sonra kalçama ‘pıt' diye birşey batırdı.. Batırıp batırmadığından, beni ellemek mi istediğini.. ne yaptığını anlamadım bile.. dönüp baktığımda yokuş aşağı koşarak kaçıyordu. Uğraşmak istemedim, ‘çocuklar bile sapıklaştı’ diyip bir an evvel metroya gitmek istedim. Sanki birşey batırmışdı... Ama kalçamı ellediğimde bir ıslaklık da vardı. Hızlıca metroya doğru yürüken başımın döndüğün fark ettim. Metro'nun merdivenlerinden inerken çok net bacağımın uyuştuğunu ve bilincimin gitmek üzere olduğunu anladım. Bana bir uyuşturucu verildiğini hemen idrak ederek ilk güvenli yere koştum, çünkü artık bayağı bacaklarımı hissedemez oldum. Toplam 3-4 saniye de oluyor tüm bu anlattıklarım. Merdivenlerin solunda bir kitapçı var, oradaki bayanlardan panik içinde yardım istedim, elimden geldiği kadar anlattım olayı. O sırada başım ciddi anlamda dönüyor ve nefes alamıyordum. Kalp krizi yaşıyor gibiydim ama aynı zamanda el ve kolumdaki hissiyat gidiyordu. Bir saniye sonra ayakta duramıyordum ve beni kasanın arkasınadaki bir sandalyeye oturtup güvene aldılar. Güvenlik görevlisi hemen geldi. Eşimi aradılar cünkü konuşamıyordum ve cep telefonunu tutamaz oldum. Elim ayağımı hissedemedim ve kafamı duvara dayayarak şok içinde orada kalakaldım. Görevli ve çalışan bayanlar inanılmaz yardımcı oldular. Su içemiyordum kafamı tutarak içirdiler bir iki yudum, kolonya sürdüler. Bu arada eşim geldi (çok yakın bir yerde çalışıyor.. o yüzden hemen gelebildi). Metro görevlisi tekerlekli sandalye getirdi ve o şekilde beni hastaneye kaldırdılar. .. uyuşturucunun tam sistemimden çıkması birkaç saat aldı. Başımdan geçen bu olayları kendi Facebook hesabımdan arkadaşlarımı uyarmak amacıyla yazdım. Dikkatli olsunlar diye... Sen de alıp haber yapmışsın. Ben haber olsun diye yazmamıştım... Sonrasında tüm basın mensupları peşime düştü. İnananlar inanmayanlar... Gerçekten korkunçtu... Psikolojik destek alarak atlattım o günün ben de bıraktığı izleri... Ama şimdi iyiyim. Ve daha iyi olacağım.