Ünlü yazar ve dramaturg Yasmina Reza'nın son oyunu yine gişe rekoru kırıyor. 1994 yılında yazıp sahnelediği Sanat (Art) oyunuyla tiyatro dünyasını sarsar ve farklı ülkelerde bir çok ödül alır, sonrasında 2008 yılında zirve yaptığı 'Vahşet Tanrısı' (Le Dieu Du Carnage) oyunuyla şöhretine şöhret katar, nitekim bu oyun Roman Polanski tarafından sinemaya uyarlanır ve Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olarak gösterilir. Reza'nın yazdığı son oyunu 'Bella Figura', 2015 yılında Thomas Ostermeier tarafından Almanca olarak Berlin''de sahnelendi. 7 Kasım 2017'den itibaren ise orijinal dilinde, yani Fransızca olarak, Paris'te, Rond-Point Tiyatrosu'nda 31 Aralık'a kadar oynanıyor ve Reza yeni oyununu bizzat kendisi sahneye koyuyor. bella-figura6 Reza'nın tiyatro oyunları otuz beş dile çevrilip uyarlandı ve sahnelendi. Romanları ile okuyucudan büyük ilgi toplayan  kalemi, kişilerin yaşamını seyrederek tutulan bir günlük gibi... Ona göre yazmak, gidilemeyen yerlere gitmeye benziyor. Eserlerinde, daha ziyade, başarısız ama gururlu ve mutlu karakterlere yer verir. Bu karakterlerin hikayelerini anlatırken nükteli bir kötümserlik sergiler. Reza trajediyi komikten geçerek, bütünü hiçten geçerek, derinliği hafiften geçerek anlatmaya çalışır. Reza'nın tekstlerinde hep aynı takıntılarına rastlarız, yazar genelde, aynı tip bir tema etrafında döner. Bu kendini tekrarlama hali, her seferinde yenilediği karakterlerle anlam kazanır. Onun yarattığı karakterlerin hiçbirinin ortak bir geçmişi, ortak bir bağı yoktur, her biri farklı farklı sosyal sınıflara aittir. Yeni karakterler, aynı şeyleri değişik bir şekilde dile getirirler. Onun kurduğu dünya yalnızlığın dünyasıdır. Reza'nın bu dünyaya yerleştirdiği karakterler de yalnızlık içindedirler. 'Bella Figura' yani 'İyi Bir İzlenim Bırakmak' oyunu, hangi sosyal sınıftan olursa olsun, her bireyin sosyal ortamlarda beğeni toplamak için, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmasını, zarafetle bir yaşam tarzını hatta felsefesini vurgulamaya gayret etmesini nükteli bir dille hicvediyor. Perde açılır. Sahnede sarı bir Audi araba... Sıcak bir yaz gecesi... İki sevgili Andrea (Emmanuelle Devos ) ve Boris (Louis de Lencquesaing) bir taşra restoranının parkında münakaşa etmekte... Boris evli, iflasın eşiğindeki bir un fabrikasının sahibi... Beş yıldır Boris'in sevgilisi olan Andrea, bir eczanede ilaç hazırlayan, boşanmış bir anne. Geldikleri bu restoranı Boris'in eşi tavsiye ettiği için Andrea tavırlı, o restorana girmek istemiyor, bu durumdan rahatsız ve sevgilisine bozuk... Arabadan çıkmayı reddeder... Arabanın içinde sigara üstüne sigara içmeye devam eder. Borç batağına saplanmış olan Boris yaptığı bu hatayı bir an evvel telafi etmeye uğraşır. Melankolik, acılı ve duygusal konuşmalarıyla bu kaba adamın tek düşüncesi sevgilisiyle bir an evvel yemek yeyip sevişmek... Sevgilisini bir türlü yumuşatamayan Boris, park yerini terk etmek üzere arabanın direksiyonuna geçer, arabayı çalıştırır, geri vitese takar, arkadan geçmekte olan yaşlı bir kadına, Yvonne'a çarpar ve onu yere devirir... bella-figura4 Panikleyen çift, yaşlı kadına yardım etmek için arabadan çıkar. O esnada, yaşlı kadının oğlu ve gelinini görürüz... Bu üçlü yaşlı annenin doğum gününü kutlamak için o lokantaya gelmiştir. Yara almadan yerden kalkan Yvonne (Josiane Stoleru ) Alzheimer hastalığının belirtilerini taşıyan, sürekli oğluna ve gelinine gıcıklık yapan sinsi, yaramaz bir çocuk adeta... Bir yandan, annesini devamlı alttan almaya çalışan ve gerginleşen ortamı yumuşatmak için soytarılık yapan Eric (Micha Lescot), öbür yandan da eşi Françoise'ı (Camille Japy ) yatıştırmaya gayret ediyor. Fakat, Françoise, kaçak sevgili Boris'in eşinin gençlik arkadaşıdır ve düştüğü bu durumdan hiç hoşnut değildir. Boris'in, küskün metresi Andrea, uzun topuklu kırmızı ayakkabıları ve kolunda çantasıyla oradan oraya salınırken, yaşına göre çok kısa ve seksi elbisesinin eteğini çekiştirmekte, bir yandan sigarasını tüttürürken, sinirlerini yatıştırmak için antidepresan haplarını da bir bir üstüne yutmakta.... Sürekli gülümseyen, zarif ve hoş bir eda takınan Andrea, kendisini doğum günü masasına metazori davet ettirir. Bu durumdan çok rahatsız olan Françoise'a aldırış etmeyen Andrea, Boris'in bu arsızca davranışa mani olmak için uğraşmasını da görmezden gelir. Yaşlı kadın , kendisi gibi sakinleştirici haplar ve sinek kovucular kullanan bu kışkırtıcı kadına hayran olur ve Andrea'nın her davranışını hoşgörü ve sevgiyle karşılar, gelinine ve oğluna nispet yaparcasına onunla suç birliği yapmaya başlar. Andrea, Françoise'ın kocasını da, bir yandan, baştan çıkarmaya başlar. Normal bir görüntünün arkasında pusu kurmuş delilik, kontrolden çıkmış olarak adeta bir hortlak gibi ara ara başını uzatır... bella-figura3 Durumu kurtarmak için söylenen sayısız yalanlar arasında Eric, fabrikasını kurtarabilmesi için Boris'e teknik ve ticari taktikler verir. Bu rezaletlerin ortasında Boris'in eşinin yakın arkadaşı Françoise nasıl bir tavır takınacağını kestiremez. En eğlenceli sahnelerden biri tuvaletlerde geçiyor. Andrea'nın arsızlığına artık dayanamayan Boris, onu kolundan çekiştirerek yemek masasından uzaklaştırmaya çalışır, tuvalete giderler. El yıkama tezgahının üzerinde sevişmeye başlarlar. Aniden yaşlı Yvonne tuvalete iner ve onları yarı çıplak yakalar, tuvaletin içine girip kapıyı kilitler, elbisesini sıyırıp çişini yapmak için oturur, sevgililer onun çıkmasını beklerken, yaşlı kadın yanından bir saniye bile ayırmadığı çantasının içindeki not defterini tuvalete düşürür, aksilenmeye başlar, oğlu, gelini ve kaçak sevgililer kapıyı kırıp içeri girerler ve not defterini kuburdan çıkarmayı başaran Andrea olur. Bu sahne bürlesk tiyatronun bir mücevheri adeta... Jacques Gabel'in sahne tasarımı mükemmel. Boş bir alanda muhteşem sarı bir Audi araba, süratle değişen sahneler: Otelin lobisi, otelin restoranı, otelin tuvaletleri, tekrar otelin park yeri... Sahneler değişirken Nathan Zanogar ve Theodore Eristoff'un yaptığı müzik nefis. Rolling Stones'ların 'Gimme Shelter'in modernize edilmiş bir nakaratı... Dronographe'ların tasarladığı video görüntüler sayesinde, gece vakti o kırsal alanı, otları, sazlıkları, gölgeleri ve kurbağa seslerini bire bir hissedebiliyoruz. bella-figura5 Emmanuelle Devos, uzun biçimli bacaklarıyla, şaşkın sefil aptallaşmış, kırılganlığın sınırında her an devrilecekmiş gibi duran nevrozlu eczacı kalfasını yorumlarken, yeteneğini sonuna kadar kullanıyor ve çok normal gibi görünüp deliliğin eşiğindeki bu karakteri başarılı bir şekilde oynuyor. Ama oyundaki benim en favori oyuncum, anneyi oynayan Josiane Stoleru. Neşeli, kompleksiz bir ustalıkla bu zor karakteri karikatürize ederek yorumlarken harikalar yaratıyor. Yaşlılığını, bunaklığını, unutkanlıklarını, sevecenliğini, acımasızca gaddarlığını büyük bir dakiklikle oynuyor. Dramaturg, vodvilin kalıplarını alt üst ediyor. Çatlayan cilanın arasından çıkan yarık, karakterlerin en içteki yetmezliğini, bozukluğunu, arızalarını, kusurlarını, yalnızlık kaygısı karşısında insani korkaklığını , mutluluğun belirsizliğini, evlilik şirketinin iflasını, başarısız çiftlerin modern yalnızlığını ve yaşlılığın trajedisini, sürrealist ve kara mizah bir anlatımla sahneden aktarıyor, daha doğrusu yaşamın felsefesini yapıyor. [old_news_related_template title="Benzersiz bir piyes: Duvarların İçinde" desc="Her hikaye başka hikayeler doğuruyor ve böyle devam ediyor, sonra makara boşalmaya, geri sarmaya başlıyor ve taşlar yerli yerine oturmaya başlıyor. Yine kaydeden bir kamera, bir sayfayı çevirme hızında değiştirilen kostümler ve peruklarla Alexis Mihalik, kendi türünde benzersiz bir piyes ortaya çıkarmış." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2017/11/intra-muros2.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/benzersiz-bir-piyes-duvarlarin-icinde/"]