Ömrünü sinemaya adamış, bu yolda her türlü zorluğa göğüs germiş bir değer Yılmaz Güney. Onu bu çetin yolculuğunda hiç yalnız bırakmayan eşi Fatoş Güney serüvenini ve yaşadıklarını kaleme aldı. Güney’in yoldaşı, onunla birlikte hayatı güzelleştiren sevgilisi Fatoş Güney ‘Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun’ adlı yeni kitabında kalbinin kapılarını açtı. İthaki Yayınları’ndan çıkan kitap, Kadıköy Moda’da doğup büyüyen Fatoş Güney’in, sinemanın ‘Çirkin Kralı’ ile kesişen zorlu ve umut dolu yolculuğun hikâyesi… “Her şeye rağmen her şey güzel olacaktı. Bir gün mutlaka kazanacaktık!” diyen Fatoş Güney’le kitabı hakkında konuştuk.
Yılmaz Güney.
- Kitabınızın adı bir şiir dizesi gibi. Kitapta, ‘Duvar’ filminin adı olacakken son anda vazgeçildiğini anlatıyorsunuz. Bu isim sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Topluma yönelik baskılar neticesinde ortaya çıkan sıkışmışlık hissi, bireyleri fanuslara sıkıştırdığı için ben de halimizi kafeslerin içine hapsolmuş kuşlara benzettiğimden ötürü bu ismi tercih ettim. Yılmaz Güney’le mektup tadında bir konuşmayla başlayan kitap, yer yer sizi yazma konusunda cesaretlendiren ve yaşadıklarınızın bilinmesini isteyen Güney’in vasiyeti gibi... Evet, Yılmaz’dan kalan vasiyetti bana yazmak. Kendisinin yazacak vakti olmadı ne yazık ki. Ayrıca ben vasiyet olmasa da aktarmak isterdim tüm bunları çünkü yaşadıklarımız sıradışı olaylar ve hissettiklerimiz sıradışı duygulardı. - Sizin dediğiniz gibi “yazmak ölümden bir şey koparmak” mıdır sahiden? Anıları yazmak ve toplumla paylaşmak bireysellikten toplumsal tarihe geçmek demektir. Eğer bu yazıların içinde kültürel, sanatsal, siyasal değişimlerin tanıklığı da varsa ve ölümü de unutulmak olarak düşünürsek ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılacaktır. Aslında yazmak tamamen ölüme ve unutulmaya bir başkaldırıdır. - Yaşadıklarınızı bu kitap vesilesiyle bir kez daha yad etmek size neler hissettirdi? Duyguları ve olayları yeniden hatırlamanın ve hatta yeniden yaşamanın ağırlığı altında bir kez daha karşıt duyguların çarpışmasını yaşadım. Sonuç olarak yazmak beni oldukça rahatlattı diyebilirim. - Sinemaya tutkuyla bağlı Yılmaz Güney’in dünyasında yer almanızın onda nasıl bir karşılığı vardı sizce? Onda derin bir karşılığım olmasa bu ilişki yıllarca sürmezdi zaten. Birbirimize karşı kuvvetli bir çekim duyuyorduk ve içimizde her zorluğun üstesinden gelen aşk ve tutkunun gücü vardı.

Toplumun desteği bize güç verdi

- Güney’in politik kimliği, hep bir belirsizlik içinde geçen zamanlar, beklentiler ve hayal kırıklıkları... Nasıl başa çıkabildiniz? En başta Yılmaz’ın desteği, oğlumun varlığı, aynı fikirleri paylaşıyor olmamız, toplumun desteği ve inançlı, kararlı durma zorunluluğu bize güç verdi. - “Hayatımı sadece onun karısı olarak yaşamamalıydım... Geçmişteki kararlarımdan en ufak bir rahatsızlık duymak istemiyordum” diyorsunuz. Hiç pişman oldunuz mu? Asla. Yeniden yaşamak mümkün olsa, yine aynısını yaşardım. Ama onun karısı olmak dışında, benim de güçlü bir kişiliğim vardı. Komplekse kapılmadan ismini taşıdım ve yine taşırım.

VAR OLMA MÜCADELESİ

 - Kitapta, Yılmaz Güney mutlulukla arasına hep mesafe koyan bir tutum içinde. Sizce hiç mutlu oldu mu? Onun için başarmak mutluluğa giden yoldu. Tüm yaşamı var olma mücadelesiyle geçmişti. Mutluluk onun için bir arada olmak demekti, olamadı. 47 yaşında hayatını kaybetti. - Cezaevleri, işkenceler, tehditler... Umudunuzu nereden besliyordunuz? Nazım’ın şiirinde söylediği gibi, “Güneşli güzel günler göreceğiz.” Her şeye rağmen her şey güzel olacaktı. Bir gün mutlaka kazanacaktık!

Umut her zaman var

- Güney’in de her daim karşılaştığı sansür meselesi çok da aşılmış bir konu değil... Siz bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durum en az geçmişteki kadar kötü... Düşünce ve ifade özgürlükleri sosyal ve sanatsal katmanlarda ve Kürtler üzerinde halen devam etmektedir. O günlerden ileriye bakarken bir umudumuz vardı. Bugün itibarıyla aynı heyecanımız yoksa da yine de umudumuzu kaybetmememiz gerekiyor...
Fatoş Güney.