Yusuf Bilir, Latmos’un vahşi coğrafyasında doğmuş. Önceki yıl hastalanıncaya kadar, 65 yıl boyunca bu coğrafyadan hiç uzaklaşmamış. 35 yıl önce evlenmeye karar verdiğinde, Teslime hanım ile birlikte kendi yuvalarını, bu gün yaşadıkları evlerini yapmak için omuz omuza çalışmışlar. Yusuf Bilir, her taraf kayalık olsa da, ev yapacak taşları haftalar, hatta aylarca sırtında taşıyarak ev inşaatını başlatmış. Bilir’in eğitimi yok, bir inşatta dahi çalışmamış, ama içgüdüsel mimari bilgisiyle evini tek başına projelendirmiş. Dağın gözlerden uzak, ulaşımın olmadığı, en yakın köye yaklaşık 4 kilometre uzaklıkta, su ve meteorolojik koşulların uygun olduğu bir yerini seçmiş. Kendisinden binlerce yıl önce bu dağlarda yaşayan insanların yaptığı gibi, doğadan yararlanarak, doğayla uyumlu evini, yemek ve ekmek ihtiyaçları için fırını, ocağı yapmış. KİŞİYE ÖZEL BARAJ
FOTO: SÖZCÜ
Su ihtiyaçları için yağmur sularının sel olup aktığı iki kayanın arasını doldurup, kendine özel barajını inşa etmiş. Kendi ihtiyaçlarına yetecek kadar tarım yapacağı mini mini tarlalar oluşturmuş. Bilir çifti, süt, peynir ihtiyaçları için bir iki büyükbaş hayvan, yumurta ve et ihtiyaçları için birkaç tavuk edinince kendi deyimleriyle Latmos’un en zenginleri olmuş. Arada zorunlu ihtiyaçları gidermek için gittiği köy dışında, şehir yaşamını dünyalarından çıkarmış. Teknolojik gelişmeleri köye gittikçe görmüşler. Ama hiç biri onların ilgisini çekmemiş. Teslime Bilir’in zaman zaman açıp, çalan türkülere eşlik ettiği tek teknolojik alet olan pilli radyo dışında. ÇAMAŞIR, BULAŞIK MAKİNESİ, BUZDOLABI BİLMİYOR Teslime Bilir, kendi deyimiyle evin iç işleyişini yürütüyor. İçme suyunu kayadan kayaya atlayarak bir buçuk kilometre uzaktan getiriyor. Elektriği, çamaşır, bulaşık makinesini, buzdolabını nadir de olsa köye gittiğinde görüyor. Onun için buzdolabı, iki kayanın arasındaki serin oyuk. Çamaşırlarını odun ateşinde, kara kazanda kaynattığı defne yapraklı su ve zeytin sabunuyla çitiliyor. Bulaşıklarını ise bir avuç kayır (kumlu toprak) ile pırıl pırıl yapıyor. “Bunları yapmaktan yorulmuyor musun” diye sorduğumuzda, utangaç, mahçup bir ifade ile “Ben yapmasam kim yapacak, benim adam yapamaz ki, onun işi ayrı benimkisi ayrı. Burada yaşamaktan çok memnunum. Bu güne kadar hiç şikayet etmedim. Burada ne işim var diye sormadım. Benim dünyam burası” yanıtını verdi. “DOĞAYA BU KADAR KÖTÜLÜK YAPILMAZ Kİ”
FOTO: SÖZCÜ
Yıllar geçtikçe o vahşi doğada böceklerin, kuşların, tavşan, tilki,  domuzların, hatta ağaçların, çiçeklerin yavaş yavaş yok olmaya başladığını söyleyen Yusuf Bilir, “Bu dağda doğdum, büyüdüm. Buradaki hayvanlarla, doğayla, börtü böcekle hep barışık yaşadık. Tabiatın verdikleriyle geçindik. Birbirimize zarar vermedik. Meyvemizi, sebzemizi ilaçsız, zehirsiz yetiştirdik. Ne zamanki bu zehir ziraat ilaçları çıktı, çevre köyler kullandı, o günden sonra burada her şey değişti. Artık kuş sesine bile hasret kaldık. Hayvanları bile görmüyoruz. En çok buna üzülüyoruz. İki sene öncesine kadar doktor nedir bilmezdim. Ben bile hastalandım” diyerek, ikinci şikayeti olan taş ve maden ocaklarını, “Bir de bu taş ocakları var. Dağın karnını deşiyorlar. Gürültüsü, tozu, dumanı, dinamiti ile dağı yok ediyorlar. Doğaya bu kadar kötülük yapılmaz ki” sözleriyle eleştirdi.