2006'da yerel tohumların satışına yasak getiren, 2018'den itibaren ise yalnızca sertifikalı hibrit tohumların destekleneceğini açıklayan Tarım Bakanlığı’na karşı ülke genelinde harekete geçen yerel tohum üreticileri büyük bir başarıya imza attı. Hibrit üretime de karşı olan yerel Tohum Grubu Facebook’da 25 bin üyeye ulaşırken, Muğla ile birlikte hareket eden 5 ayrı bölge üreticileri geçen yıl ürettiği 2 bin 730 çeşit tohumdan 200 bin poşetin üzerinde ücretsiz tohum dağıttı. Yerel tohum üreticileri devlete çağrı yaparak, “Bizi destekleyin yeniden tarım ülkesi olalım” dediler. Emekli matematik öğretmeni Jale Eren’in desteğiyle 2012 Ocak ayında, Muğla’daki yerel tohumlara sahip çıkmak, üretici ve tüketiciyi bilinçlendirerek, yerel tohumlarla üretim ve tüketimi arttırmak için “Yerel Tohum Grubu”  adıyla bir çalışma grubu kuruldu. “Eski tatlarımıza ve sağlığımıza yeniden kavuşmak, torunlarımıza yine doğal gıdalar yedirebilmek için Muğla’da ilk yerel tohum çalışmalarını başlattım. Tek başıma kurduğum bu projede daha sonra 14 kurum birlikte çalıştık” diyen Jale Eren SÖZCÜ HAFTASONU’na konuştu. TORUNUMU DÜŞÜNEREK YOLA ÇIKTIM Yerel tohumla ilgili olarak çalışmalarını geceli gündüzlü sürdüren Jale Eren, “Bu işe ilk torunumun olmasıyla başladım. Ona temiz gıda bulamayınca bu işe yöneldim. Sonra konu torun olayını da aştı. Çünkü bir tek benim torunum değil milyonlarca çocuk için önemli bir konu olduğunu gördüm. Herkes için doğal gıdaya ulaşmak gerekiyordu. Yerel tohumların yasaklandığı dönemlerde işin içine girdikçe konunun zorluğunu da gördüm. Çünkü yerel tohum diye bir şey kalmamıştı. Pek çok şeyin yok edildiğinin, insanların bunun farkında olmadığını görerek farkındalığı oluşturmak istedim. Bahçesi olmayanların bile balkonlarında saksı, teneke daha doğrusu nerede yer bulursa bu yerel tohumları çoğaltmasını istedim. ‘Herkes kendi ilinde kendi evinde bulundursun’ dedik. Hibritli tohum zorunluluğu getirildi. Bu da zararlı bir şey. Bunun için çalışmalarımızı hızlandırdık” dedi. HİBRİT TOHUM NEREDEN ÇIKTI? Henry Kissinger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” sözlerini hatırlatan Eren, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1960’larda bu düşünceyle ABD’de hibrit tohumculuk zirveye ulaşmıştı. Fakat dünyada hiçbir ülke bu tohumları istemiyordu. Hibrit tohumları nasıl satabiliriz araştırmasına giren ABD’nin, Avrupa Kalkınma Planında oynadıkları açlık kartı aklına geldi ve yine aynı oyunu oynadılar; ‘Dünya’da bir milyar aç insan var, bunları ancak verimi yüksek tohum kullanarak doyurabiliriz’ dediler ve ‘Yeşil Devrim’ diye anılan projeyi başlattılar. 1980 yılında Türkiye de Yeşil Devrim Projesine, programına katıldı” dedi. NEDEN YEREL TOHUM? Türkiye’nin yakın zamana kadar bir tarım ülkesi olduğunu, tarımı güçlü olan bir devletin kimseye boyun eğmeyeceğini ve o nedenle de Atatürk’ün “Köylü bu milletin efendisidir” sözlerini hatırlatan Jale Eren sözlerini şöyle sürdürdü: “Eski bir tarım bakanımız Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp şöyle diyor; ‘Tarım bir milletin açlık, tokluk meselesidir. Dolayısıyla hürriyet meselesidir. Aç olan insanın hürriyetini kaybetmesi an meselesidir.’ Gerçekten de tohumu özgür olmayan bir millet asla özgür olamaz. Ama ne yazık ki yerel tohumlarımıza sahip çıkılmadı. Bir takım baskılar nedeniyle belki, 2006 yılında dünyada pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de çıkartılan ‘Tohumculuk Kanunu’ ile çiftçinin yerel tohumları ve bunlardan ürettiği fideleri, çiftçiler arasında değişime açık olmakla birlikte satışı yasaklandı. Yalnızca kayıt altına alınmış, patentlenmiş tohumlukların satışına izin verildi. Halbuki tohum yaşam demektir ve yaşam patentlenemez. Çiftçiye verilecek desteklerde Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olma şartı aranıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi de ÇKS’ye kayıtlı olmayan çiftçinin ürününü almıyor. ÇKS’ye kayıtlı çiftçiler ise sertifikalı, patentli tohumları kullanmak zorunda. Kendi yerel tohumlarını kullanamıyor. Bu tür yasalarla hibrit tohumların desteklenmesi neticesinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yerel tohumlar yüzde 95 oranında kaybolarak yerini hibrite bıraktı.” YEREL TOHUM ÇALIŞMALARI TAM BİR HALK HAREKETİDİR Gıda güvenliğinin sağlanması, sağlıklı nesiller, çok uluslu tohum şirketlerinin tahakkümünden kurtulmak, topraklarımızın ölmemesi için yerel tohumlara sahip çıkmak ve yaşatmak zorunda olduğumuzu da sözlerine ekleyen Eren, “En kısa zamanda kendi ulusal tarım politikamızı belirleyerek tarıma ve çiftçiye sahip çıkılması gerekiyor. En azından bireyler olarak bunu yapmak ve yaymak, anlatmak zorundayız. Şu andaki haliyle devam edersek, bir tarım ülkesi olan Türkiye’de tarım tamamen bitecek, bu konuda dışa bağımlı bir ülke haline geleceğiz. Zaten o aşamadayız. Şu anda tarım ve hayvancılık can çekişiyor. Yerel tohum çalışmaları aslında tam bir halk hareketidir. Tek amacı yerel tohuma sahip çıkmak, kimyasal ilaç ve gübre kullanmadan doğal üretim yapmaktır. Yerel tohumların geleceği tehlikeye girince, Ege bölgesinde köylüler, sivil toplum örgütleri, belediyeler yerel tohumlara sahip çıktı. Tohum şenlikleri düzenleyerek, yerel tohum merkezleri kurarak takas sistemi ile biyoçeşitliliği korumaya çalışıyorlar. Dolayısıyla yerel tohumu kimyasalsız bir şekilde üretilmesi gerekiyor. İnsanlar yetiştirilmiş fide almayı zenginlik göstergesi olarak görüyordu. Aslında bu zenginlik değil cahillik göstergesiydi. Bunun yanlış olduğunu sürekli her yerde insanlara anlattık. Yerel tohuma dönüş yapanların sayısı bu sayede giderek arttı” diye konuştu. MUĞLA’DA TEK BAŞIMA BAŞLADIM Emekli olduktan sonra Kent Konseyi Kadın Grubu’ndayken yerel tohum konusu üzerine çalışmalarını sürdürdüğünü belirten Jale Eren, “Konferanslara katıldım. Kamu ve özel kurumlar ile sivil toplum örgütlerini davet ettim. Önce 8 kurum, birkaç ay sonrasında ise 14 kurum olduk. Her kurum çalışma grubu başkanı olarak bana bir görevli yönlendirdi. Tohum satışı yasak olduğundan Muğla’da 3 tohum takas şenliği yaptık. Köylülerimiz yani üreticilerimizle bire bir çalıştık. Muğla’da yetkili kurumların başındaki insanlardan büyük destek gördüm. Ürünler yetişmeye başladıktan sonra üreticilerin tek tek bahçelerini görmeye gittik. Eksikleri, fazlaları anlattık. Hastalıkları tespit edip bunlara doğal yollardan çözümler ürettik. Bahçeleri dolaşırken kadınlara ulaştık. Gerçek üretimi yapan kadınlarımız. Kadınları işin içine çekebilmek için reçel, turşu türünden ödülle yarışmalar yaptık. Köylerde ilk üçe girenleri tohum takas şenliklerinde kendi aralarında yarıştırdık. Hızla çoğalıyoruz” dedi. YEREL TOHUMCULAR OLARAK 25 BİN ÜYESİ OLAN SOSYAL MEDYA OLDUK Muğla ile birlikte Türkiye çapında kadınlara ulaşmayı başardıklarını ve ülke genelinde binlerce kadınla birlikte hareket ettiklerini de söyleyen Eren, “Yöresel kalmış grupları ülke çapında birleştirmeye başladık. Facebook’da yerel tohum üzerine Türkiye’de ilk kurulan grubuz ve üye sayımız 25 bine ulaştı. Üye sayımızı çoğaltmaya uğraşmıyoruz. Tarımla ilgisi olmayanları geri çeviriyoruz. Çalışmalarımız üretim ve tüketim olarak iki ayaklı. Önce her yıl farklı pilot köyler belirledik. Gittiğimiz köylerde üreticilere hibrit tohumun zararlarını, yerel tohumun faydalarını anlattık. Eskiden bitki hastalıklarında kullanılan doğal ilaç yöntemlerini anlattık. Lider çiftçiler seçtik. Bahçelerindeki hastalıklara çözümler bulduk. Üç yılda toplam 25 köyde çalışma yapıldı. Üç yıl devam eden bu çalışmamız da Türkiye’de bu konudaki tek örnektir” diye konuştu. BULMAKTA ZORLANDIĞIMIZ TOHUMLARI ÜRETTİK Ülke genelinde eskiden masalarımızdan eksik olmayan bazı ürünlerin tohumlarına hasret kalmaktan artık kurtulduğumuzun müjdesini de veren Jaler Eren örnekleri şöyle sıraladı: * Edirne’de bile kaybolan kışlık sarı karpuzunu bulduk. Şimdi kadınbudu, yuvarlak, açık sarı, koyu sarı çeşitlerine ulaştık. * Sarı- kırmızı veya sarı-pembe gibi alacalı karpuz, yani içi iki renkli karpuzları bulduk. * İçi beyaz karpuzu hiç gördünüz mü? İçi beyaz karpuzun tohumunu kaç yıldır dağıtıyoruz. * Aslen Adana civarının karpuzu olan tohumlarının üstü sedef kakmalı gibi olan karpuz tohumunu bulduk. Elime tesadüfen bir parça tohum geçmişti ve bunları üreticilere ekip tohumunu getirmelerini söyleyerek yavaş yavaş çoğalttık. * Çocukluğumuzdan sonra yok olan upuzun hıyarları yaşlı teyzede tesadüfen buldum ve tohumunu istedim. Bir çay kaşığı kadar zorla verdi. Onu da yine üreticilere dağıtıp toplayarak çoğalttık. Şimdi neredeyse kısa hıyarlar kalmadı. * Eskiden gübrelerin üstünde çıktığı için genelde b.k domatesi dediğimiz kibarlaşmış adıyla çeri domatesimizi tekrar ortaya çıkardık. * Deve dişi buğday, yayla buğdayı, sarı buğday, orman yaran buğdayı, karakılçık buğdayı da bulduk ve ne kadar önemli olduğunu tohumu kaybetmemesi gerektiğini anlattık. * Pazar yerlerinde, sadece yerel tohumdan kimyasalsız üretilen ürünlerin satılacağı bir stant açtık. * Konferanslar ve yılın sonunda yaptığımız takas şenlikleri ile üretici ve tüketiciyi bir araya getirdik. * Muğla’da Milli Eğitim Müdürlüğü ile 3 yıllık bir proje yaptık. ‘Bir tohum ek’ projesi gereği anasınıflarından, liseye kadar projeye katılan okullarda yerel tohum çalışmaları yaptık, çocuklara yerel tohum ektirdik, bilgi verdik. * Grubumuzda bu yıl, yaptığımız 5. tohum dağıtmamız oldu. Grubumuzun temel taşı olan ana üreticilerimiz olduğu gibi dağıttığımız tohumu alan kişiler de aldıkları tohumun bir kısmını geri göndererek başkalarına da dağıtılmasını sağlıyorlar. Böylece yerel tohumlarımız devamlı çoğalıyor. * Bu yıl Muğla merkez, Ankara, Fethiye, Bursa ve Kocaeli bölgelerini kurarak 81 ili bu bölge temsilcilerine dağıttık. Bu 5 bölgemizde 2020’de 2 bin 730 çeşit tohum elde ederek 140 bin 104 poşet ve poşetlenmemiş olarak da 60 bin tohumla yani toplamda 200 bin tohumu isteyenlere ücretsiz gönderdik. Her şeyden önce bu çalışmaların tamamı gönüllü olarak yapılıyor. Hiç birimizin en küçük bir kazancı yoktur. Tam tersine cebimizden harcıyoruz.”