Düşük doğum oranları ve yaşlanan nüfus, 2100 yılına kadar birçok ülkede ciddi nüfus kayıplarına yol açacak. Doğum oranlarındaki küresel düşüş, 2100 yılına gelindiğinde birçok ülkenin "nüfus çöküşü" ile karşı karşıya kalacağı endişesini doğuruyor.
biz.liga.net'te yer alan habere göre McKinsey & Company danışmanlık şirketinin analitik merkezi ve araştırma bölümü olan McKinsey Global Institute'un raporunda, bu demografik değişimin, ülkelerin ekonomik yapılarını ve sosyal hizmetlerini ciddi şekilde etkileyebileceği vurgulanıyor.
Dünyanın birçok ülkesinde doğum oranları, nüfusun sürdürülebilirliğini sağlamak için gerekli olan yenilenme seviyesinin altına inmiş durumda. Yaşlanan nüfus, ekonomik büyümeyi olumsuz etkiliyor; genç nüfus azaldıkça, yaşlıların sayısı artıyor ve bu durum iş gücünü daraltıyor. Sonuç olarak, kişi başına düşen GSYİH büyüme hızı da yavaşlıyor. Genç nesiller, daha düşük ekonomik büyüme koşullarında yaşamaya devam edecek ve aynı zamanda artan sayıda emekliyi desteklemek zorunda kalacaklar. Bu demografik değişim, gelecekteki ekonomik planlamalar için büyük zorluklar yaratabilir.
Büyük ekonomilerdeki nüfus %20-50 arasında azalacak
Raporda, hâlihazırda bu demografik sorunlarla karşılaşan birinci dalga ülkelerinin, olası olumsuz sonuçları hafifletmek için önlemler alması gerektiği vurgulanıyor. Bu önlemler, işgücü verimliliğinin artırılması, kadınların ve yaşlıların işgücüne katılım oranlarının yükseltilmesi ve göçmenlerin çekilmesi gibi stratejileri içerebilir. Diğer yandan, nüfusu henüz yaşlanmamış ikinci dalga ülkeleri için hazırlık yapmak adına zamanları olduğunu belirten uzmanlar, bu ülkelerin yaşlılar için yaşam standartlarını iyileştirmeye ve sürdürülebilir sosyal güvenlik sistemleri kurmaya odaklanmaları gerektiğini ifade ediyor.
McKinsey Global Institute araştırmasına göre, birinci dalga ülkeleri arasında genellikle Avrupa, Asya, Kuzey Amerika ve Çin'in gelişmiş ekonomileri yer alıyor. Çin, kişi başına düşen GSYİH açısından diğer birinci dalga bölgelerine göre daha düşük bir seviyeye sahip olsa da, demografik açıdan onlarla benzer özellikler paylaşıyor. Bu benzerlikler, Çin'in de yaşlanan nüfus ve düşük doğum oranları gibi demografik zorluklarla karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor.
İlk dalga ülkelerinin toplam nüfusu 2020'de zirveye ulaşırken, bu bölgelerin nüfusunun 2023'te 2,8 milyardan 2050'de 2,6 milyara, 2100'de ise 1,9 milyara düşmesi bekleniyor. Düşük doğum oranları nedeniyle büyük ekonomilerdeki nüfus, yüzyılın sonuna kadar %20-50 arasında bir azalma gösterebilir. Bu gruptaki 55 ülkeden yalnızca 22'sinin 2050 yılında daha fazla nüfusa sahip olacağı öngörülüyor.
Gelişmekte olan ülkelerde nüfus artmaya devam edecek
Bu bölgeler, dünya nüfusunun 65 yaş üstü olan kısmının %60'ına, 15 yaş altı nüfusunun ise yalnızca %22'sine ev sahipliği yapmaktadır. İlk dalga ülkelerinde kadın başına ortalama doğum oranı şu an 1,2'ye düşmüş durumda. Çalışan nüfusun oranı ise önümüzdeki 25 yıl içinde mevcut %67'den %59'a gerilemesi bekleniyor. Aynı bölge içinde ülkeler arasında önemli farklar bulunuyor. Örneğin, Almanya'da çalışma çağındaki nüfusun oranı 1986 yılında zirveye ulaşmışken, ABD ve Çin'de bu oran sırasıyla 2007 ve 2010'da zirve yaptı. Bu durum, ülkeler arasındaki demografik değişim hızlarının ne kadar farklı olduğunu gösteriyor.
İkinci dalga, doğurganlık oranının kadın başına 2,2 çocukla sınırlı olduğu gelişmekte olan Asya, Hindistan, Latin Amerika, Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsıyor. Bu ülkelerin nüfusu 2071 yılına kadar artmaya devam edecek ve zirveye ulaşarak 5 milyara (şu an 4 milyar) çıkacak. Üçüncü dalga ise, kadın başına 4,4 çocuk doğum oranıyla Sahra altı Afrika'yı kapsıyor. Bu bölgedeki nüfus, en azından yüzyılın sonuna kadar artmaya devam edecek ve 2100'de 1,3 milyardan 3,5 milyara ulaşacak. Bu demografik değişimler, dünya genelinde nüfus yapısındaki büyük farklılıkları ve gelecekteki büyüme alanlarını ortaya koyuyor.