Bir küfürden fazlası: Türkiye’nin samimiyet testi

Leyla Zana’ya tribünlerde yönelen küfür, bir maçın ötesinde, siyasetin ve toplumun samimiyetini ölçen bir sınava dönüştü.

16 Aralık 2025’te oynanan Bursaspor - Somaspor maçında cinsiyetçi, ırkçı ve küfürlü tezahüratlar yapıldı.

Bursaspor taraftarlarının hedefindeki isim eski milletvekili Leyla Zana’ydı.

Haberi ilk duyduğumda, anlam veremedim birçoğunuz gibi.

Yıllar önce aktif siyaseti bırakmış bir isme ne diye küfür ediyordu yeşil beyazlı taraftarlar?

Haberlerde olayın asıl sebebine dair bir tane bile somut şey bulamadım.

Hatta içimden eleştirdim meslektaşlarımı 5N 1K kuralına riayet etmedikleri için.

Haksızlık yapmışım.

Bursa’da görev yapan dostlarım başta olmak üzere konuya vakıf kim varsa 'neden' diye sordum; ‘şu olay oldu da tribünler galeyana geldi denecek bir hadise yok.' cevabını aldım.

‘Leyla Zana’nın 16 Aralık’tan önce tribünleri tetikleyecek bir demeci mi oldu acaba’ diye araştırdım, herhangi bir demeç de yok.

Eeee, peki neden Leyla Zana’ya bu çirkin saldırı yapıldı?

Gelin beraber kafa yoralım.

YUGOSLAVYA DİYE BİR ÜLKE VARDI ESKİDEN

Mesele, 'bir grup taraftarın tezahüratı' olmaktan çıktı ve toplumun geniş kesimlerinde tartışma yaratacak bir simgesel düzeye ulaştı maalesef.

II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Sosyalist Federal Yugoslavya, Tito liderliğinde altı cumhuriyet ve çok sayıda etnik kimliği ‘kardeşlik ve birlik’ ideolojisiyle bir arada tutuyordu.

Fakat, Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler, Makedonlar ve Arnavutlar arasında tarihsel travmalar bastırılmıştı.

Tito’nun 1980’de ölümünden sonra merkezi otorite çöktü.

Ekonomik kriz, milliyetçi liderlerin yükselişiyle birleşti.

Bu noktada futbol, bastırılmış milliyetçiliğin en görünür ve güvenli boşalma alanı haline geldi.

Yugoslavya dağılmadan önce kimse ‘bir futbol maçı bir ülkeyi böler’ demiyordu.

Ama ülke bölündüğünde herkes şunu fark etti: İlk çatlaklar stadyumda duyulmuştu.

TRİBÜNLER ARENAYA DÖNÜŞTÜ

Çok tehlikeli bir oyunla karşı karşıyayız.

Kutuplaştırmak, kışkırtmak, hedef göstermek, ırkçılık yapmak, şiddeti bir ülkenin geneline yaymak için tribünlerden daha iyi bir sahne yoktur.

Tribünlere sıçrayan gerilimler, ülkelerin parçalanmasına bile yol açmıştır.

13 Mayıs 1990’da Dinamo Zagreb – Kızılyıldız maçı öncesi tribünlerde 'Zagreb Sırbistan’dır', 'Burası Sırp toprağıdır' sloganları atıldı.

Ardından büyük bir isyan patladı.

Tribünler sahaya indi.

Polis (çoğunlukla Sırp kökenli) Hırvat taraftarlara sert müdahale etti.

Dinamo kaptanı Zvonimir Boban, bir polisi tekmeledi.

Özetle tribünler slogan attı, silahlar daha sonra konuştu.

Yugoslavya örneği bize şunu gösteriyor: Tribünlerde başlayan nefret dili, siyasetin cesaretlendirdiği bir ortamda, kısa sürede toplumsal çatlağa dönüşebiliyor.

Yugoslavya parçalanırken, ilk barikatlar stadyumda kuruldu.

İlk 'biz ve onlar' ayrımı tribünde bağırıldı.

İlk polis şiddeti orada meşrulaştırıldı.

Bu yüzden bugün herhangi bir ülkede, etnik, mezhepsel, kimlik temelli nefret tribünlere taşınıyorsa, mesele futbol değildir.

Mesele, toplumsal fay hatlarının ses vermeye başlamasıdır.

Devlet yaşananlara zamanında 'dur' demedi.

Medya, ya milliyetçi dili köpürttü ya da olan biteni 'fanatik kavga' diye geçiştirdi.

Siyaset işine geldiği kadarını kullandı.

Sonuç: Yugoslavya dağıldı.

ASIL MESELE

Leyla Zana’ya yönelik tribün tepkisi bu yüzden önemlidir.

Çünkü mesele Leyla Zana değildir.

Peki neden hedef oldu?

Kürt kimliğinin simgesel ismi, kadın, geçmişte devletle çatışmış bir figür.

Yani üç hassas alanın kesişimi.

Tribünlerdeki sloganlar, spontan öfke değil, siyasetin yıllardır ürettiği dilin yankısıdır.

Bu, Yugoslavya’daki “Zagreb Sırbistan’dır” sloganından mantık olarak farklı değildir.

Türkiye’de de benzer bir sorun var.

Leyla Zana olayında, bir kısım medya 'ama o da' diyerek meşrulaştırma yaptı.

Bir kısmı sessiz kaldı, bir kısmı da tribün dilini dolaylı biçimde yeniden üretti.

Medya, yangını söndüren değil, yangına rüzgâr taşıyan rol üstlendiği sürece, konu çok daha vahim sonuçlara yol açar.

Leyla Zana’ya yönelik tribün tepkisini, bir kişinin hedef alınması değil, bir kimliğin sınanmasıdır.

Ve her sınamada verilen sessizlik, bir sonraki taşkınlığa davetiye çıkarır.

GAZOZ BENZİNE DÖNÜŞMESİN

Leyla Zana’ya yapılan küfürlü tezahüratlara siyaset dünyasının büyük bölümü tepki gösterse de tepkinin yeterli olmadığını düşünenlerdenim.

Ateşi harlayan adımlara bile şahit olduk.

Örneğin;

Bursaspor'un sponsoru olan gazoz firması için boykot çağrısı yapan bir grup DEM Partiliye karşı Zafer Partisi de destek çağrısı yaptı.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise hem Bursaspor'a hem gazoz firmasına destek vermek için bir video yayınladı.

Ardından partililer 'gazoz' akımı başlattı.

Bu davranış, fiilen küfrü açıkça kınamamakla kalmadı.

Tepkiyi alaya alan bir sembole dönüştü.

“Biz buradayız, devam edin” mesajı verdi.

SİYASETÇİLERE DÜŞEN GÖREV

Siyasetçinin görevi gerilimi düşürmekken, Özdağ’ın bu tavrı tribün refleksini siyasi pozisyona dönüştürdü.

Bu, bir duruş değil; açık bir tahrikti.

'Cumhurbaşkanına hakaret' suçlamasıyla aylarca haksız yere tutuklu kalan, geçtiğimiz günlerde bu suçlamalardan berat eden, üstelik profesör unvanına sahip bir eğitimciye yakışmamıştır.

HALK, VEKİLİNİ KÜFRE SPONSOR OLSUN DİYE SEÇMEDİ

Sonrasında daha vahim şeyler yaşandı.

Bursaspor’a kesilen 342 bin TL para cezasını İYİ Parti Gaziantep Milletvekili Mehmet Mustafa Gürban, ödedi.

Marifetmiş gibi dekontu sosyal medyada paylaştığını açıkladı.

Gürban bunu yaparak, 'Yanlış yaptınız ama sorun değil' mesajı verdi.

Hukuki yaptırımı anlamsızlaştırdı.

Tribüne şu duyguyu aşıladı: Ceza gelse de arkamızda siyaset var.

DEM PARTİ’YE GELİNCE

DEM Parti’nin bugüne kadar izlediği politikaları incelendiğinde, ülkenin tamamına hitap eden siyasi parti olmak gibi bir hedefi olmadı.

Bu eleştiriyi neden yaptığımı izah edeyim.

Söyleminde kapsayıcılık değil ayrıştırma, stratejisinde ikna değil konsolidasyon, pratiğinde temsil değil; kendi alanını tahkim etme var.

Bu tablo, bir başarısızlıktan ziyade, en azından bugüne kadar tercih edilen bir siyasal strateji izlenimi veriyor.

Çünkü herkese hitap etmeye çalışan siyaset risk alır, kutuplaştıran siyaset ise sadece kendi kitlesini korumayı yeterli görür.

Bu memlekette sadece Kürt kardeşlerimiz haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalmamıştır.

DEM Parti, hak ihlali olduğunda etnik kimliğine, siyasi görüşüne bakmadan yeterli düzeyde politikalar üretti mi bugüne kadar?

Üretemediyse bu tutum, bazı kesimlerde ‘temsil mi, siyasal kazanç mı?’ sorusunu beraberinde getirir.

YAPILANLAR KADAR YAPILMAYANLAR DA SÜRECİ HARLADI

Ancak mesele sadece bir partinin ne dediği ya da demediğiyle sınırlı değil.

Yapılanlar kadar, yapılmayanlar da bu süreci harladı.

Net ve ortak bir kınama gelmedi.

'Küfür kimden gelirse gelsin yanlıştır' denmedi.

Olay, siyasi kamplara göre yorumlandı.

Bu sessizlik, küfrü kınayanları yalnızlaştırdı.

Küfredenleri cesaretlendirdi.

Sessizlik, tarafsızlık değildir. Bu tür anlarda sessizlik, fiili onaydır.

TRİBÜNLER PROVAKASYONA AÇIK ALANDIR

Dün yapılan küfürlü tezahüratlar, bugün beyaz toroslu pankartlara, ‘Yeter artık bitsin bu barış’ bestesine dönüşmüştür.

Mesele her türlü provokasyona açık, savunmasız bir hale bürünmüştür.

Tribünler, anonimdir, kalabalıktır, cezasızlık hissi yüksektir.

Duygunun aklı yendiği yerdir.

Devletin, hukukun ve sağduyunun en geç ulaştığı alanlardan biridir.

Konuyu kutuplaştıran siyasiler yüzünden mesele kritik bir hal almıştır.

GAFFAR OKKANLARA İHTİYAÇ VAR

Şehit Emniyet Müdürlerimizden Ali Gaffar Okkan, görev yaptığı her yerde, halkın hem sevdiği hem de saygı duyduğu bir devlet adamıydı.

Bunu nasıl mı başardı?

Birçok faktör var elbette.

Eskişehir’de, Kars’ta, ardından Diyarbakır’da, şehit edildiği güne kadar, spor sayesinde halkla çok güçlü bağ kurdu.

Şimdilerde bu bağ, birçok yönden koparılmaya çalışılıyor.

Siyasetçilere sesleniyorum.

Toplumsal barışın böğrüne saplanan, kardeşlik bağlarını kesen kör bir bıçak mı olacaksınız?

Yoksa Yunus’un diliyle,

Ben gelmedim kavga için, benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim

dizelerini ete kemiğe büründüren Ali Gaffar Okkanlar’dan mı?

Hedefi sevi olan, yani insanları ayırmak değil, birleştirmek… Ötekileştirmek değil, anlamak… Yaralamak değil, onarmak olanlara selam olsun…

Yazarın Diğer Yazıları