İngiltere IRA’ya  heyet yollamadı

Açılım sürecinde İmralı’nın ayağına neden gidiliyor anlamış değilim. Daha doğrusu anlıyorum da... Yanlış olduğunu, tuzağa çekildiğimizi düşünüyorum.

★★★

Yıl 1998 idi... Yer, Kuzey İrlanda’nın Belfast şehriydi.

Bütün gözler Stormont’un (K.İrlanda Parlamentosu’nun bulunduğu tepe) gri taş duvarlarına çevrilmişti. Dışarıdan bakan biri, o duvarların ardında sanki yeni bir anayasa yazıldığını, yeni bir cumhuriyetin kurulmakta olduğunu hissedebilirdi. Oysa içeridekiler yalnızca barışa tutunuyordu.

Sadece gençlerin ölmemesi için, sadece bir otobüs durağında ya da bir pazar yerinde hayatın infilak etmemesi için...

Günler süren görüşmelerin en yoğun anlarından birinde, Tony Blair’in özel temsilcisi Jonathan Powell, bir ara koridorda yere çökmüş, elleriyle başını tutarken görülmüştü.

“48 saat sadece Mars çikolatası ve kahveyle yaşadım” diye anlatacaktı sonra...

Bütün taraflar; siyasetçiler, danışmanlar, arabulucular, bir eve kapanmış, Stormont’un havasız toplantı salonlarında günlerce nefes almadan, bazen konuşmadan, bazen birbirini ‘boğazlayarak’, oturdular. Başbakan Blair’in üç gün odasından çıkmadığı oldu.

Dışarıdan yemek söylendiği doğruydu. Ama o yemek çoğu zaman mideye inmedi. Çünkü mesele açlık değil, siyasi doygunluktu. Ve herkes, bu kanlı meselenin bir çözümle değilse bile bir duraklamayla sonlanmasını istiyordu.

★★★

İngiltere, Kuzey İrlanda’daki bu çatışmalı sürecin çözümünde, dikkatle örülmüş bir yol izledi. Kiminle konuşacağını, ne zaman konuşacağını ve en önemlisi kiminle kesinlikle konuşmayacağını çok önceden belirlemişti.

Evet, IRA ortadaydı.

Bombalarıyla, pusularıyla, silahlarıyla...

Ama müzakere masasında yoktu.

Çünkü İngiliz devleti, meşru olmayanı muhatap almadı.

Peki kiminle konuşuldu?

Sinn Fein... Yani IRA’nın siyasi uzantısı ama halkın oyuyla parlamentoya girmiş bir parti...

Gerry Adams masadaydı. Martin McGuinness de... Ama IRA Ordu Konseyi? Hayır.

Ne Tony Blair, ne kabinesinden bir bakan, ne de parlamento üyeleri bu yapıyla resmi bir görüşme yaptı.

Yapamazlardı. Çünkü meşruiyeti olmayan bir güce devletin meşruiyet kazandırması, çözüm değil, yeni bir sorun doğururdu.

Blair’in arka kapı diplomasisinin mimarı Powell bile, IRA’nın askeri liderleriyle ilk karşılaşmasında elini sıkmamıştı. Yüzlerine bakmamıştı. Onlarla resmi masaya oturmamıştı.

Bunun yerine halkın oyuyla meclise gelen, yasal zeminde siyaset yapan isimlere yönelmişti. Çünkü şiddetin siyaseti bastırmaması gerektiğine inanıyorlardı.

İngiliz devleti, IRA’nın silah bırakmasının ön şartı olarak Sinn Fein’in masadaki varlığını koşullu kabul etti. “Eğer şiddeti reddediyorsanız konuşabiliriz” dediler. Yani IRA’nın silah bırakması şartıyla müzakerelere izin verilecekti.

Sinn Fein de IRA’ya dönüp şunu söyledi... “Eğer bizim temsil yetkimizi istiyorsanız, silahı susturun.” Bu kadar netti. Ve IRA sustu. Çünkü konuşmak, vurmaktan güçlüydü.

Yine de Blair, sürecin kaderi tehlikeye girdiğinde IRA ordusunun 8 kişilik komutasını silahsızlanmaya ikna etmek için liderleriyle gizli maskeli görüşmeler teklif edecek kadar ileri gitti. Ama devlet aklı “No Prime Minister” dedi ve Blair üstelemedi.

Sonunda 10 Nisan 1998’de Good Friday (İyi Cumalar) Anlaşması imzalandı. K.İrlanda’ya yeni bir güç paylaşım sistemi getirdi ve terör, yerini çözüme bıraktı.

★★★

Bugün Türkiye’de ise garip bir tablo var.

Meclis’te halkın oyuyla seçilmiş bir parti var... DEM Parti.

Ama barış adına İmralı’ya heyet gönderme planları yapılıyor.

Yani halkın temsilcisi değil, örgütün kurucusu muhatap alınıyor.

Bu ne anlama gelir?

Devletin, halkın seçtiğini değil, silahı eline alanı esas aldığı bir denklem kurmuş oluruz. Böyle bir sürecin sonucunda kazanılacak şey, ne barış olur ne de meşruiyet.

Aksine, Meclis’in itibarı zedelenir, demokratik yollarla siyaset yapanlar itibarsızlaştırılır ve silahlı yapılar güçlenir.

İngiltere, IRA’yla değil, halkın oy verdiği Sinn Fein’le konuştu.

Biz ise örgütü “biricik muhatap” haline getiriyoruz.

İşte bu yüzden, İmralı’ya gitmek barış getirmez.

Tam tersine, meşruiyeti yanlış yerde aramanın bedeli çok daha büyük olur.

Silahı yere koyan değil, sandıkta boy gösteren muhatap alınmalıdır.

Yıl 2025... Yer Türkiye.

Bu kez barış masası kurulacaksa, lütfen yanlış sandalyeye oturmayalım.

Yazarın Diğer Yazıları