İşgal ordusu, öyle mi?

M.Ö.209...

Türk ordusunun kuruluş tarihidir.

Hun İmparatorluğunun başına geçen Mete, ilk düzenli orduyu bu tarihte kurdu.

Dün kurulmadı Türk ordusu, 2.234 yıllık köklü tarihe sahip...

Atatürk, Ordu, milletin bir parçasıdır...” der, ordu ile milleti bir tutar.

★★★

Yıl 1914...

Mustafa Kemal, yarbay rütbesinde, Sofya’da Askerî Ataşedir.

33 yaşındadır.

“Zabit ve Kumandanla Hasbıhal” (Subay ve Komutan ile Konuşmalar) adlı kitabı yazar.

★★★

Kitapta, Balkan Felaketi nedeniyle komutanları çok ağır şekilde eleştirir.

Ve der ki:

“Ordunun can damarı olup, birçok geleneklere bağlı olarak gelişen ve tam olgunlaşan askerî disiplin duygularını, bugün Osmanlı ordusu subayları içinde, gerçek anlamda görmeği istemek, insanın ruh hâlini bilmemek demektir.”

★★★

Bu sözler, askerlik sanatından uzaklaşmış ve siyasete bulaşmış bir ordunun, acıklı durumunu yansıtıyordu.

O ordu, Atatürk’ün doğduğu Selanik’i tek kurşun atmadan düşmana teslim etmişti.

Ve o ordu, Manastır, Üsküp gibi Türk kentlerini savaşmadan terk etmişti.

Çünkü ordu, medresenin, Harp Okulu’na üstün tutulduğu o atmosferin ordusuydu.

★★★

31 Temmuz 1920, İstiklal Savaşı dönemi...

Mustafa Kemal, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’ndedir.

Subaylara bir konuşma yapar.

“Milletimiz, ordusundan yoksun bırakılma girişimi ile karşı karşıyadır. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Komutanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar...

Subaylar, özverili insanların en önünde bulunmak zorundadırlar. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler, onları aşağılarlar ve hor görürler...

Yaşamında bir an olsun bile subaylık yapmış, subaylık onurunu ve öz saygısını hissetmiş, ölümü küçümsemiş bir insan yaşadığı sürece, düşmanın uygun gördüğü davranışlara katlanamaz. Onun yaşamak için bir tek çaresi vardır: Şerefini korumak.”

★★★

“Şerefini korumak...”

★★★

Savaş tarihinin hükmüdür:

Siyasete ve tarikata bulaşmış bir ordunun, milletine vadedeceği tek zafer, yenilgi ve felakettir.

Atatürk, bu gerçeği, bizzat yaşadı...

★★★

10 Ağustos 1920’de, Padişah’ın isteğiyle Sev Antlaşması imzalanır.

Sevr’in 152’nci maddesiyle, Türk ordusu tasfiye ediliyordu.

168’inci maddesi; askeri liseleri, harp okullarını ve Harp Akademisi’ni kapatıyordu.

Düşman ülkelerin dayattığı Sevr buydu.

Ama Atatürk, Sevr’in zincirlerini tarihin çöplüğüne attı.

Ve Lozan Barış Antlaşması’yla, milletine özgür ve onurlu bir vatan bıraktı.

★★★

Yıl 2008...

Türk Ordusu’na, tarihin en büyük kumpası kurulur.

CIA güdümlü olduğu aşikâr bir kumpas...

Çünkü, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin önündeki en büyük engel, Türk Ordusu’ydu.

★★★

Başta “İkinci Cumhuriyetçiler” olmak üzere, her dönemde işgalcilerle işbirliği yapanlar, kumpas davalarında da CIA ve FETÖ’ye hizmet ettiler.

Sözde “vesayet” zincirini kırmak aldatmacasıyla, kahraman Türk ordusuna düşmanın aklına gelmeyen iftiraları attılar.

İşgalcilerin bile etik bulmadıkları sınırları çiğneyerek, Türk ordusunu aşağıladılar.

★★★

Bu işbirlikçiler, kumpas davalarında, emperyalist güçlerden daha büyük şevkle ve heyecanla çalıştılar.

Ödülleri hazırdı...

Makam, mevki...

Bir de, boyunlarına takılan ve torunlarına devredecekleri “onur” madalyası...

★★★

Düşmanla savaşmak kolaydır; çünkü kuralları bellidir.

Asıl zor olan işbirlikçilerdir, onların ne sınırı vardır ne de ölçüsü...

Yalan, iftira, sahtekarlık ve hile onlar için tek geçerli yöntemdir.

★★★

Kumpas davalarında, dönemin bazı komutanları da, Türk ordusunun tarihi köklerini ve geleneğini görmezden geldiler.

Öyle ki...

Dönemin Genelkurmay Başkanı, “Kasaptaki ete soğan doğramam” dedi.

Seyirci kulübesinde oturmayı tercih etti.

★★★

Kimileri, FETÖ’nün yani CIA’nın hedeflerine hizmet ettiler.

Ve bölgenin en güçlü ordusunu çökertmek için, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlı, liyakatli kadroları tasfiye ettiler.

Yerlerine, kalbini ve beynini CIA’ya ve Pensilvanya’ya kiralamış FETÖ’cüler getirildi.

Sonra, ne olduğunu tarih kaydetti...

★★★

26 Kasım 2025, Türkiye Büyük Millet Meclisi...

Millî Savunma Bakanlığı 2026 yılı bütçe görüşmeleri...

DEM partili bir “milletvekili” Türk ordusuna, “kanla beslenen işgalciler” ve “tecavüzcü” gibi hakaretlerde bulundu.

Siyasi iktidar milletvekillerinden tepki yok.

İyi Parti Milletvekili Ayyüce Türkeş, hakaretleri sert bir dille reddetti.

★★★

Fakat, asıl büyük facia...

Hakaretin adresindeki makam sahiplerinin, o toplantıda bulunmalarıydı.

Ve aslında, bu hakaret sözleri doğrudan ona söylenmişti.

Nitekim, DEM partili milletvekili, “Muhatabım bakanlıktır” dedi ve Millî Savunma Bakanı’nı işaret etti.

★★★

Böylesine ağır bir iftira karşısında, Milli Savunma Bakanı’nın, masaya yumruğunu vurup bu sözleri şiddetle reddetmesi gerekirdi.

Ama, susmayı tercih etti.

Asıl büyük facia, işte bu sessizliktir...

★★★

Çünkü Milli Savunma Bakanı, Türk ordusunun amiridir.

Ve Türk ordusunun yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur.

★★★

Ve tarih...

Nankör değildir, bir hizmeti unutmaz...

Ama, acımasızdır, kaydeder...

Hem gurur hem de utanç sayfaları vardır...

Ve tarih...

Aslında geleceğin bir boy aynasıdır...

Özellikle, kendini görmek istemeyenlerin aynası...

Yazarın Diğer Yazıları