Kişi başına milli geliri yüksek ülkelerden veya yüksek gelirli kişilerden bahsedilirken “zengin” sıfatı kullanılır. Zengin ülke veya zengin kişi denir. Halbuki iktisadi gelişmişliğin bir numaralı göstergesi kişi başına servet değil, kişi başına milli gelirdir. Aslında yüksek gelirli ülkeler demek gerekirdi. Ama denmiyor. Zengin ülke deniyor. Demek ki zenginlik, yüksek gelirliliği de içeriyor. Zaten iktisatçılar da bir ülkenin yüksek gelirli hale gelmesi “sermaye birikimi” (capital accumulation) sayesinde olur der. (Bu yazıda varlık, sermaye ve servet kelimelerini aynı anlamda kullanıyorum.) Şimdi sıra, biriktirilecek milli servetin nelerden oluştuğunu anlamaya geldi. Genel kabul görmüş bir tasnifle milli servet “Tanrı Yapması” (God Made) ve “İnsan Yapması” (Man Made) diye iki kümede toplanır. Tanrı yapması milli servet yerüstü (mesela akarsular) ve yeraltı (mesela petrol) gibi varlıklardır. İnsan yapması milli servet ise iki başlık altında toplanır: Birincisi “elle tutulur” (tangible), ikincisi ise “elle tutulamaz” (intangible) servetlerdir. Elle tutulur varlıklar denince limanlar, yollar, barajlar, binalar ile hareketsiz veya hareketli üretim araçları anlaşılır. Elle tutulamayan milli servet ise insan kaynakları ile sosyal sermayedir.
İNSAN KAYNAKLARI
Bir ülkenin beşeri sermayesi (insan kaynakları) denince, eliyle ve beyniyle değer yaratan bilgi ve beceri sahibi insanları anlaşılır. Bu insanlar orada doğmuş olabileceği gibi sonradan da o ülkeye göçmüş olabilir. Mesela ABD’nin en değerli bilim insanlarının önemli bir kısmı yabancı ülke doğumludur. Nüfusu azalan Avrupa ülkeleri de milli gelir büyümesi sağlamak için işgücü ithal etmektedir. 1960’larda Almanya tüm Güney Avrupa ve Türkiye’den “misafir işçi” adı altında göçmen kabul etmiştir. Demek ki; milli gelir yaratmak için mali ve maddi sermaye kadar “beşeri sermayeye” de ihtiyaç var. Bir ülkenin kalkınması, beşeri sermayesinin kalitesine bağlıdır. Bu kaliteyi de eğitim sağlar. Eğitim yurt içinde verilemiyorsa yurt dışına öğrenci yollanır veya yurt dışından öğretmen getirtilir. Osmanlı’dan beri biz de bu yöntemi kullandık. Ama bunun şampiyonu, onlarca yıl boyunca ABD’de 300 bin öğrenci okutan Çin’dir. Bir öğrencinin bir yıllık maliyeti 50 bin dolar olsa (ki çok üstündedir) ABD’ye öğrenci yollamak Çin’e yılda 15 milyar dolara mal olmuştur demektir. Çinliler, işçileri ucuza çalıştırarak kazandıkları dolarları “insan kaynaklarını geliştirmek” için harcamaktan çekinmemiştir. Çünkü bunu, masraf değil “sermaye birikimi” yani yatırım olarak görmüşler.
NEGATİF SOSYAL SERVET
Kalkınmak için maddi, mali ve beşeri sermayenin yanında “sosyal servet”e de ihtiyaç vardır. Sosyal servet, “yurttaşların hükümete, meclise, yargıya, kamusal veya özel kurumlara ama bilhassa birbirine güvenip (trust) değer yaratmasını sağlayan maşeri ruhtur”. Fiziki servetin ve insan kaynaklarının negatifi olmaz. Ama sosyal servetin negatifi olur. “Güvensizlik, negatif milli servettir.” Ülkenin potansiyelinin altında kalkınmasına sebep olur. Yurt dışından yüksek bedelle tasarruf getirilirken, yurt içi tasarrufları yurt dışına kaçırtır. Altın istiflemek de budur. İnsanlar ülke bütününde bulamadıkları güveni bulmak için “küçük toplumlara” bölünür. Tarikatlara katılır. Dayanışma kümeleri, ulusun yerini alır. Bu kısır döngüden çıkmanın uzun ama en emin yolu, asla demokrasiden vazgeçmemek ve “seçimlere fesat karıştırmamaktır.”
SON SÖZ: Ruhsuz beden cesettir.