Truva Atı

Üç yıl önceydi, Ukrayna lideri Zelenski’nin hem kendisi hem ülkesi adına çaresizlik yaşadığı anlardan biriydi, kurmaylarıyla birlikte masaya serilmiş dijital haritalara öfkeyle ve kederle bakıyorlardı, Putin’in ağır bombardıman uçakları Ukrayna şehirlerini gümbür gümbür vuruyordu, Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarından ateşlenen yeni nesil füzeler, Ukrayna’nın köhne hava savunma sisteminin erişemeyeceği mesafelerden geliyordu, uçakları ve füzeleri kafalarının üstünde gördüklerinde iş işten geçmiş oluyordu.

Bir şey yapmalıydı.

Karşı koyabilmek için, ellerinde zeka’dan başka silah yoktu.

İngilizce “intelligence” tabir edilen istihbarat kavramı, “intelligent” kökünden gelir, yani istihbarat kavramı aslında, akıldır, zekadır.

CIA denilen mesela, Central Intelligence Agency’dir, MI6 denilen Military Intelligence Section 6’tir, gizli servislerin sözlük anlamı, zekadır.

Türkçe’de istihbaratın sözlük anlamı ise haber alma’dır.

Maalesef yanlış bir bakış açısıdır.

Çünkü, haber denilen kavram “intelligence terminolojisi”nde sadece işlenmemiş bilgiyi ifade eder, zekan olmasa bile haber alabilirsin, muhbirden alırsın, gammazdan alırsın, bunu istihbarat zannedersin, halbuki, intelligence’la oyun kurabilmek için bilgi yetmez, zeka gerekir.

İşte bu perspektifle yola çıkan Ukrayna yönetimi, Rusya’ya karşı koyabilmek için, “intelligence” tabir edilen zekayı devreye soktu.

Ukrayna gizli servisi, Rus uçaklarını, Rus füzelerini, Rus topraklarından henüz havalanmadan önce, yerdeyken imha etmek için, modern savaş tarihinin en zeki planlarından birini hazırladı, kod adı “örümcek ağı”ydı.

Aslına bakarsanız, “örümcek ağı” planı, üç bin yıl önce Anadolu topraklarında, Çanakkale’de yaşanan, Homeros’un mitolojik destanı İlyada’da anlatılan Truva Atı’nın deha ürünü versiyonuydu.

Artem Timofeyev’le eşi Ekaterina, yıllardır Rusya’da yaşıyorlardı, savaş başlamadan çoook önce Rus vatandaşı olmuşlardı, 37 yaşındaki Artem gece kulüplerinde DJ’lik yapıyordu, 34 yaşındaki Ekaterina ise dövme sanatçısıydı, aynı zamanda erotik romanlar yazıyordu, gizlenmeyi boşver, tam tersine her ikisi de sosyal medyada çok aktifti, şüphe uyandıracak en ufak bir davranışları bile yoktu, birbirlerine aşık, çevrelerinde sevilen, hayatın rüzgarıyla tesadüfen buraya savrulmuş, eğlence sektöründeki ekmek parasının peşinde iki genç insan olarak tanınıyorlardı.

Halbuki, casustular... Ukrayna gizli servisi tarafından “uyuyan hücre” olarak Rusya’ya monte edilmişlerdi, örümcek ağı operasyonu için düğmeye basılana kadar, sıradan Rus vatandaşı gibi yaşıyorlardı.

Ural Dağları eteklerinde yaşıyorlardı, 2024 yılında nakliye şirketi kurdular, TIR’lar satın aldılar, yaşadıkları bölgede depo kiraladılar, şoförler işe aldılar, neredeyse bir yıl boyunca her nakliye şirketi nasıl çalışıyorsa, onlar da öyle çalıştılar, tıkır tıkır nakliye işi yaptılar. Ama... TIR’ların gidiş geliş trafiği sırasında, yük indirme yük yükleme rutini sırasında, kiraladıkları depoya aylaaar boyunca kablolar, elektronik parçalar, minik güneş panelleri, hassas kameralar, pervaneler taşıdılar, kimsenin ruhu bile duymadı, nakliye şirketinin deposunda hamal gibi çalışanlar, aslında, çeşitli vesilelerle Rusya’ya sızdırılan, Ukrayna gizli servisinin mühendisleriydi, gizli gizli, parça parça “insansız hava aracı” üretiyorlardı.

Bir yandan da, yine aynı depoda, prefabrik kulübeler üretiyorlardı. Hani şu şantiye alanlarında inşaat işçilerinin kaldığı prefabrik kulübeler vardır ya, işte onlardan üretiyorlardı. Ama... Sıradan prefabrik kulübeler gibi görünen bu kulübelerin çatılarında, dışardan bakıldığında fark edilmeyen gizli bölmeler vardı. O gizli bölmelere, aynı depoda ürettikleri insansız hava araçlarını yerleştiriyorlardı, insansız hava araçları plastik patlayıcı yüklüydü. Prefabrik kulübelerin çatıları, açılır kapanır sistemdi, uzaktan kumandayla tavan komple açılıyordu, böylece, gizli bölmedeki insansız hava araçları saldırıya hazır halde ortaya çıkıyordu.

Toplam beş TIR’a beş prefabrik kulübe yüklenmişti, o kulübelerin açılır kapanır gizle bölmelerine 100’ün üzerinde insansız hava aracı gizlenmişti.

İnsansız hava araçlarının gövdesi, hedefe ulaşmak için uzun menzile ihtiyaç duymayan, küçücük ebatlardaydı, küçücük pervaneleri hayli sessizdi, yapay zeka sensörleriyle otonom uçuyor, hedefe ulaştığında, son vuruş için Kiev’deki karargahtan görüntüyle kontrol ediliyorlardı.

Nihayet her şey hazırdı.

Hedefler, Rusya’nın dört farklı hava üssüydü.

İnsansız hava araçları prefabrik kulübelerin gizli bölmelerine yerleştirildi, prefabrik kulübeler TIR’ların kasasına yüklendi, şoförlerin ne olduğundan haberi bile yoktu, kulübeleri verilen adrese götürdüklerini zannediyorlardı, hedeflerden binlerce kilometre uzaktaydılar, eşzamanlı olarak yola çıktılar.

Gece gündüz, mola vere vere, farklı farklı yönlere, beş gün gittiler.

Bir yıl boyunca ilmek ilmek işleyip, böylesine kapsamlı bir operasyonu gizli tutmayı başarıp, olağanüstü zekayla olağanüstü zamanlama yapılmıştı.

1 Haziran 2025.

Sabah saat 04.44

Tık... Gecelemek için benzin istasyonlarına park edilmiş TIR’ların kasasındaki prefabrik kulübelerin tavanları açıldı, gizli bölmelerdeki insansız hava araçları senkronize kanat çırpan kuş sürüleri gibi gökyüzüne fırladı.

O sırada, 4 bin 300 kilometre uzaklıktaki Kiev’de dijital ekranlar açılmıştı, operatörler yerine oturmuştu, insansız hava araçlarının kameralarından gelen görüntüler karşılarındaydı.

Komut verildi.

Dört farklı hedef, Rusya’nın tee Doğu Sibirya’daki uzun menzilli stratejik hava üsleriydi, plastik patlayıcı yüklü 117 insansız hava aracı, park halindeki, nükleer taşıyabilen 40’tan fazla bombardıman uçağına vuruş yaptı. Hem de öyle böyle değil, kameralardan göre göre, bombardıman uçaklarının sanal işaretlemeyle kırmızı noktayla işaretlenmiş en zayıf noktalarından vuruşlar yapıldı.

Rusya, yedi milyar dolarlık darbe aldı.

Prestijine yediği darbe ise, paha biçilmezdi.

Süpergüç savaş makinesine karşı koyabilmek için akıl’dan başka silahı olmayan Ukrayna, intelligence tabir edilen zekayı kullanarak, bisiklet büyüklüğünde dronlarla, 4 bin 300 kilometre uzakta, nükleer taşıyabilen son teknoloji bombardıman uçaklarını imha etmeyi başardı.

Moskova yönetimi, saldırıdan bir dakika sonra TIR’ların izini sürerek, bu işin Artem Timofeyev’le eşi Ekaterina’nın başının altından çıktığını tespit etti ama, yine çok geçti... Artem’le Ekaterina, saldırıdan beş gün önce, yani TIR’ların hedeflere doğru yola çıktığı gün, evlerinde besledikleri kedi ve köpekleriyle birlikte, karavanla, karayoluyla Rusya’yı terk etmişlerdi.

Homeros’un mitolojik destanı İlyada’da anlatılan Truva Atı, üç bin yıl sonra işte böyle yeniden yazıldı.

Intelligence tabir edilen istihbarat kavramı, akıldır, zekadır... Beşinci nesil savaş uçakları, nükleer denizaltılar, uçak gemileri, hava savunma sistemleri elbette çok önemlidir ama, yetmeyebilir, çünkü akıl akıldan üstündür.

Bunun benzerini İran’da yaşadığımızı hatırlamamız gerekir.

Bi sabah bi uyandık, Tahran’da dumanlarla birlikte feryatlar yükseliyordu, genelkurmay başkanını bile yatak odasında uyurken vurmuşlardı.

Nasıl olur diye merak edilirken, nasıl olduğunu hayretlerle öğrendik... Intelligence tabir edilen zekayı devreye sokan Mossad, tıpkı üç bin yıl önceki Truva Atı gibi, tıpkı Ukrayna gibi, bir yıl boyunca ilmek ilmek işleyerek, İran topraklarında “dron atölyeleri” kurmuştu.

İran füze üslerinin nerelerde olduğunu, İran nükleer tesislerinin nerelerde olduğunu, İran’ı yönetenlerin nerelerde oturduğunu elbette biliyorlardı ama, bilmek yetmiyordu, İran’ın yüzölçümü devasa boyutlarda ve İsrail’e çok uzak bir ülke... Dışarıdan beklenirken, içeriden vurmak gerekiyordu.

Üçüncü ülkelerde paravan isimlerle ithalat ihracat şirketleri kurdular, İran’la ticaret yapmaya başladılar, TIR’larla sebze meyve taşırken, gemilerle inşaat malzemeleri filan taşırken, sınır kapılarından bavul ticareti yaparken, yerel ortaklarıyla depolar kiraladılar, aylaaar boyunca kablolar, elektronik parçalar, minik güneş panelleri, hassas kameralar, pervaneler taşıdılar, kimsenin ruhu bile duymadı, hepsi siviller tarafından, sahte fatura bilgileriyle, ticaret yoluyla İran’a sokuldu, üçüncü ülkelerden işadamı olarak gelip gidenlerin çoğu, aslında Mossad’ın mühendisleriydi, o kiralanan depolarda gizli gizli, parça parça “insansız hava aracı” üretiyorlardı.

Operasyonun kod adı “yükselen aslan”dı.

13 Haziran 2025.

Sabah saat 05.00

Düğmeye bastılar.

Tahran, Tebriz, Hemedan, Kirmanşah, Kum, İsfahan, Şiraz... Mossad’ın bu şehirlerdeki gizli atölyelerinde üretilen küçücük insansız hava araçları senkronize kanat çırpan kuş sürüleri gibi gökyüzüne fırladı.

İran’ın hassas radarlarını vurdular, İran’ın füze kamyonlarını vurdular, çünkü, İran’ın İsrail’den dört misli fazla füzesi vardı, füzeler korunaklı depolardaydı ama, füzeleri taşıyacak kamyon kalmadı, radarlar da kör olunca, füzeler işe yaramaz halde kalakaldı.

Martı büyüklüğündeki dronlar, genelkurmay başkanı gibi, kuvvet komutanı gibi, uranyum zenginleştirme tesislerinde çalışan bilim insanları gibi kilit hedeflerin evlerinin penceresinden daldı, yataklarında uyurken imha etti.

Ve şimdi bakıyoruz...

Karadeniz üzerinden Türk hava sahasına yaklaşan kimliği belirsiz bir insansız hava aracı, radarlarımız tarafından tespit edildi, takip edildi, rutin prosedürler uygulandı, kontrolden çıkmış olabileceğine karar verildi, Türkiye topraklarına girince alarm verildi, rotası itibarıyla, önlem olarak, Ankara Esenboğa Havalimanı’nın hava trafiği derhal durduruldu, Merzifon’da konuşlanan alarm reaksiyon filomuzdan iki F16’mız havalandı, insansız hava aracıyla göz teması kuruldu, meskun mahal dışında emniyetli bir bölgede imha etmek üzere vur emri verildi, Çankırı’da düşürüldü. Medyada bu insansız hava aracının Rusya’ya ait olduğu iddia edildi ama, resmi açıklama yapılmadı, hangi ülkeye ait olduğunu henüz bilmiyoruz.

Karadeniz’deki hadise yaşanınca, gazetecilik refleksiyle telefona sarıldım, Türk Hava Kuvvetleri’nde kritik görevlerde bulunmuş, kurmay seviyesindeki pilot arkadaşlarımla konuştum.

Öğrendiklerim çerçevesinde, Sözcü Televizyonu’nda Kırmızı Beyaz programına çıktım, Karadeniz’de hassas radarlarımızın olduğunu, Merzifon’daki alarm reaksiyon filomuzun sadece bize ait olmadığını, NATO’nun alarm reaksiyon filosu olduğunu, dolayısıyla, Karadeniz’den yaklaşan uçakların veya insansız hava araçlarının, sadece Türk radarları tarafından değil, NATO radarları ve Amerikan uyduları tarafından da takip edildiğini anlattım, “Türkiye’nin haberi olmadan Karadeniz’den sinek bile giremez” dedim, söz konusu insansız hava aracının kontrolden çıkmış olduğu değerlendirilmeseydi, mesela silah yüklü olduğu tespit edilseydi, Türk topraklarına girdiği anda vurulurdu, rutin protokol gereğince, bu tür kontrolden çıkan insansız hava araçlarının önce enerjisinin tükenip düşmesi beklenir, olmuyorsa vurulur, Çankırı’ya kadar gelmesinin sebebi bu, zafiyet değil dedim, Türk Hava Kuvvetleri’nin kusursuz bir iş çıkardığını anlattım.

Demeye kalmadı, Kocaeli İzmit kırsalında, köylüler tarafından düşmüş halde insansız hava aracı bulundu, Rus menşeli olduğu görüldü, ama kuyruğunda kızıl yıldız vardı, Rus menşeli bu tür insansız hava araçlarında böyle bir yıldız yok... Demeye kalmadı, bu defa Balıkesir Manyas kırsalında, yine köylüler tarafından düşmüş halde insansız hava aracı bulundu, yine Rus menşeli olduğu tahmin ediliyor ama, henüz netlik kazanmadı. Enteresan tarafı... Karadeniz’den yaklaşan ve Çankırı’da vurulan insansız hava aracıyla ilgili açıklamayı Milli Savunma Bakanlığı yaparken, İzmit ve Balıkesir’de bulunan insansız hava araçlarıyla ilgili açıklamayı İçişleri Bakanlığı yaptı.

E haliyle, bana da telefon ve mesaj yağdı...

Karadeniz’den sinek bile giremez demiştin, bunlar ne?

Ukrayna’nın örümcek ağı operasyonunu, İsrail’in yükselen aslan operasyonunu, Homeros’un İlyada’sındaki efsanevi Truva Atı’nı, bu yüzden hatırlatmak istedim.

Dünyadaki gelişmelerden belki biraz ilham alırız, belki biraz kafa yorarız diye düşündüm.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz, belki bu kötü alışkanlığımızdan vazgeçeriz diye düşündüm.

Intelligence tabir edilen istihbarat kavramının, bizde anlaşıldığı gibi, muhbirden/gammazdan ibaret olmadığını, akıl olduğunu, zeka olduğunu, bu yüzden hatırlatmak istedim.

İşte bu çerçevede soruyorum...

Fikir jimnastiği yapmak için soruyorum.

Çankırı’da düşürülen insansız hava aracının Karadeniz üzerinden yaklaştığı kesin, radarlarımız gördü, F16’larımız da görerek vurdu... İzmit ve Balıkesir’de düşürülen küçük insansız hava araçlarının ise nereden yaklaştığını bilmiyoruz. Ama küçücük oldukları için menzillerinin de çok küçük olduğunu biliyoruz, 600 kilometre menzilleri var, Rusya’nın bize en yakın noktası 1000 kilometre.

Acaba diyorum... İzmit ve Balıkesir’de bulunan dronlar, Marmara Denizi’nde seyir halinde olan, gölge filo tabir edilen, bir Rus ticaret gemisinden fırlatılmış olabilir mi?

Veya, Marmara Denizi’nde seyir halinde olan ve bize karşı Rusya’yı zor durumda bırakmak isteyen bir Ukrayna ticaret gemisinden fırlatılmış olabilir mi?

Veya, Rusya’nın Karadeniz’deki doğalgazını ve petrolünü ağırlıklı olarak Yunan tankerleri taşıyor, Karadeniz’deki Türk gemileri şakır şakır vurulurken, Yunan tankerlerine kimse dokunmuyor, bu dokunulmazlık zaten enteresan ama, merakım şu, İzmit ve Balıkesir’de bulunan dronelar, Marmara Denizi’nde seyir halinde olan bir Yunan ticaret gemisinden fırlatılmış olabilir mi?

Israrla tekrar ediyorum, Türk radarlarının haberi olmadan Karadeniz’den sinek bile giremez, bunlar acaba Marmara Denizi’nden mi girdi?

Karadeniz’den ve Ege’den bizim haberimiz olmadan sinek bile giremez, Karadeniz ve Ege’de radar duvarımız var, ama iç denizimiz olan, dört tarafı kendi toprağımız olan Marmara’da vaziyet böyle değil, bunlar acaba Marmara Denizi’nden mi girdi?

Ve, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara, Truva Atı çerçevesinde, daha can sıkıcı bir soru soruyorum...

İzmit ve Balıkesir kırsalında düşen, veya adeta “kolayca bulunsun” diye oraya konulmuş olan insansız hava araçları, PKK’nın olabilir mi?

Rus menşeli insansız hava araçlarında kızıl yıldız olmadığına göre, İzmit ve Balıkesir’deki insansız hava araçlarının kuyruğundaki kızıl yıldız, PKK’nın sembolü olabilir mi?

Eli kulağında, eğer sınırımızdaki SDG kantonlarına dur denilmezse, Suriye’ye askeri harekat yapacağız, öyle görünüyor... Barış sürecinde masaya oturduğumuz PKK, bize bu harekatımız öncesinde mesaj mı veriyor?

İzmit ve Balıkesir’de bulunan insansız hava araçlarının, Orlan-10 tipi olduğu görülüyor... Orlan 10’lar sadece altı kilogram ağırlığında, bavul ebatlarında çantası var, bavul gibi elde taşınabiliyor, elde taşınabilen katlanır mancınık platformuyla fırlatılıyor, 600 kilometre menzili var, 150 kilometre hızla uçabiliyor, havada altı saat kalabiliyor, 1500 metre yükseklikte etkili keşif yapabiliyor, termal kamerası var, gece görüntüleme yapabiliyor, kamyonet büyüklüğünde bir araca yüklenen yer kontrol istasyonuyla yönetiliyor. Kaç para biliyor musunuz... Tanesi 125 dolar, yani sadece beş bin küsur lira!

Satın alması bu kadar ucuz, taşınması bu kadar kolay.

PKK’nın elinde hangi tip dronlar olduğunu net olarak bilmiyoruz ama, patlayıcı yüklü dron kullandıklarını biliyoruz, Suriye’de mesela, bize karşı kullandılar. Ayrıca... PKK’nın İran’dan dron aldığını da biliyoruz, Batı medyasında haber oluyor, Tahran’ın bölücü örgüte “Meraj” tipi insansız hava araçları verdiği söyleniyor.

Ukrayna gizli servisi, Rusya’da kurduğu dron atölyesiyle Rusya’yı içerden vurdu, İsrail gizli servisi, İran’da kurduğu dron atölyesiyle İran’ı içerden vurdu, İzmit ve Balıkesir kırsalında düşenler, içimizdeki hainler olamaz mı?

Acaba diyorum... Karadeniz üzerinden yaklaşan insansız hava aracını Milli Savunma Bakanlığı açıklarken, diğer ikisini, bu soru işareti yüzünden mi İçişleri Bakanlığı açıkladı?

Yazarın Diğer Yazıları