Bahis ve şikenin kirini ceza değil, ‘Devlet Aklı’ temizler!

Hakiki bir lider öldükten sonra bile milletine yön verir, rehberlik eder.

Tıpkı Atatürk gibi.

Günlerdir şu soruyu soruyorum kendime.

Atatürk bugünün Türkiye’sinde yaşıyor olsa, neler yapardı?

Soruyu haftalardır kamuoyunu meşgul eden bahis skandalı için daralttım.

YOZLAŞMA VİRÜS GİBİ

Spor, yalnızca rekabetten ibaret değil.

Ahlak, disiplin ve bir milletin yüzünü dünyaya gösteren bir temsil alanı.

Ve bugün bu görüntü, ağır yara almış durumda.

Atatürk, yaşananlara sert tepki gösterse de yine de kurumsal yaklaşırdı.

Ulu Önder, Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkeyi yönettiği 15 yılda, şahsi çıkarların millet menfaatinin önüne geçtiği hiçbir yasaya imza atmamıştır.

- Bahis skandalını yalnızca bir spor suçu olarak görmez, milli ahlakı zedeleyen bir yozlaşma olarak değerlendirir, ona göre tedbirler alırdı.

Aslına bakarsanız tedbiri baştan alır ve böyle şeyler yaşanmasına izin vermezdi ya 87 yıl sonra yeniden aramıza katılsa neler yapardı diye sorguluyorum. Sporu yönetenlerden biri belki kulak verir diye...

DEVLETİN YAKLAŞIMI NASIL OLMALI?

Atatürk bugün yaşıyor olsaydı nasıl adımlar atılırdı sorusuna geri döneyim;

- Devletin temel refleksi, kurumların güvenini ve saygınlığını korumaktır.

Bunun yanında masumiyet karinesi asla göz ardı edilmemelidir.

(Sistematik bir şekilde yüzlerce kez bahis oynayan, hatta şampiyonu ve küme düşeni belirleyen maçlara etki edenle eğlence olsun diye bir kez oynayan aynı kefeye konmamalı.)

Bu noktada;

- Yargı süreci tavizsiz işletilmelidir. Ucu kime dokunursa dokunsun. Bunu tam anlamıyla başaramadığımız için belki de ülke bu halde.

- Ceza ibret içindir. Hem caydırıcılık ve hem de kamu güveni hedeflenmeli.

(Bir maçın skorunu etkilemek, hırsızlığın spor donuna bürünmesi değil midir? Hırsızlık yüz kızartıcı bir suçtur ve bu suçu işleyenler devlet memuru olamaz. Hatta bu suça bulaşanların çocukları bile bazı devlet kademelerinde görev alamazlar. Cezalar sembolik olursa bu bataklık asla kurumaz.)

KURUMSAL TEMİZLİK ŞART

- Hakem kurulları başta olmak üzere, Federasyonların hatta kulüplerin bu vesileyle yeniden yapılandırılması zorunluluğu doğmuştur.

- Liyakat esasına dayalı bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

- Devlet, süreci fırsata çevirip, doğrudan müdahil olarak ‘Temiz eller” misali bir sportif reform başlatmalıdır.

TOPLUMA GÜVEN AŞILANMALI

Atatürk, kamu vicdanını onarmanın propagandayla değil, örnek davranışla olacağına inanan bir devlet adamıydı.

- Bu nedenle, dürüst sporcular, hakemler ve yöneticiler, devlet nezdinde ödüllendirilir; “Dürüstlüğün itibarı” vurgulanırdı.

‘İtibardan ödün verilmez’ sözünü yanlış anlayanlara duyurulur.

- Büyük olasılıkla, meseleyi sadece ‘Bireylerin ahlaksızlığı’ değil, ‘Sistemin zafiyeti’ olarak da görür; kurumların sorumluluğunu sorgulardı. Ona göre çözümler üretirdi.

MESLEK ONURU KORUNMALI

Atatürk’ün çağdaş düşünce sistemine vakıfsanız, O’nun meslek onuruna ne kadar değer verdiğini bilirsiniz.

Bu bağlamda;

- Hakem Akademisi benzeri, etik ve hukuk derslerinin verildiği bir yapı kurardı.

(Öğretmen yetiştiren enstitülerin temelini de bu şekilde kurmuştur.)

- Hakemlik bir meslek olarak profesyonelleştirilir, dış baskılardan (Bahis baronlarından özellikle), kulüp ilişkilerinden bağımsız hale getirilirdi.

- ‘Hakem, adaletin sahadaki temsilcisidir’ anlayışıyla, hakemlere yalnızca fiziki değil hukuki koruma sağlanırdı.

- Spor Ahlakı Kanunu çıkararak, sadece sportif performansı değil, karakteri de ölçen bir sistem getirirdi.

Örneğin ‘Davranış Temelli Lisanslama’ yöntemi geliştirilebilir. Tıpkı teknik direktörlerin UEFA lisansı gibi, sporcuların da;

Etik ihlalinde ‘Lisans düşer.’,

Bahis ihlalinde ‘Lisans iptal edilir.’ şeklinde uygulamalar hayata geçirilebilir.

Yeter ki siz bataklığı kurutmak isteyin neler neler yapılır!

Meslek onurunu ayaklar altına alanlar yüzünden dürüst hakemlerimizi, kazandığı milyonlara rağmen açgözlülük yapan futbolcuları baz alıp, gençlerimizi linç etmeyelim.

Konu göstermelik cezalarla geçiştirilecek basit bir hadise değil.

Bugünlük bu kadarıyla yetineyim.

Bir daha ki yazımda hakemlerin ve futbolcuların penceresinden konuya bakmaya çalışacağım.

NOT:

Kitap önerim elbette konuyla bağlantılı. Bir o kadar da aydınlatıcı bir eser.

Şike - Futbol ve Organize Suçlar / Declan Hill

Araştırmacı gazeteci Declan Hill, dünya çapında ses getiren ve uluslararası bestseller olan kitabı Şike - Futbol ve Organize Suçlar'da, yasadışı bahislerin yapısını ve işleyişini, bağlanan maçlarda hakemlerin ve futbolcuların nasıl rol oynadığını, zengin ve ünlü sporcuların neden bu işlere karıştığını, kulüp yöneticilerinin rakiplerine neden teşvik primi verdiklerini ve hakemleri kendi taraflarına nasıl çektiklerini, Asyalı bahisçilerin inanılması zor bir şekilde en önemli uluslararası maçları nasıl bağlayabildiklerini anlatıyor.

Neden bu kitabı tercih ettim?

1) Futboldaki suç ağlarını dünyaya ilk kez bu kadar net gösteren araştırma.

2) Kamu vicdanı, adalet ve spor ahlakı konularına doğrudan temas ediyor.

3) Bahis baronlarının yöntemleri Türkiye’de yaşananlarla birebir paralellik gösteriyor.

4) Bilimsel ve sahaya inen gazetecilik tarzı ön planda.

Yazarın Diğer Yazıları