Eski Erzincan İl Özel İdare Müdürü Saim Sezer, Erzincan’da günlük olarak yayımlanan Erzincan gazetesinin 12 Temmuz 2007 tarihli nüshasını gönderdi. Saim Sezer’in paylaştığı gazetede, konuk yazar, “devlet mallarını” yazmıştı.
Ülkemizde savurganlığın, lüksün alabildiğine yayıldığını biliyoruz. Devletin malına “çökme” söylentileri yaygın. Yolsuzluklar, hırsızlıklar almış başını gidiyor. Yazıdaki devlet malları küçük ama çarpıcı bir örnekti. En iyisi köşeyi konuk yazara bırakalım ve onun kim olduğunu da yazının sonunda açıklayalım.
DEPREMİ HATIRLIYOR
“1982 yılının Temmuz sonlarında tayinim çıkmıştı. Tokat’ın Reşadiye ilçesinden, o yıllarda Mardin iline bağlı olan Silopi ilçesi Kaymakamlığına gidiyordum. Eşyaları yüklemiş düşmüştük yollara. Suşehri, Refahiye derken Erzincan. Tünel köprüleri ilk defa Erzincan yollarında görüyordum. Bu köprülerin ne işe yaradığını çok yıllar sonra gene Erzincan’da öğrenmiştim. Dümdüz ovasını, onu ortalayıp geçen ve sere serpe akan Fırat nehrini, sağında il solunda duvar gibi örülü Mercan ve Munzur il dağlarını seyrediyordum...
Başında beyaz lekeler halindeki karları görünce ‘Fahriye Abla’ şiirini hatırlamıştım. Şoförümüz Reşadiye Belediyesinin Zabıta Amiri Kadir Öztürk’tü. Kadir Çavuş olarak anılırdı. Aklımdan geçeni, ağzımdan çıkanı hemen algılayan biriydi. “Efendim bir sigara alayım, yemeği az ileride yiyeceğiz. Yemekleri meşhurdur” deyip inmişti kamyondan. Durduğumuz yerin gene çok yıllar sonra Çarşı Mahallesi olduğuna karar vermiştim.
BİLEK KALINLIĞINDA
İstasyonun karşısında, orta halli bir yerdi. “Deprem şehri varlıklı olur muydu hiç” diye içimden geçirdim. Zaten cümle insan Erzincan adını duyduğunda depremi hatırlıyor.
Nehre paralel olarak kıvrım kıvrım giden yollardan geçe geçe geldik lokantamıza. Dağın dibinde, salkım söğütlerin altında orta halli bir lokanta. Oluklarından soğuk sular akmakta ki bilek kalınlığında. Güzel, şirin, sevimli... Fasulyesi gerçekten lezzetliydi. Çok sayıda kamyon beklemekteydi. “Kamyonların hepsi sizin gitmekte olduğunuz Silopi’den kömür taşımaktadır” dediler.
HAYRET ETTİM, DONDUM KALDIM...
Aradan yıllar geçti. Erzincan Valiliği’ne atandım. Erzincan’a gidince unutmadığım o lokantayı sordum. Bilen olmadı. “Orada böyle bir lokanta yok beyim” diye cevap verdilerdi. Derken Erzurum yolculuğum sırasında ben lokantayı 30 yıl sonraki haliyle buldum. Mutu Köprüsü’nün tam karşısındaydı. Kapılarına tahta çakılmış, pencereleri kırık dökük vaziyette... Çeşmesindeki suları soğulmuş, ayakta dikili ağacı kalmamış, virane olmuş bir lokanta... “Karayolları yol yapacağım diye kamulaştırıp, kapısına kilidi asmış. Yıllardır sahipsiz böylece kaldı” dediler...
Karayollarına “Yol oradan geçecek diye kamulaştırdığınız tesis olduğu yerde duruyor, yol çok daha beri taraftan geçiyor. O halde burayı bize satınız” dedim. Aylar sonra aldığımız cevap ilginçti: “Orası zaten sizin. Kamulaştırmaya karar vermişiz ama uygulamamışız.” Hayret ettim, dondum kaldım adeta. Devletin bir birimi malını satmış, diğeri de o malı satın almış sayacak kendisini. Oysa ne satma, ne alma olacak, mal da orada sahipsiz kalıp çürüyecek.
SORMA BEYİM
Bu durumu İl Özel İdaresindeki iki gözümden değerli bildiğim Saim Sezer arkadaşıma sordum. “Sorma Valim, açıp baksak deftere daha nice öyle yerler vardır” dedi. Açtık defteri sayfa sayfa... Ne mi gördük? 284 parça irili ufaklı kenarda köşede kalmış, varlığı unutulmuş devlet malı... Evet tam tamına 284 parça tarla, toprak. Daha neler var? Depolarda ambalajı açılmamış motosikletler, kaymakamlıkların önünde hiç çalışmadan yağmurun-karın altında beklemekten çürüyen kamyonlar, iş makineleri...
Soruyorum: Niçin çalışmıyor bunlar? Aldığım cevap şöyle: Trafik tescilleri yapılmamış da ondan. Bu araçların taa Rahmetli Valimiz Recep Bey’in döneminde alındığını öğreniyorum. Yüreğim yandı. 150 YTL vergi iadesi almak için 12 ay fiş toplama konusunda gösterdiğimiz çabanın yarısını bize emanet edilen devlet malına göstermemiştik. Gösterebilmiş olsak her şey öylesine farklı olurdu ki...
DUMANI EKSİK OLMASIN
Senelerden beri, hatta büyük Erzincan depreminden beri bu arsalarımızın üzerinde oturanları, tarlalarımızı ekip biçenleri arayıp bulmaya karar vermiştik. Onlarla tek tek konuşup biz paramızı, onlar tapularını almalıydı.
Sonradan öğreniyoruz ki tadı damağımızda kalan fasulyesi meşhur lokantamızın üzerinde oturduğu alanın maliki hazineymiş. Arsası hazinenin, binası ise İl Özel İdaresinin. Önce arsayı satın aldık, sonra altını da üstünü de birlikte sattık. “10 milyar etmez, ederse bile ileriki yıllarda eder” dediler. Geçen gün onu da 27 milyara sattığımızı hatırlıyorum. Erzincan’dan ayrılırken lokantanın bacası tütmüştü. Orta halli bir lokantaya dönüşmüştü. Dumanı eksik olmaz dilerim.”
Erzincan gazetesinin o konuk yazarı, 14 Kasım 2020’de aramızdan ayrılan eski Bilecik, Niğde, Erzincan, Manisa Valisi Refik Arslan Öztürk’tü. Ben de onun kardeşiyim. Vefatının yıldönümünde, emekli Vali Halil Işık, devre arkadaşı merhum Vali Öztürk ile ilgili şu mesajı paylaştı:
TATİLDE DEVLET ARACINA BİNMEZDİ
“Yıllar önce, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden bir minibüsü, polis kimlik kontrolü için durdurur. Ayakta seyahat eden bir beyin kimliğine bakan polisler dona kalır. İçişleri Bakanlığı tarafından verilen kimlikte, Bilecik Valisi yazmaktadır. İlk şaşkınlığı atlatan polisler, “Sayın valim sizi biz götürelim” teklifinde bulunsalar da; “Teşekkür ederim. Tatildeyken, devletin aracına binmem” yanıtını alırlar. Görev yaptığı Bilecik, Niğde, Erzincan, Manisa illerinde makamına yürüyerek ya da minibüsle, otobüsle giden, Ankara’ya valiler toplantısına kendi biletini alarak otobüsle giden, gazeteci Saygı Öztürk’ün de ağabeyi emekli vali Refik Arslan Öztürk’ü rahmetle anıyoruz.
“İtibardan tasarruf olmaz” düşüncesinin kanıksanmaya başladığı günümüzde, meslek hayatı boyunca tasarrufu şiar edinmiş, örnek olmuş valimize Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanın cennet olsun sayın Valim...”
O valinin niçin ayakta olduğunu da ben sormuştum. “Bir hanım bindi. O gün rahatsız olmama rağmen hanıma yerimi vermiştim” dedi.