Savaşı Amerika başlatır

Sis sabahın erken saatlerinde Tayvan Boğazı’nı kaplamış.

Bir Amerikan destroyeri rotasını yavaşça değiştiriyor.

Çin kıyılarında radar ekranları daha parlak, daha kalabalık.

Kimse ateş etmiyor ama herkes aynı şeyi düşünüyor...

“Eğer bugün vurmazsak, yarın vurabilecek miyiz?”

Modern savaşlar çoğu zaman öfkeyle değil, sabırsızlıkla başlar.

★★★

Dışarıdan bakıldığında ABD-Çin gerilimi klasik bir güç mücadelesi gibi anlatılıyor.

Tayvan, ticaret yolları, donanmalar, uçak gemileri...

Oysa asıl mesele daha derinde... Yazar Thomas Friedman’ın New York Times’taki son yazısında işaret ettiği gibi, Trump Amerika’sı yeni bir Soğuk Savaş’a değil, yeni bir medeniyet savaşına hazırlanıyor.

Ve medeniyet savaşları savunma refleksiyle değil, ön alarak yürütülür.

Bu psikolojide “beklemek” bir erdem değil, zayıflık sayılır.

★★★

Washington’daki düşünce kuruluşlarının raporlarını yan yana koyduğunuzda ortak bir korku görüyorsunuz.

Çin’in hamlesi klasik bir işgal şeklinde olmayabilir. CSIS ve RAND gibi düşünce kuruluşları, Pekin’in Tayvan’a tank çıkarmak yerine blokaj, kuşatma ve gri alan taktikleriyle adayı boğabileceğini yazıyor.

Yani ortada Pearl Harbor benzeri net bir saldırı olmayabilir. Ama nefessiz bırakılan bir ada olur.

İşte tam bu noktada, savaşın ilk adımını atmak Washington’a kalır.

Çünkü bir blokajı kırmak, fiilen ilk askeri hamleyi yapmak demektir. Amerikan gemilerinin Çin donanmasıyla karşı karşıya gelmesi, radarların susturulması, kıyı füze bataryalarının “önleyici” vuruşlarla devre dışı bırakılması...

Bunların hepsi savunma diye anlatılabilir. Ama tarihe geçecek olan gerçeği değiştirmez.

İlk ateş ABD’den çıktı.

★★★

Bu aceleciliğin arkasında ideoloji kadar matematik de vardır.

Çin’in askeri harcamaları son on yılda yüzde 60 arttı.

ABD hâlâ dünyada savunmaya en fazla para harcayan ülke ancak Washington’daki tartışma şu cümle etrafında dönüyor... “Biz zirvedeyiz, Çin ise hızla tırmanıyor.”

Daha da önemlisi, Çin bugün dünya gemi inşasının yarıdan fazlasını tek başına yapıyor ve küresel sipariş defterinin yaklaşık üçte ikisini elinde tutuyor. Savunma çevrelerinde bu, uzayan bir savaşta üretim bandı Pekin’de anlamına geliyor.

Bir de füze meselesi var. Pentagon raporları, Çin’in yüzlerce balistik ve seyir füzesiyle ilk saatlerde Amerikan üslerini, pistlerini ve limanlarını baskılayabilecek bir kapasiteye ulaştığını kabul ediyor. Bu da Washington’da şu korkuyu büyütüyor...

“İlk darbe bize gelirse, cevap verecek altyapıyı kaybedebiliriz.”

Üstüne bir de teknoloji boyutu ekleniyor. Tayvan yalnızca bir ada değil; ileri yarı iletken üretiminin kalbi. Küresel ekonominin sinir sistemi. Orası düştüğünde mesele sadece Çin bayrağı değil, Amerikan askeri ve teknolojik gücünün damarları olur. Bu yüzden bazı stratejistler Tayvan’ı “son savunma hattı” olarak tanımlıyor.

★★★

İşte bu noktada, ABD’de sessizce şu mantık kuruluyor...

“Çin her yıl güçleniyor. Üretimi artıyor. Füze sayısı artıyor. Zaman onun lehine işliyor. Bizim lehimize olan tek şey, bugün.”

Bu mantık ahlaki değil ama bir gerçek.

Friedman’ın “medeniyet savaşı” tespiti, bu soğuk hesaplara psikolojiyi de ekliyor.

Trump’ın seçmen kitlelerinde “evimizi kaybediyoruz” duygusu büyüdükçe, dışarıda da sabır tükeniyor. Kimliğini, gücünü ve liderliğini tehdit altında hisseden imparatorluklar, genellikle ilk vuran taraf olur.

Belki de bu yüzden, Washington’daki bazı çevreler artık şu cümleyi yüksek sesle kurmaya başlıyor.

“Bu savaşı başlatmak istemiyoruz. Ama başlatmak zorunda kalabiliriz.”

Belki de yarının tarih kitapları şöyle yazacak...

“Savaş Çin’le başladı” denecek.

Ama ilk kurşunu kimin sıktığını herkes bilecek.

Yazarın Diğer Yazıları