“Sıfır Sorun”dan stratejik çekilmeye

2000’li yılların başında Türkiye, “orta ölçekli güç” olarak tanımlanıyordu.

Cumhuriyet’in geleneksel dış politikasına uygun, tam bağımsızlığı ve ulusal çıkarları esas alan diplomasi yürütüyordu.

★★★

Bu yaklaşım, Türkiye’yi öngörülebilir, dengeli ve tercih edilen bir aktör hâline getirmişti.

NATO üyesi olmanın da avantajıyla, bölge ülkeleriyle ABD arasında arabuluculuk yapıyordu.

Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecini ilerletiyor; çok taraflı diplomasiyi önceliyordu.

★★★

Ancak...

Özellikle 2010 sonrası dönemde, dış politika, kurumsal akıldan, lider merkezli ve ideolojik önceliklere dayalı bir yapıya dönüştü.

“Müslüman Kardeşler”i destekleyen bir eksene yöneldi.

İşte bu değişim, Türkiye’nin dış ilişkiler ağında derin kırılmalar yarattı.

★★★

Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte, 2009’da “komşularla sıfır sorun” politikası izlendi.

Fakat...

2011’de sözde “Arap Baharı” gerçekte “Kanlı Sonbahar” fırtınasında stratejik hatalar yapıldı.

Libya’nın, Suriye’nin parçalanmasında ABD ile işbirliği yapıldı.

Hem Kaddafi’nin hem de Esad’ın devrilmesi yönünde adımlar atıldı.

★★★

2011, Türkiye için bir dönüm noktasıdır.

Geleneksel dış politikasının terk edildiği yıldır.

Türkiye, tarafsız arabulucu rolünü bıraktı; bölgesel krizlerde doğrudan taraf hâline geldi.

Ve bu tercih, dış politikada stratejik öngörü hatalarının artmasına yol açtı.

★★★

Mesela...

Suriye politikası, Esad rejiminin kısa sürede çökeceği varsayımına dayanıyordu.

Tahminde, 13 yıllık bir sapma oldu.

Mesela, S-400 krizi...

2,5 milyar dolar ödenen ama henüz kullanılamayan silah sistemi...

★★★

Mesela...

2012’de, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 100 bini geçince, “Psikolojik eşik aşıldı” demişti.

Oysa kısa süre sonra Türkiye, dünyada en fazla göçmen barındıran ülke konumuna geldi.

Suriye iç savaşının ağır ekonomik, sosyal ve güvenlik yükünü sırtlandı.

911 kilometrelik sınırda, terör üreten bir coğrafyayla komşu oldu.

★★★

Bu süreçte...

Körfez ülkeleriyle, Mısır’la, Batı’yla, NATO ülkeleriyle gerilimler yaşandı.

Ve çok geçmeden, “Sıfır sorun” politikasının aslında “çoklu sorun” ürettiği ortaya çıktı.

Bir zamanlar arabulucu rolü üstlenen, bölgede ağırlığı olan Türkiye; Arap dünyasında, NATO’da ve AB’de giderek yalnızlaştı.

★★★

Bu yalnızlık atmosferinin, karamsarlık dolu ortamında...

2013’te “değerli yalnızlık” kavramı ortaya çıktı.

Bu kavrama göre, “Türkiye, çıkar değil ilke temelli davrandığı için yalnız kalmıştı ve bu yalnızlık değerliydi.”

★★★

Oysa...

Uluslararası ilişkilerde, ulusal çıkarlar önemliydi.

Ve dünya siyasetinde, “değerli yalnızlık” diye sürdürülebilir bir örnek yoktu.

Çünkü, “değerli yalnızlık”, aslında bir dış politika doktrini değil; ortaya çıkan politika sonuçlarını savunmak için üretilmişti.

★★★

“Değerli yalnızlık” politikası sonucunda Türkiye...

Arap dünyasından dışlandı, AB ile üyelik süreci askıya alındı, NATO üyesi olmasına rağmen, Batı ittifakı içinde güven bunalımı yaşayan bir aktöre dönüştü.

Ne Rusya’ya yarandı ne de ABD’ye...

★★★

Çünkü...

Dünün çözüm olarak sunulan politikaları, bugünün ana sorunları haline gelmişti.

Türkiye’nin yalnızlaşması, dış aktörlerin komplosu değildi.

Yanlış stratejik okumaların, kurumsal diplomasinin zayıflatılmasının bir sonucuydu.

Ve en önemlisi, iç politikanın dış politikaya hâkim olmasının bir ürünüydü.

★★★

Mesela...

Bu yalnızlaşmanın en görünür alanlarından biri Doğu Akdeniz oldu.

Türkiye ve Yunanistan arasında geleneksel denge politikasını izleyen ABD, 2010’dan itibaren Yunanistan’ı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) tercih eden bir strateji benimsedi.

★★★

Ve İsrail...

Türkiye’yi doğrudan hedef alan adımlar atmaya başladı.

22 Aralık 2025’te Kudüs’te; İsrail, Yunanistan ve GKRY liderleri bir araya geldi.

Askeri ve güvenlik işbirliğini genişletme kararı aldılar.

★★★

Toplantıda, İsrail Başbakanı Netanyahu şu mesajı verdi:

“Ülkelerimiz üzerinde imparatorluklar kurabileceğini ve kontrol edebileceğini hayal edenlere şunu söylüyorum: Bunu unutun. Bu gerçekleşmeyecek... Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek güçteyiz...”

Bu sözlerle Netanyahu, NATO üyesi Türkiye’yi fiilen bir tehdit ülke olarak konumlandırmış oldu.

★★★

Peki, bu cesareti nereden alıyor?

İsrail, Suriye’de ve bölgede elde ettiği avantajın rahatlığıyla hareket ediyor.

★★★

Ve bugün itibariyle, Türkiye için stratejik resim artık tümüyle değişmiştir.

Yunanistan ve GKRY ile ilgili politika belirlerken; Doğu Akdeniz’le ilgili değerlendirme yaparken; Suriye’de adım atarken İsrail’i hesaba katmak durumundadır.

Ve özellikle çok sevdiğimiz Trump döneminde; İsrail demek, ABD demek...

★★★

29 Aralık 2025’te, Trump’la Netanyahu görüşecek.

Gündem büyük olasılıkla İran, Türkiye ve Suriye olacak.

Türkiye, bu görüşmeye odaklanmalı.

★★★

Çünkü masada...

Suriye’de Türkiye’nin önünün kesilmesi; Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta etkisinin azaltılması; ihtiyaç duyulan savaş uçaklarının verilmemesi gibi kritik başlıklar yer alacak...

Türkiye, yumuşak gücünü ve sıklet merkezini tüm ağırlığıyla buraya kaydırmalı.

★★★

Çünkü, bu kez mesele yalnızca dış politika değil...

Türkiye’yi de içine alan, yeni bir devleti kurma projesinin zamanlaması kararıdır...

Ve SEVR’dir...

2000’li yılların başında Türkiye, “orta ölçekli güç” olarak tanımlanıyordu.

Cumhuriyet’in geleneksel dış politikasına uygun, tam bağımsızlığı ve ulusal çıkarları esas alan diplomasi yürütüyordu.

★★★

Bu yaklaşım, Türkiye’yi öngörülebilir, dengeli ve tercih edilen bir aktör hâline getirmişti.

NATO üyesi olmanın da avantajıyla, bölge ülkeleriyle ABD arasında arabuluculuk yapıyordu.

Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecini ilerletiyor; çok taraflı diplomasiyi önceliyordu.

★★★

Ancak...

Özellikle 2010 sonrası dönemde, dış politika, kurumsal akıldan, lider merkezli ve ideolojik önceliklere dayalı bir yapıya dönüştü.

“Müslüman Kardeşler”i destekleyen bir eksene yöneldi.

İşte bu değişim, Türkiye’nin dış ilişkiler ağında derin kırılmalar yarattı.

★★★

Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte, 2009’da “komşularla sıfır sorun” politikası izlendi.

Fakat...

2011’de sözde “Arap Baharı” gerçekte “Kanlı Sonbahar” fırtınasında stratejik hatalar yapıldı.

Libya’nın, Suriye’nin parçalanmasında ABD ile işbirliği yapıldı.

Hem Kaddafi’nin hem de Esad’ın devrilmesi yönünde adımlar atıldı.

★★★

2011, Türkiye için bir dönüm noktasıdır.

Geleneksel dış politikasının terk edildiği yıldır.

Türkiye, tarafsız arabulucu rolünü bıraktı; bölgesel krizlerde doğrudan taraf hâline geldi.

Ve bu tercih, dış politikada stratejik öngörü hatalarının artmasına yol açtı.

★★★

Mesela...

Suriye politikası, Esad rejiminin kısa sürede çökeceği varsayımına dayanıyordu.

Tahminde, 13 yıllık bir sapma oldu.

Mesela, S-400 krizi...

2,5 milyar dolar ödenen ama henüz kullanılamayan silah sistemi...

★★★

Mesela...

2012’de, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 100 bini geçince, “Psikolojik eşik aşıldı” demişti.

Oysa kısa süre sonra Türkiye, dünyada en fazla göçmen barındıran ülke konumuna geldi.

Suriye iç savaşının ağır ekonomik, sosyal ve güvenlik yükünü sırtlandı.

911 kilometrelik sınırda, terör üreten bir coğrafyayla komşu oldu.

★★★

Bu süreçte...

Körfez ülkeleriyle, Mısır’la, Batı’yla, NATO ülkeleriyle gerilimler yaşandı.

Ve çok geçmeden, “Sıfır sorun” politikasının aslında “çoklu sorun” ürettiği ortaya çıktı.

Bir zamanlar arabulucu rolü üstlenen, bölgede ağırlığı olan Türkiye; Arap dünyasında, NATO’da ve AB’de giderek yalnızlaştı.

★★★

Bu yalnızlık atmosferinin, karamsarlık dolu ortamında...

2013’te “değerli yalnızlık” kavramı ortaya çıktı.

Bu kavrama göre, “Türkiye, çıkar değil ilke temelli davrandığı için yalnız kalmıştı ve bu yalnızlık değerliydi.”

★★★

Oysa...

Uluslararası ilişkilerde, ulusal çıkarlar önemliydi.

Ve dünya siyasetinde, “değerli yalnızlık” diye sürdürülebilir bir örnek yoktu.

Çünkü, “değerli yalnızlık”, aslında bir dış politika doktrini değil; ortaya çıkan politika sonuçlarını savunmak için üretilmişti.

★★★

“Değerli yalnızlık” politikası sonucunda Türkiye...

Arap dünyasından dışlandı, AB ile üyelik süreci askıya alındı, NATO üyesi olmasına rağmen, Batı ittifakı içinde güven bunalımı yaşayan bir aktöre dönüştü.

Ne Rusya’ya yarandı ne de ABD’ye...

★★★

Çünkü...

Dünün çözüm olarak sunulan politikaları, bugünün ana sorunları haline gelmişti.

Türkiye’nin yalnızlaşması, dış aktörlerin komplosu değildi.

Yanlış stratejik okumaların, kurumsal diplomasinin zayıflatılmasının bir sonucuydu.

Ve en önemlisi, iç politikanın dış politikaya hâkim olmasının bir ürünüydü.

★★★

Mesela...

Bu yalnızlaşmanın en görünür alanlarından biri Doğu Akdeniz oldu.

Türkiye ve Yunanistan arasında geleneksel denge politikasını izleyen ABD, 2010’dan itibaren Yunanistan’ı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) tercih eden bir strateji benimsedi.

★★★

Ve İsrail...

Türkiye’yi doğrudan hedef alan adımlar atmaya başladı.

22 Aralık 2025’te Kudüs’te; İsrail, Yunanistan ve GKRY liderleri bir araya geldi.

Askeri ve güvenlik işbirliğini genişletme kararı aldılar.

★★★

Toplantıda, İsrail Başbakanı Netanyahu şu mesajı verdi:

“Ülkelerimiz üzerinde imparatorluklar kurabileceğini ve kontrol edebileceğini hayal edenlere şunu söylüyorum: Bunu unutun. Bu gerçekleşmeyecek... Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek güçteyiz...”

Bu sözlerle Netanyahu, NATO üyesi Türkiye’yi fiilen bir tehdit ülke olarak konumlandırmış oldu.

★★★

Peki, bu cesareti nereden alıyor?

İsrail, Suriye’de ve bölgede elde ettiği avantajın rahatlığıyla hareket ediyor.

★★★

Ve bugün itibariyle, Türkiye için stratejik resim artık tümüyle değişmiştir.

Yunanistan ve GKRY ile ilgili politika belirlerken; Doğu Akdeniz’le ilgili değerlendirme yaparken; Suriye’de adım atarken İsrail’i hesaba katmak durumundadır.

Ve özellikle çok sevdiğimiz Trump döneminde; İsrail demek, ABD demek...

★★★

29 Aralık 2025’te, Trump’la Netanyahu görüşecek.

Gündem büyük olasılıkla İran, Türkiye ve Suriye olacak.

Türkiye, bu görüşmeye odaklanmalı.

★★★

Çünkü masada...

Suriye’de Türkiye’nin önünün kesilmesi; Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta etkisinin azaltılması; ihtiyaç duyulan savaş uçaklarının verilmemesi gibi kritik başlıklar yer alacak...

Türkiye, yumuşak gücünü ve sıklet merkezini tüm ağırlığıyla buraya kaydırmalı.

★★★

Çünkü, bu kez mesele yalnızca dış politika değil...

Türkiye’yi de içine alan, yeni bir devleti kurma projesinin zamanlaması kararıdır...

Ve SEVR’dir...

Yazarın Diğer Yazıları