Yan komşunuz kim biliyor musunuz?

Türkiye, 27 yaşındaki bir Özel Harekat polisini, Emre Albayrak’ı uyuşturucu operasyonunda şehit verdi.

Yer: İstanbul, Çekmeköy.
Baktığınızda sıradan bir sokak... Sıradan bir apartman... Sıradan bir ev... Sıradan bir aile...
58 yaşında bir baba ve iki oğlu var o an evde.
Kapıda polis, içeride “normal” sandığımız hayat.

Operasyon başlar başlamaz içeriden ateş açılıyor.

Emre Albayrak şehit oluyor.

Saldırıyı düzenleyen 35 yaşındaki Ramazan A. ölü ele geçiriliyor.

Sonra tablo netleşiyor:

Onun 10, babasının 21 suç kaydı var.

Kasten yaralama...Tehdit... Hakaret... Çocuğun kaçırılması... Uyuşturucu madde imal ve ticareti... Uyuşturucu kullanmak... Bilişim yoluyla hırsızlık...

Bir insan hayatında ne kadar suç birikebilirse, hepsi var.

Ve tüm bunlara rağmen, bu insanlar hala aramızda, hala yan dairede, hala “normal” hayatın içinde, birer komşu gibi dolaşıyor.

★★★

Geçen yıl kırmızı bültenle aranan baronlara verilen vatandaşlıkları, Zekeriyaköy, Göktürk, Zincirlikuyu, Kağıthane’deki lüks villalarda, rezidanslarda yapılan operasyonları konuşuyorduk.

O dosyalar bize “Bu ülkede kimlere kapı açılıyor?” sorusunu sordurmuştu.

Güven duygusu orada zedelemişti.

Bugün ise başka bir şeye tanıklık ediyoruz:

Artık mesele sadece “tepedeki”ler değil.
Sokağımıza, kapımıza, katımıza kadar gelen bir suç düzeni.

Hemen her köşe başında bir tehdit var artık.

Mahalleler suç örgütleri tarafından parsellenmiş.

Esnaf ensesinde hissediyor nefeslerini.

Uluslararası raporlar da aynı şeyi söylüyor.

Türkiye, “Küresel Organize Suç Endeksi”nde ilk 10’a girdi.

Kolombiya, Meksika, Nijerya ile yan yana...

Bundan birkaç yıl önce aklımıza gelir miydi?

Bir gün Nişantaşı’nda bir gelinlikçi, ertesi gün Beylikdüzü’nde bir restoran kurşunlanıyor.

Haraç iddiaları, tehdit iddiaları havada uçuşuyor.

Bir başka gün Şişli’nin göbeğinde biri belinden silahı çıkarıp havaya ateş açabiliyor.

Sokakta yürürken yan şeritteki aracın direksiyonunda kim var, gerçekten biliyor musunuz?
Apartmanın asansöründe karşılaştığınız o “sessiz” komşunun sabıka dosyasında neler yazıyor?
Yaşından çok suç kaydı olan insanlar, çocuklarımızla aynı sokakta, yan yana yürüyor.

★★★

Güvenlik kuvvetleri canı pahasına mücadele ediyor ama ceza-adalet zincirindeki her eksik parça, her “göz yumma”, her “serbest bırakma”, bu ülkede yeniden karşımıza çıkıyor.
Kurşun olarak...
Korku olarak...
Tedirginlik olarak...

Birkaç yıl önce “şurası suç mahallesi” dediğimiz, uzak durulan bölgeler vardı.
Bugün o haritanın sınırları silindi.

Suç, artık belli semtlerin değil, bu ülkenin ortak sorunu.

Ve biz... Kapının önünde oynamasından korktuğumuz çocukların şimdi apartmanda tek başına asansöre binmesinden bile endişeliyiz.

“Bu apartman güvenli mi?”

“Çocuğum sokağa çıkabilir mi?”

“Bu şehirde huzurla yaşayabilir miyim?”

Bu sorulara gönül rahatlığıyla “evet” diyebilen kaç kişi var?

Nereden nereye...

En büyük mücadele: İnsanca yaşayabilmek

Türkiye’de son günlerde konuştuğumuz her haber, her görüntü, her feryat...

Aslında aynı soruya çıkarıyor bizi: Bu ülkede yaşamak neden bu kadar zorlaştı?

Kadirli’de ıspanak havuzundan atılan ıspanakları toplayan emekli...

“Börek yapacağım, maaş yetmiyor” diyor.

Bu cümle, sadece ekonomik krizin değil; hayatın ağırlığının ta kendisi artık.

Öte yanda bir psikiyatri seansı 8 bin TL olmuş.

Bir sosyal medya kullanıcısının isyanı yayılıyor: Ruh sağlığını korumak lüks kategorisine girmiş durumda.
Delirmemek için direnmek bedava, ama aklına sahip çıkamazsan tedavisi ücretli.

Bu bile tek başına bir akıl tutulması.

Barınma desen ayrı bir yara.

İzmir’de milattan kalma bir daire 25 bin TL’ye “öğrenci evi” diye ilana çıkmış.

Bir gencin “Bizimle dalga geçiyorlar” isyanı, sadece bir kira meselesi değil; geleceğin, eğitim hakkının, bağımsız bir yaşam ihtimalinin çöküşü.

Depremden sonra hala konteynerlerde kalan insanların elektrikleri kesiliyor.

Neredeyse 3 yıldır kalıcı konut bekleyenler şimdi “tahliye” gerekçesiyle karanlığa itiliyor.

Bu ülkede yaralar kapanmadan yeniden kanatılıyor.

★★★

Baktığında hepsi ayrı birer başlık gibi duruyor ama hepsi aynı hikaye:

Emeklinin sofrası, öğrencinin evi, depremzedenin elektriği, insanın ruh sağlığı...

Hepsi aynı yerden bağlanıyor.
Temel insan hakkı: Yaşayabilmek.
Ama bu hak gün gün elimizden çekilip alınıyor.

Sorun artık enflasyon, kiralar, tedavi ücretleri değil; var olmanın maliyetinin ta kendisi.

Ekonominin tüm kavramları bir yana...
Asıl gerçek şu: İnsanca yaşamak bu ülkede en büyük mücadeleye dönüşmüş durumda.

Bu ülkede insanlar sadece “geçinemiyor” demek yaşadıklarımızı anlatmaya yetmiyor.

İnsanlar “insanca” yaşamaya çalışırken tükeniyor!

Yazarın Diğer Yazıları