“Kore’ye biz, Birleşmiş Milletler Anayasası gereğince ve teşkilatın Güvenlik Konseyi’nin aldığı karara uyarak katıldık. (...) Kaldı ki Kore bir savaş hali değildir. Bir tedip ve cezalandırma hareketidir.” (Adnan Menderes, 11 Aralık 1950)

 

[caption id="attachment_2106526" align="alignnone" width="880"]Kore’deki kahraman Türk askerleri... Kore’deki kahraman Türk askerleri...[/caption]

 

Geçtiğimiz hafta NATO krizini konuştuk. 8-17 Kasım tarihleri arasında Norveç’te düzenlenen Trident Javelin tatbikatı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, yönelik çirkin saldırı krize yol açtı. Bu krizinin ardından Türkiye’de herkes birden bire NATO karşıtı oldu! Öyle ki, 60 yıldır Türkiye’de NATO ve ABD politikalarının bekçiliğini yapanlar bile “NATO’dan çekilmemiz gerektiğini” söylemeye başladılar.
Peki ama Türkiye NATO’ya nasıl girmişti?

NATO’NUN KURULUŞU

II. Dünya Savaşı sonrasında, Haziran 1948’de Sovyetler Birliği, Batı Berlin’i kuşatmaya başladı. Bu Sovyet kuşatması, Batı savunmasının örgütlenmesini hızlandırdı. Sonuçta Komünist Sovyet Rusya’ya karşı kapitalist Batı; ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Norveç, Danimarka, İzlanda, Portekiz, İtalya ve Kanada 4 Nisan 1949’da Washington’da “North Atlantic Treaty Organization” adıyla (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) NATO’yu kurdular.
12 Batı devletinin kurduğu NATO, öncelikle saldırıyı önlemeyi amaçlayan bir askeri ittifaktı. Aynı zamanda siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda da ortak hareket etmeyi ve sürekli işbirliğini amaçlıyordu.
Türkiye, 1949’da -kurulduğu yıl- Avrupa Konseyi’ne üye oldu. Türkiye’nin asıl amacı NATO’ya üye olmaktı.

TÜRKİYE’NİN NATO’YA ÜYELİK ÇABALARI

Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, NATO’nun kurulmasından iki gün sonra, 6 Nisan 1949’da “Türk halkı Batı kollektif sistemine katılmadığı için hoşnutsuzluk içindedir” dedi.
Türkiye’nin NATO’ya alınmaması CHP hükümetini rahatsız etmişti. Ancak CHP, NATO’ya üyelik konusunda çok da ısrarcı görünmüyordu.

[caption id="attachment_2106527" align="alignnone" width="880"]Türkiye’nin NATO’ya müracaatlarından biri... Türkiye’nin NATO’ya müracaatlarından biri...[/caption]

30 Nisan 1949’da Başbakan Şemsettin Günaltay, “NATO’ya girmeye hevesli değiliz. Böyle bir pakta girmenin bizim için pratik yararı yoktur” dedi.
Mayıs 1950’de CHP hükümeti, NATO’ya üyelik için ilk resmi müracaatı yaptı. Türkiye’yi sadece İtalya destekledi. ABD, İngiltere ve Fransa, Türkiye’nin NATO’ya alınmasına karşı çıktı.
14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelen Demokrat Parti (DP), ayağının tozuyla NATO’ya üyelik konusunu ele aldı. Adnan Menderes ve Celal Bayar, NATO’ya üye olmak istediklerini açıkladı.
Ancak DP iktidarının 1 Ağustos 1950 tarihli NATO’ya üyelik başvurusu da Eylül’de reddedildi. (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Dördüncü Kitap, s. 1609,1610).

KORE’YE ASKER GÖNDERME KARARI

DP iktidarı daha ikinci ayını doldurmamışken Sovyet Rusya etkisindeki Kuzey Kore ile ABD etkisindeki Güney Kore arasında savaş başladı. (29 Haziran 1950). Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, üye devletleri yardıma çağırdı. Bu çağrıya ABD’den sonra olumlu yanıt veren ikinci devlet Türkiye oldu. Birleşmiş Milletler’e üye 56 devletten 53’ü ilkesel olarak bu kararı kabul etmesine karşın, sadece 17’si Kore’ye asker gönderdi. Türkiye de bu 17 devletten biriydi. (Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, s. 672).
25 Temmuz 1950’de DP hükümeti Kore’ye 4500 askerden oluşan bir birlik göndermeye karar verdi. 500 kişilik ilk kafile 20 Eylül’de İskenderun’dan yola çıktı.

[caption id="attachment_2106528" align="alignnone" width="880"]Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi gazetelerde geniş yer almıştı. Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi gazetelerde geniş yer almıştı.[/caption]

Anayasaya göre savaş kararını Meclis’in onaylaması gerekiyordu. Ancak DP hükümeti, Kore Savaşı’na girmeye karar verip, Kore’ye asker gönderirken ne muhalefete sormuş ne de Meclis’in onayını almıştı. (Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.3, s. 30. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 4. Kitap, s. 163).

GENSORU GÖRÜŞMELERİ

Aralık ayında muhalefetten CHP lideri İnönü ve Millet Partisi’nden Osman Bölükbaşı ve Mardin Milletvekili Kemal Türkoğlu, Başbakan Adnan Menderes hakkında birer gensoru ile konuyu TBMM’ye getirdiler. TBMM’deki gensoru görüşmeleri 11 Aralık 1950’de gerçekleştirildi.
CHP adına söz alan Faik Ahmet Barutçu, hükümetin Meclis’in onayını almadan Kore’ye asker gönderme kararının “anayasaya aykırı” olduğunu belirtti.
Başbakan Adnan Menderes, bu “anayasaya aykırılık” iddiasına akıllara durgunluk veren bir cevap verdi. Menderes, bu kararı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin isteği üzerine aldıklarını söyledi. Ayrıca Kore’ye asker göndermenin “savaşa girmek olmadığını”, bunun için de Meclis’e danışmaya gerek duymadıklarını belirtti.
Menderes’in açıklaması şöyle: “Kore’ye biz, Birleşmiş Milletler Anayasası gereğince ve teşkilatın Güvenlik Konseyi’nin aldığı karara uyarak katıldık. (...) Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na girmek suretiyle milletler kendi hükümranlık haklarından esaslı sınırlamaları ve kendi milli iradeleri haricinde bir makamın lüzum göstereceği faaliyetlere girişilmesini, prensip itibarıyla ve peşinen kabul etmişlerdir. Kaldı ki Kore bir savaş hali değildir. Bir tedip ve cezalandırma hareketidir.” (Aydemir, age, s. 303, 304. Turan, age, s. 163, 164).
Birincisi, Birleşmiş Milletler’e üye 56 ülkeden sadece 17’si Kore’ye asker göndermişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) bu konuda tüm üyeleri bağlayıcı ve zorlayıcı bir kararı yoktu. İkincisi, Menderes “Kore’de bir savaş hali yoktur” diyordu ama Kore’de çok kanlı bir savaş hali vardı. Ayrıca Menderes, Birleşmiş Milletler’e üye olmayı, egemenlik haklarından esaslı tavizler vermeyi kabul etmek olarak görüyor ve bağımsızlığa aykırı bu durumu da kabul ediyordu.
Meclis’teki gensoru görüşmeleri sonunda hükümetin, Meclis’e sormadan Kore’ye asker gönderme kararı 39 olumsuz, 1 çekimser oya karşı 311 olumlu oyla onaylandı. (Turan, age, s.164).
İşin daha da tuhafı, Menderes, Meclis’e sormadan Kore’ye asker gönderilmesinin eleştirilmesini de suç ilan etti. (Avcıoğlu, age, s. 1611).

İSMET İNÖNÜ’NÜN YORUMU

İsmet İnönü, Kore’ye asker gönderme kararını, 28 Temmuz 1950’de Hürriyet gazetesine verdiği demeçte şöyle değerlendiriyordu: “Halen bir Kore cephesi yoktur. Bugün Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan bir cephe vardır.” Birleşmiş Milletler’in, önce “ana devletlerin yapacakları yardımları” belirlemesini, sonra üyelere müracaat etmesi gerektiğini belirtiyordu. Türkiye saldırıya uğrarsa, Türkiye’yi korumak için Birleşmiş Milletler, “Kore misalinde olduğu gibi” üye ülkelerin, “sadece takdirlerine mi müracaat edecektir?” diye soruyordu. “İşte memleket hesabına içimi titreten budur” diyordu. Sonra da bu konuda kendisinin ve Meclis’in oyuna başvurulmamasını eleştirerek “II. Dünya Savaşı’nda Alman orduları sınırlarımızdayken bile Meclis’in fikrini sormuştuk” diyordu.

Atatürk, Milli Mücadele yıllarından itibaren her kararını Meclis’in onayına sunmuştu. Aynı şekilde İsmet İnönü de Meclis’i devre dışı bırakmayı hiç düşünmemişti. Ama Adnan Menderes ve onun DP’si, Meclis’i devre dışı bırakmayı alışkanlık haline getirdi. Kore’ye asker gönderilmesi tek örnek değildi. Mesela, ABD Dışişleri Bakanı Dulles’le imzalanan ve “yıkıcı faaliyetler ve dolaylı saldırı” durumlarında Amerika’ya, Türkiye’ye müdahale hakkı veren “Ana Mukavele” Meclis’e sunulmadan Fatin Rüştü Zorlu’nun imzasıyla yürürlüğe sokuldu. (Aydemir, age, s. 306,307).

TÜRKİYE’NİN NATO’YA ÜYELİĞİ

ABD Silahlı Kuvvetler üyesi Senatör Cain, 28 Temmuz 1950’de Türkiye’de yaptığı basın toplantısında “Kore’ye asker yollarsanız, NATO’ya girersiniz” dedi. (Avcıoğlu, age, s. 1610. Turan, age, s. 164).
DP hükümeti, Senatör Cain’in dediğini yapıp Kore’ye asker gönderdi.
1951 başında Senatör Mc Carthy, İspanya ve Türkiye’nin NATO’ya üye olmalarını Amerikan Senato’suna önerdi. Ancak öneri, 43’e karşı 44 oyla reddedildi.
O günlerde, ABD Genelkurmayı’nın, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’de askeri üsler kurmak istemesi, Türkiye’nin NATO’ya girmesinde etkili oldu.
ABD, 15 Mayıs 1951’de NATO Bakanlar Kurulu’na, Türkiye’nin NATO’ya alınmasını önerdi. Ancak Norveç, Danimarka, Belçika ve özellikle İngiltere buna itiraz etti.
İngiltere o günlerde NATO dışında, Türkiye’nin de içinde olduğu, bir Ortadoğu Komutanlığı kurmak istiyordu. Doğan Avcıoğlu’nun ifadesiyle, İngiltere Türkiye’yi Ortadoğu’da “petrol bekçisi” yapmayı planlıyordu. İngiltere, Türkiye’nin Ortadoğu’da, İngiltere’nin istediği rolü oynaması koşuluyla, Türkiye’nin NATO’ya girmesini kabul etti. (Avcıoğlu, age, s. 1614,1616).

16-20 Eylül 1951’de Kanada Ottowa’da toplanan NATO Bakanlar Kurulu, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üye olmasına karar verdi. TBMM, 18 Şubat 1952’de Türkiye’nin NATO’ya katılmasını oy birliğiyle onayladı.
Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte Türk Ordusu, “Hemen bütün kuvvetler NATO buyruğuna verildi. Menderes Türkiye’si güvenliğini ‘kayıtsız şartsız işbirliği’ zihniyeti içinde NATO’ya bağladı”. (Avcıoğlu, age, s. 1620, 1624. Aydemir, age, s. 313.)
Böylece Atatürk’ün “tam bağımsızlık” anlayışı yerle bir edildi. I. Dünya Savaşı günlerinde Enver Paşa, Atatürk’ün bütün itirazlarına rağmen, orduyu Almanlara teslim etmişti. Şimdi de Adnan Menderes orduyu NATO’ya teslim ediyordu.

[caption id="attachment_2106529" align="alignnone" width="880"]Adnan Menderes Adnan Menderes[/caption]

İnönü-Menderes tartışması


Adnan Menderes, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini bir “zafer” olarak adlandırıyordu. “Zamanı gelince ektiklerimizi biçeceğiz. Bu antlaşma ile Türkiye yurt savunmasında yalnız kalmayacaktır” diyordu. İsmet İnönü ise çok daha temkinliydi. İnönü, Türkiye’nin NATO üyeliğini, “dünyada barış olasılığını artıracak değerli bir unsur olabilir”, Türkiye’nin güvenliğini “siyaseten artmış olabilir” diyerek değerlendiriyordu. Dikkat ederseniz, “olmuştur” demiyor, “olabilir” diyordu.
İnönü’nün bu açıklaması üzerine Menderes küplere bindi. Basına verdiği demeçte, İnönü’nün “milli bir siyasal zaferi” yanlış yansıttığını, küçümsediğini, askeri yönünü görmezden geldiğini belirterek “Acaba CHP Genel Başkanı’nın tereddüdü mü vardır ki ‘olabilir’ deyimini kullanıyor?” diye sordu.
Bunun üzerine İnönü, Menderes’i “sözlerini yanlış yorumlamakla” suçladı. “Ancak eşit haklarla bize verilecek görevi en iyi şekilde yapmayı kabul ediyoruz” dedi. Neden “olabilir” dediğini de şöyle açıkladı. “Olabilir demekten başka bir şey söylenemez, çünkü bir taraf saldırmaya karar vermişse hiçbir tedbir barışı koruyamaz.”
Menderes, NATO zaferinin heyecanına kendini fazla kaptırdı. Öyle ki, 18 Ocak 1952’de Meclis’te yaptığı konuşmada, “heyecanının daha fazla söz söylemeye müsaade etmediğini” belirterek kürsünden indi.

Kore’de niye öldük?


Kore Savaşı bizim savaşımız değildi. Kapitalist Amerika ve komünist Sovyet Rusya, Kore üzerinden hesaplaşıyordu. Şevket Süreyya Aydemir şöyle diyor: “Kore Savaşı elbette ki ne bir vatan, ne bir din, ne bir millet savaşıydı. Ne de iki millet veya memleket arasında geçmişti... Kısacası çağımızın iki dev kudreti, iki dev sistemi arasındaki bir rejim mücadelesiydi...” (Aydemir, age, s.296).

[caption id="attachment_2106530" align="alignnone" width="880"]Kore’de savaşan Mehmetçikle ilgili haberler gazetelerin ilk sayfalarında... Kore’de savaşan Mehmetçikle ilgili haberler gazetelerin ilk sayfalarında...[/caption]

Türkiye, Kore Savaşı’na 4500 mevcutlu bir tugayla katıldı. Kore’ye askeri ve sivil memurlar da dâhil toplamda 5090 kişi gönderdik. Türk tugayının komutanlığına Tahsin Yazıcı getirildi.
Kore’deki Türk birlikleri Kunuri ve Kumyangjang-ni muharebelerinde kahramanca savaştı. Öyle ki Türk birlikleri “Mümtaz Birlik Nişanı” ve “Liyakat Nişanı” ile ödüllendirildi.
1950-1953 arasında Türk Tugayı Kore’de toplam 14 muharebeye katıldı. Bu muharebelerde, toplamda 721 şehit, 2147 yaralı, 234 esir, 175 kayıp verdik.
Kore’de 8. Ordu Komutanı General Walker şöyle diyor: “Türk Tugayı yiğitlik simgesidir. (...) Eğer elimin altında Türk birliği var olmasaydı Amerikan birlikleri yok edilmiş bulunacaktı.” (Avcıoğlu, age, s. 1611).
Dönemin gazetelerine bakınca Kore’ye gidecek askerlere maaş verileceği haberleri görülüyor. 15 Ağustos 1950’de Akşam Gazetesi’nin haberine göre Kore’ye gidecek bir asker şunları söylemiş: “Gidip harp edeceğiz. Dönersek ne ala, ama şehit olursak geride kalanlar rahat ederler belki. Ailelerimize ikramiye vereceklermiş!”
Türk askeri Kore’ye gönderilirken özellikle “şehitlik” kavramına vurgu yapılıyor. Şehitlerin adları gazetelerde yayımlanıyordu. Türkiye’nin her yanında camilerde şehitler için mevlitler okunuyordu. Hatta gazeteler, Kore şehitlerinin “vatan ve hürriyet uğruna” şehit olduklarını yazıyordu. (Akşam, 11 Aralık 1950).
Gerçek şu ki, Kore’de NATO’ya üye olmak için savaştık.
DP’li Samet Ağaoğlu şöyle diyor: “Kore’de bir avuç kan verdik, ama büyük devletler arasına katıldık.” (Aydemir, age, s. 306. Prof. Dr. Şerafettin Turan bu sözün Menderes’e ait olduğunu yazıyor, Turan, age, s. 165).
DP’lilerin “bir avuç kan” dedikleri, tam 721 şehidin kanıydı.
NATO’ya üye olduk da ne oldu? Türkiye’yi Amerikan emperyalizmine teslim ettik. Topraklarımızı Amerikan üslerine açtık. Sayısız ikili antlaşmayla Amerika’ya bağımlı hale geldik.
Türkiye, 65 yıldır -kısa süreler hariç- NATO’cu-Amerikancı iktidarlarca yönetildi. Türkiye’yi NATO’cu-Amerikancı bağımlılıktan kurtarıp Atatürk’ün “mutlak eşitlik” ve “tam bağımsızlık” ilkeleri doğrultusunda uluslararası kuruluşların “eşit” ve “etkili” üyesi yapmak gerekir. Bunu, 1969’da ABD 6. Filo’sunu kıble bilip namaz kılanlardan beklemek ise boş bir hayaldir.