Değerli Okurlar, bugün size tüm bilgi birikimim ve tecrübelerimden yola çıkarak ideolojiler, yönetim biçimleri ve tarihteki örnekleri üzerine sayfalarca yazabilir, eleştirebilir sonuna da büyük puntolarla noktayı koyabilirim. Benim gibi düşünenler tarafından takdir edilir, kendi tanıdık coğrafyamda koltuklarım kabara kabara yaşar giderim. Kendi açımdan muazzam bir ego tatmini olur. Ama iş artık birbirimizi alkışlama, gaza getirme dönemini geçti. Ayrıştık. Herkes kendi gibi düşünenlerin yanında yerini alırken, muhalefet olarak kabul ettiği kesimden selamı dahi esirgiyor. Öfkeden gözü dönmüş bir bölüm ise kendi gibi düşünmeyenleri kolayca tehdit edebiliyor. İnsanlar, fikirlerini yüksek sesle söylemekten korkar, aman başımıza bir şey gelir mi diye düşünmekten adım atamaz oldu. Diyorum ya, AYRIŞTIK.

Defalarca, Cumhuriyet’in neden önemli olduğunu, halkın seçme iradesinin önemini, sistemde gördüğüm yanlışların tümünü elverdiğince dile getirdim. Sayın Cumhurbaşkanı’na da, muhalefete de eleştirilerimi defalarca yazdım. Atatürk’ün yolundan bir gün bile şaşmadım. O’nun sayesinde bugünlere geldim. Her zaman övünerek söylerim, bizler Cumhuriyet’in ürünüyüz. Cumhuriyet’e olan borcumu bir gün bile unutmadım. Son nefesime kadar da ülkem için yazmaya, hep en iyisi için uğraşmaya devam edeceğim. Hep üyesi olduğum CHP’ye oy verdim. Kızdım, yine ona oy verdim. Peki bu durum, benimle aynı düşünmeyen insanları yok saymama sebep oldu mu? ASLA! Bu ülkede ki seksen milyon yurttaş kardeştir. Uygarlık da, insan olmak da bunu gerektirir.

En son yaşanan olayları izledikçe de çok üzülüyorum. Cumhuriyet’in aydınlık yüzü olan değerli sanatçılarımız Müjdat Gezen, Metin Akpınar ve Rutkay Aziz’in sırf fikirlerini söyledikleri için karşılaştıkları durumlara içim sızlıyor. Kendilerini bildi bileli siyasi fikirlerini söylemekten asla çekinmemiştir bu sanatçılar. Yani bu durum, bu hükümete mahsus değildir. Çünkü onlar da, ülkesinin akıbeti için endişelenen ve fikrini yüksek sesle söyleyen diğer sanatçılar gibi Cumhuriyet’in ürünleridir. Ülkeleri için en iyiyi istemek onların da görevidir. Aynı, Fazıl Say gibi... Konserine  Cumhurbaşkanı’nın gelmesi üzerine karşılaştığı taraf değiştirdi ithamları ve daha nice eleştiriler...

Değerli Okurlar, yaşamda çok ilginç olaylar cereyan eder. O kadar ilginç olaylar olur ki, şaşırırsınız. Yaşam sizi tartar, geliştirir. Sizin tek yapmanız gereken kendi merkezinizi kaybetmeden insani duygularınıza sahip çıkmak olur. İnsanlığınızı, gelenek, göreneklerinizi yok sayamazsınız. Sizinle bir şeyi  paylaşmak istiyorum. Seneler önce hiçbir siyasi inancımızın örtüşmemesine rağmen dekanlığımda da, rektörlüğümde de beni ilk tebrik eden kendi partimin lideri değil, Sayın Erdoğan olmuştur. Görevde olduğum süreçte de asla hiçbir istekte bulunmamış, üniversiteye de çok büyük katkılarda bulunmuştur. Düşünebiliyor musunuz? Kendi partim en baştan benimle gurur duyup övüneceğine, seneler sonra telefonumu çaldırmak ancak akıllarına gelmiştir. Şimdi hemen “Hoca hayırdır, neler yazıyorsun, sende mi “ demeyin. Doğruları yazıyorum. Eleştirirken de doğruları yazarken de gönlüm rahat. Ne bir beklentim ne de bir borcum var. Unuttuğumuz değerleri hatırlatmaya çalışıyorum. Şimdi ben, bir yerde Cumhurbaşkanı ile karşılaşsam, sırf yaptıklarını eleştiriyorum diye selam mı vermeyeceğim? Verirsem dönek ilan edilirim diye mi düşüneceğim? O anda tüm eleştirilerimi yüzüne mi haykıracağım? Olabilir mi böyle bir şey?

Değerli Okurlar, unutmayın ki, herkes birbirini tanır. Kim ne düşünür, ne düşünmez bilir. Anadolu’da kapını çalanı sofrana oturtursun, aşını paylaşır, el üstünde tutarsın. Düşmanının annesi ölse cenazeye gider, tabuta omuz verirsin. Sen osun, sen busun demezsin. Yani Müjdat Gezen’in hasta kızına gidememesi de, Metin Akpınar için söylenilenler de, Fazıl Say’ın konserine gelen Cumhurbaşkanı’nı en iyi şekilde ağırladığı için topa tutulması da yanlıştır. Bu ayrışma insanlığımızı yaralamaz mı?.

Ben fikirlerimi siz değerli okurlarımla paylaşıyorum. Tüm yazılarımda da, son yıllardaki siyasi uygulamaları asla içime sindiremediğimi defalarca yineledim. Yinelemeye de devam edeceğim. Tek adam rejiminin yanlış olduğunu da söyleyeceğim, önümüzdeki yerel seçimin çok önemli olduğunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Ama bunları yazarken, insanlığımdan asla ödün vermeyeceğim.

Sayın Cumhurbaşkanı, siz de farkındasınız ki belirttiğim bu ayrışmanın nedenleri uygulanan yanlış söylem ve siyasi uygulamalardır. Bu gerginliği ortadan kaldırabilecek de, yumuşatacak da sizsiniz. Bir yurttaş olarak diyorum ki, gelin muhalefetle karşılıklı söylemlerinize özen gösterin, ortam sakinleşsin. Eğer ki Fazıl Say konseri bunun için bir adımsa, çok sevinirim. Bu adımı, belli yaşlara gelmiş olan Türkiye’nin çok değerli sanatçıları Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın hukuki süreçlerini bitirerek devam ettirebilirsiniz. Toplumun buna çok ihtiyacı var. Siz Cumhur’un Başkanısınız.

Birbirimizi yok sayarak değil, bilakis kabul edip, saygı duyarak bu kargaşadan çıkabiliriz. Fikir özgürlüğü ancak böyle gerçekleşir. Bunu başarabildiğimiz sürece emperyalizmin kötü emellerine karşı bir bütün olarak durabiliriz. Ve durmalıyız da..

SON SÖZ: “Ey Oğul!.. Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.
Ey Oğul!.. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.”  ŞEYH EDEBALİ