Dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ü okuyunca sinirlendim, şaşırdım ve kendi kendime sordum: Hayatın her alanında fikri olan, yılların yayın yönetmeni, Aziz Yıldırım’ın yaşadıklarını, gladio ile verdiği mücadeleyi en iyi bilen Özkök, Rıdvan Dilmen’i neden anlamadı?

Ya da... 2007’den bu yana yaşanan kabusu ne çabuk unuttu?

Ertuğrul Özkök’ün yazısının başlığı: ‘Şeytanı anlamayanlar kulübü’nden açıklama. Okuyalım:

“Cüneyt Özdemir tweet atmış, diyor ki... Türkiye’de en büyük lüks nedir? Futbolla sıfır ilgilenmek. Altına da şu notu eklemiş: Rıdvan’ın (Dilmen) açıklamalarından hiçbir şey anlamayanlar toplanalım...

Dün Cüneyt’e (Rıdvan’ı anlamayanlar kulübüne beni de alın) dedim. Ama arkasından da şunu ekledim. (Benim gibi futbolla ilgilenen biri de bir şey anlamadı...) Rıdvan arkadaş Allah aşkına ne diyon... Kime diyon... Kime kızıyon... Kime kızmıyon...

Kimi kolluyon, kimi Cumhurbaşkanı’na şikayet ediyon... Öğrenmek istiyorum, çünkü bu öfke, bu telaş bana hiç normal görünmedi...”

Gelelim Rıdvan’ı anlama dersine...

25 Ekim 2015/Sarı Lacivert Öfkeli Adam kitabı imza günü...

Mesele Rıdvan değil


Bu işin kitabını yazdım...

Fetullah’ın ‘Hocaefendi’ olduğu 2005’te, “Fetullah Hoca’nın Şifreleri”ni yayınladım...

Ardından 2011’de yeni bir kitaba giriştim...

‘Cemaatin’ etkin ve kan kusturduğu yıllarda... 3 Temmuz 2011’de adı ‘Şike’ olan... Amacı Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım başta olmak üzere, TSK, emniyet, yargıdan sonra futbolu ele geçirmek isteyenlere karşı savaşın adını koydum: Sarı Lacivert Öfkeli Adam: Aziz Yıldırım...

2015’te kitabım yayımlandı ve önsözünü de duayen gazeteci Uğur Dündar yazdı! O dönem yanımda Aziz Yıldırım, Uğur Dündar, Soner Yalçın, SÖZCÜ Gazetesi ve Sadettin Tantan vardı...

‘Anlamayanlar’ korkmuş, sinmiş ve susmuştu!

Hiçbirimiz taraftar gözüyle değil...

Fenerbahçe üzerinden ülkenin ele geçirildiğini gördüğümüz için, askerlere, aydınlara, gazetecilere yapılan kin dolu gladio operasyonunu gördüğümüz için yazdık, anlattık, direndik...

Direnişin kahramanları Fenerbahçelilerdi, operasyon olduğuna inanmış Galatasaraylı, Beşiktaşlı yani bu ülkenin cumhuriyetçileriydi! Takım tutmayı bırakmış gazetecileriydi... Çünkü... Biliyorduk...

Ülke ele geçiriliyor, iktidar desteğini alan örgüt saldırıyordu...

Bugün Ertuğrul Özkök, Cüneyt Özdemir, “Rıdvan’ı anlamadık” demiş... Mesele Rıdvan meselesi değil ki...

Özkök, Yıldırım’a sorsun!


Futbolda “FETÖ” yok mu? Rıdvan Dilmen “Sadece arı kovanına çomak soktu”... Özkök’ün tribünde, salonda birlikte maç seyrettiği Aziz Yıldırım’a kim operasyon yaptı?

Yıldırım, “Futbolun baronları” dedi ve 2016’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na 50’ye yakın gazetecinin ismini vererek suç duyurusunda bulundu! Neden?

İktidarın yarattığı canavarla iş birliği yapan gazeteciler araştırılsın diye! Araştırıldı mı? Bekliyoruz! 2007-2013 arasında örgütün kalemi olanlar kimlerdi? O kalemler üzerinden SÖZCÜ, Cumhuriyet gibi gazetelere davalar açılamadı mı? Kripto/gizli kalemler kimi destekledi?

Rıdvan Dilmen’i anlamayanlar...

12 Haziran 2007’de Ümraniye’de başlayan Gladio/Ergenekon operasyonlarından 15 Temmuz 2016’ya kadar giden süreci bir kez daha araştırsınlar...

SÖZCÜ Gazetesi’nin arşivi açık... Yazılmış kitap ve haberlere baksınlar... Sarı Lacivert Öfkeli Adam: Aziz Yıldırım kitabımı o anlamayan gazetecilere gönderebilirim...

Mesele... Futbolun gladio üzerinden nasıl ele geçirilmek istendiğini anlamak... Mesele Rıdvan Dilmen değil!

Son not: FETÖ meselesi medyaya gelip dayanınca birileri “anlamıyoruz” ayağına yatıveriyor. Ama biz onları da anlıyoruz: Alaycılıkla örtemezsiniz..


56 yaşında olacaktı


Erdal Eren...

25 Eylül 1964’te Giresun Şebinkarahisar’da doğdu.

ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde vurularak öldürüldü. 17 yaşındaki Erdal Eren, Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edildi. Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu söyledi...

Erdal Eren’in 10 Nisan 1980’de cezaevinden annesine yazdığı mektup geldi aklıma... 2011’de Evrensel’de yayımlanmıştı...

Erdal Eren, 25 Eylül 1964’te doğdu. Bugün onun doğum günü!..

Ana!..


“Neden mi buradayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?

‘O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.’

Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı, herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.

Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.

Omuz, omuza, birbirinden güç alarak, birbirine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.

Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam, bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların... Saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.

Gördün mü ak saçlı, boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.

Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.

Sana ve soranlara devrimci selamlar.

Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.

Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.

Erdal...”

İşte Erdal’ın, cezaevinden annesine gönderdiği mektup.

Keşif yapılmamıştı...


Gazeteci Müjgan Halis, 13 Aralık 2017’de şu tespitleri yapmıştı: “Erdal’ın idamından önce olay yerinde keşif yapılmadı. Olay yerinde bulunan 24 kişi ve tanıklar dinlenmedi, yalnızca askerler dinlendi. Er Zekeriya Önge’nin üzerindeki elbiseler Adli Tıp Kurumu’na gönderilmedi. Askerlerin ifadeleri arasındaki çelişkiler görmezden gelindi. Askerlerin silahlarıyla olay yerinde kullanıldığı öne sürülen silahların balistik incelemesi yapılmadı. Önge’nin ölümüne neden olan kurşunun mesafesine ilişkin inceleme yapılmadı. 10 santimlik mesafe atışlarında oluşan kurşunun etrafındaki yanığın nedeni konusuna açıklama getirilemedi, çünkü Erdal’la Önge arasında 10-15 metre mesafe vardı. Erdal’ın üzerinde bulunduğu yükseklikle Önge’nin sırtına giren kurşunun giriş açısı ile yönünün çeliştiği göz ardı edildi. Erdal’ın yaşının kemik incelemesiyle belirlenmesi talebi yerine getirilmedi. Önge’nin otopsisi Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde yapıldı ancak Ankara Numune Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümünden Oktay Çetinsoy adlı bir stajyere yaptırıldı. Tüm araştırmalara rağmen bu isimde birinin varlığı tespit edilemezken bu sorular mahkemede yanıtsız kaldı.”

SONUÇ: Erdal Eren hakkındaki yargılama, en azından normal koşullarda gerçekleşseydi, ‘ölümle biten kavgaya karışmak’ suçundan o zamanın yasalarına göre en fazla 6 ay hapis cezası alacaktı.