Dardanel şirketinin Çanakkale’de konserve ton balığı üreten fabrikasında 15 gün boyunca “kapalı devre çalışma modeli” uygulandı.

Covid-19 yayılmasına önlem gerekçesiyle başlatılan uygulamayı eleştiren, sorular yönelten dört yazı yazdım.

Dardanel’den cumartesi günü açıklama geldi. Cevap hakkına saygı gereği, geniş bir özet paylaşacağım. Açıklama, uygulamanın İl Umumi Hıfzısıhha Kurulu kararına dayandığı vurgusuyla başlıyor. Kamuoyu açısından önem taşıyan kısımlar:

- Kapalı devre çalışma modeline sadece gönüllü çalışanlar katıldı. Çalışmak istemeyenler için kamu otoriteleri koordinasyonunda, ev ortamında izolasyon sağlandı.

- Çalışanlar, yüksek konfor ve sağlık standartları doğrultusunda inşa edilen 2 kişilik özel yurt odalarında İl Sağlık Müdürlüğü onayıyla konakladı. Her türlü ek ihtiyaçları Dardanel tarafından karşılandı. Dileyen çalışanların ailelerinin bu odalarda kalması için gerekli çalışmalar yapıldı.

- Bütün çalışanlara PCR testleri yapılıyor. Sonuçlar sağlık otoritelerince izleniyor. Test sonrası süreç koordine ediliyor.

- Şu anda Dardanel tesislerinde herhangi bir Covid-19 vakası bulunmuyor. Daha önce Covid-19 teşhisi konulan çalışanların, hastalığı hafif semptomlarla geçirdiği bildirildi, sağlıklı biçimde taburcu oldu.

- Pandemi sürecinde artan ton balığı talebine yanıt verebilmek için tesislerin üretim kapasitesi arttırıldı, 31 Aralık 2019 tarihinden bu yana çalışan sayısı yüzde 30 oranında yükseltildi.

Üretim artışının temel dayanağı, üretim kapasitesi ile çalışan sayısındaki artış. Personelin çalışma koşullarında yasal düzenlemelerin dışına çıkılması söz konusu bile olamaz.

Bilgilendirme notunda “çalışanların Dardanel hikayesinin en değerli yerinde” olduğu da belirtilmiş.



PEKİ NE EKSİK?

Açıklamada arayıp bulamadığım eksiği belirtmek zorundayım.

Yazılarımdaki eleştirilerin en temel dayanağı “bu modelin çalışma mevzuatında yerinin olmadığı”, dolayısıyla hukuksuzluğuydu.

Bu hukuksuzluğa dair herhangi bir cevap yer almıyor.

Ve güncel bir soru: 26 Temmuz’da başlayan 15 günlük süre dün bitti. Yasada yeri olmayan “kapalı devre çalışma” sistemi sürecek mi? Dardanel’in “talimatı oradan geldi” dediği Çanakkale İl Hıfzısıhha Kurulu nasıl bir yol izleyecek?

İletişim Başkanlığı’nın gizli ihaleleri


5 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de bir Cumhurbaşkanı kararı yayımlandı.

Karar, İletişim Başkanlığı’nın yapacağı ihalelere ilişkin. Eğer Cumhurbaşkanı, İletişim Başkanlığı’nın yapacağı bir ihalenin savunma, güvenlik ve istihbarat alanlarını ilgilendirdiğine, gizlilik derecesi olduğuna” karar verirse, veya ihaleyi kazanan firmayla imzalanacak sözleşme, özel güvenlik önlemi alınmasını gerektiriyorsa, İletişim Başkanlığı Kamu İhale Kanunu’na tabi olmayacak.

Hemen belirtelim. Kamu İhale Kanunu, devlete ihalede istisna olanağını veriyor. Ama mevcut iktidar istisna maddesini 18 yılda tepe tepe kullanarak tüketti. Kamu ihale yasasına tabi olmayacak kurum ve konuları listeleyen maddede, alfabenin tüm harfleri bittikten sonra, trafik plakaları misali yeni bir moda geçildi. Ama mesele bu da değil. Hukuk devleti normları açısından mesele, devletin zaten bir istihbarat kuruluşu varken, İletişim Başkanlığı’nın da benzer alanları kapsayacak nitelikte ihaleler açabilecek olması.

Kanundan farksız

Aynı gün yayımlanan usul ve esaslar, İletişim Başkanlığı’na çok geniş bir görev/yetki sahası çizildiğini gösteriyor. Usul ve esas deyip geçmeyin. 2814 sayılı Cumhurbaşkanı kararı, teknik olarak TBMM’de görüşülerek kabul edilen bir kanundan farksız.

Çok ayrıntılı 44 madde arasında ilginç maddeler de var. Mesela eğer ihale döviz cinsinden yapılmışsa, müteahhit firmaya fiyat farkı ödenmeyecek. “Bir de ödenseydi” diyebilirsiniz tabii de buradaki asıl soru, dolar/Euro cinsinden gizli ihale açabilecek İletişim Başkanlığı’nın “yerli ve millilik” iddiasını nasıl sürdüreceğidir.

2814 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı, İletişim Başkanlığı’nı Kamu İhale Kanunu’na tabi olmamanın ötesine geçirmiş. Cumhurbaşkanı adeta kuruma özel bir yasa yapmış. (“İkili hukuk” tartışmasına farklı bir pencere.)

İletişim ile gizli ihale kavramlarının yan yana gelişindeki oksimoronluk (*) ise ayrı tartışmayı hak ediyor.




*Not: Fransızca kökenli oksimoron, birbiriyle çelişen ya da tamamen karşıt anlamlı iki kavramın bir arada kullanılması demek.