Osmanlı’dan devralınan coğrafyanın küçülmesi ile Cumhuriyet idaresi de kıt kamu kaynaklarını daha verimli kullanabilmek için il sayısını azalttı. 1936 yılından sonra ağırlıklı olarak güvenlik gerekçesiyle il sayısı yeniden artmaya başladı. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminden itibaren yeni il, ilçe yapılması “Seçim rüşvetine” dönüştü.
1923’deki il sayısı 74’tü. 1931’de il sayısı 63’e, 1933’de 57’ye indirildi. Sonra “Yavaş artış” dönemi başladı. 1936’da Artvin, Hakkari, Bitlis, Bingöl, Tunceli’nin il yapılmasıyla il sayısı 62’ye yükseltildi. 1939’da Hatay’ın il yapılmasıyla 63 ilimiz oldu. 1953’de Uşak, 1954’de Adıyaman ve Nevşehir il yapıldı. 1957’de Kırşehir’in yeniden il yapılmasıyla sayı 67’ye yükseldi. İl sayısı 1989’dan itibaren “Hızlı artış” dönemine girdi. 1989’da Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale, 1990’da Batman, Şırnak, 1991’de Bartın, 1992’de Ardahan, Iğdır, 1995’de Karabük, Kilis, Yalova, 1996’da Osmaniye, 1999’da da Düzce ile 81 ilimiz oldu.
ÜLKEYE FAYDASI VAR MI?
Emekli Mülkiye Başmüfettişi Recep Sanal, iller-ilçelerle ilgili bir kitap yayımlamıştı. “İlçenin il yapılmasının ülkeye bir faydası var mı?” diye sordum. Sanal, şunları anlattı:
“Bir idari birim, il ya da ilçe sıfatını almakla sosyo-ekonomik açıdan kalkınmaz. Orada devletin veya özel sektörün yatırım faaliyetlerinin büyüklüğü esastır. Yani bir idari birimin sosyo-ekonomik açıdan cazibe merkezi haline gelip gelmediği önemlidir. Şayet bu yönde kuvvetli bir eğilim varsa kamu hizmetinin gerekleri açısından o yerin idari statüsü de değiştirilebilir.
SİYASİ ÇIKAR AMAÇLI
İl-ilçe sayısı gerçek bir ihtiyaca dayanmadan artırılırsa; iller ilçeleşir, ilçeler köyleşir. Bu durumda sosyo-ekonomik cazibe merkezi olan yerlerde büyük il (Eyalet benzeri) ve büyük ilçe (Mutasarrıflık benzeri) gibi yeni idari kademeleri oluşturma zorunluluğu doğar.
Bu süreç ise mevcut il sistemi yerine, tekrar Osmanlı’daki eyalet sistemine dönüşe gider. Oysa idare tarihimizde eyalet sistemini daha önce denediğimiz ve başarılı olmadığı için il sistemine geçtiğimiz bellidir. Çünkü eyalet sistemi, üniter devleti parçalayacak unsurlar içeren bir yapıdır. Ülkenin yönetim deseni üzerinde bilinçsizce oynanır ve salt siyasi çıkar amaçlı değişiklikler yapılırsa, devlet yapımızda başka kronik sorunlar ortaya çıkar.”
MUHTAR KOLTUĞUNA KAYMAKAM
İl sayısı 100, ilçe sayısı 1.000 yapılmakla; muhtar koltuğuna kaymakam, kaymakam koltuğuna vali oturtmakla da sosyo-ekonomik kalkınma sağlanamaz. Bu işin akla ve bilime uygun yapılması gerekir. İl/ilçe rüşveti dağıtmak, particilerin her seçim sürecindeki artistik patinaj hareketlerine dönüştü! Gösteri bitince il/ilçe ahalisi yine kendi kaderiyle baş başa kalıyor. Yeni illere vali yapılan kaymakamlar da sadece cebindeki kartvizit sayısını artırmış oluyor.
İçinden geçmekte olduğumuz bilgi çağında haberleşme ve ulaşım alanlarında yaşanan hızlı gelişmeler, merkezden yönetimi her geçen gün daha da kolaylaştırıyor. Bu nedenle mevcut idari birimleri parçalayarak sayıyı çoğaltmak yerine, kamu hizmetlerinin yurt düzeyine dengeli ve etkin şekilde dağılımını sağlayabilmek için idari birim sayısını azaltmanın çarelerini aramak daha mantıklı görünüyor. Recep Sanal da bu konuda şu önerilerde bulunuyor:
İL SAYISI AZALTILMALI
1- Merkez köyler oluşturarak, hinterlandındaki (iç bölge) gelişemeyen köyler mahalleye dönüştürülmeli.
2- Büyük ilçeler oluşturularak, hinterlandındaki gelişemeyen ilçeleri köye dönüştürülmeli.
3- Büyük iller oluşturarak, hinterlandındaki gelişemeyen iller ilçeye dönüştürülmeli.
Sanal, bu yönetim biliminin ilke ve esaslarına daha uygun olacağı görüşünde... Bu sayede mevcut il sayısının da 30 civarına düşürülmesinin uygun olacağını belirtiyor. Büyükşehir statüsündeki illerin, aslında optimal (en uygun) il sayısının ne olması gerektiğine de karine oluşturduğunu ekliyor.
MÜLKİ İDAREYİ FELÇ ETTİLER
İdari yapımızdaki asıl kaygı il/ilçe sayısını artırmak değil, ucube başkanlık sisteminin yarattığı “İkiz idare” çarpıklığından bir an önce kurtulmak olmalı. Zira cumhurbaşkanının iki şapkalı hali (idari/siyasi) devletin taşra idaresinin başındaki vali ve kaymakamları da yerel particilerden rol çalma sürecine sokarak iyice partizanlaştırdı.
Yerel particiler ise cumhurbaşkanının aynı zamanda giydiği parti genel başkanı şapkasından aldıkları cesaretle kendilerine siyasi vali/kaymakam rolü biçerek mülki idareyi adeta felç etti. Gelinen aşamada davul mülki idare amirlerinin boynunda, tokmak ise yerel particilerin elinde... Siyasetçiler sadece yetkiyi kullanıyor, sorumluluğu ise bürokratların üzerine yıkıyor. Örneğin; deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerde bile mülki idare amirleri İl İdaresi Kanunundaki acil müdahale yetkilerini ya hiç kullanamamakta ya da hızlı inisiyatif almakta zorlanıyor.
Bu ucube “İkiz idare” sistemi sürdürülebilir değil. Bunun acilen ortadan kaldırılması, sırf göz boyamak için sahnelenen il/ilçe rüşveti piyesinden çok daha önemli. Şimdi il olmayı bekleyen ilçelerimiz, ilçe olmayı bekleyen köylerimizin yarışı var. Yerel siyasetçiler de bu işe bayılıyor. O yüzden tabelaları astılar, kendilerine göre plaka numarası bile verdiler.