Yerel seçimlerde rakibi belli olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu ile söyleşimize devam ediyoruz. Dün, rakibinin bir temsilci olduğunu, Kurum’un İstanbul’u bilmediğini vurgulayan İmamoğlu’yla bugün ise dava sürecini, beyaz gömleğin hikayesini, Trabzonluluğu ve daha fazlasını konuştuk. İstanbul’un en önemli konusu depremi geniş bir başlık olduğu için kısa sürede yapacağımız başka bir söyleşiye bıraktık.

  İstanbul'da ilçe adaylarına siz mi karar veriyorsunuz?

Böyle bir şey mümkün mü? Bakınız ben ortak akıl, ortak masa çalışma kültürünü çok yoğun yaşayan ve yaşatan bir insanım.

 ■ Aday adaylarıyla görüşüyor musunuz peki?

Arıyorlar tabii ki. Hepsini dinlemeye çalışıyorum. Ve genel merkezle paylaşıyorum. Daha üst düzey kritik bir husus tespit etmişsem bunu Sayın Genel Başkanımla da paylaşıyorum. Ama bu onların sahasıdır, yani Parti Meclisi’nin sahasıdır, MYK'nın sahasıdır ve buradaki en yetkili ve tek yetkili kişi Sayın Genel Başkan’dır. Dolayısıyla kararların alınma mekanizması oradadır. Böyle bir hadsizlik mümkün mü? Ben kendi konumumu biliyorum, partimin içinde yapmam gereken ve ilgilenmem gereken sahaları da biliyorum. Ama bildiğimi esirgemem, anlatırım, sunarım, bana gelmiş bilgi varsa aktarırım. Bu da benim sorumluluğumdur.

  Kime karşı?

Genel başkanıma karşı. Oradaki heyetlere karşı. Ama İstanbul'da ayrıca bir sorumluluğum vardır. İstanbul'un beş yıldır belediye başkanıyım. İstanbul'da en yetkili hazırlığı yapması gereken il başkanının işini kolaylaştırmam lazım, ona katkı sunmam lazım.

  Peki bu nasıl yapılıyor?

Vallahi çok demokratik. Belki de tarihinde ilk kez bu kadar araştırma yapılıyor. Bazen bir insanla en az 7-8 kez konuşuluyor. İstanbul'da en sağlıklı aday tercihlerinin yapılması adına genel merkezin elini kolaylaştırıcı bir altyapı hazırlanıyor.

  Yani ‘Ekrem İmamoğlu'na yakınsa aday olabilir’ diye bir şey yok, öyle mi?

Yok tabii. 39 ilçenin 39'unda da hakkı, hukuku ve temsiliyeti, kabiliyeti, profil araştırmalarını yaptık ve insanlar neyi temsil etmeli, toplum neyi bekliyor, nasıl bir anlayışı bekliyor? Az önce hemşehrilikten bahsettik. Mesela hemşehrilik duygusu eskisi kadar yoğun değil artık. Şehirli olma bilinci İstanbul'da büyüyor.

 

BEYAZ GÖMLEĞİN HİKÂYESİ

2019’da seçmenin karşısına geçtiğinizde ceketinizi çıkardınız, beyaz gömleğin kollarını sıvadınız ve bu, alanda büyük bir coşkuyla karşılandı. Sonrasında ne zaman o ceketi çıkarıp, gömleğin kollarını sıvasanız bir mesaj olarak algılandı… İlk o güne gidelim.

Tabii zor bir gündü. 6 Mayıs’ta seçimler iptal edildi. İnsan hatırlamak bile istemiyor. Haberi Sultanbeyli’de bir iftarda almıştım. Arabaya biner bilmez Sayın Genel Başkan'ı aramış ve mutlaka vatandaşımızla buluşmamız gerektiğini paylaşmıştım. Hızla Sultanbeyli’den hareket ettik, duyurumuzu yaptık. İnsanlarımızı Beylikdüzü'ne çağırdık ve meydana çıktık. Tabii meydan kalabalık, insanlar çok hararetli. Bir yandan öfke, bir yandan coşku. Sözlerimize başladık. Bir hazırlık, bir metin yok. Gönlümüzden geçeni dillendirdik, duygularımızla konuştuk. O sıcaklık, o coşku bir anda ceketimi, kravatımı çıkarmamı gerektirdi ve bir simgeye dönüştü. O hareketle halkın coşkusu arttı. Alkış, ıslık, belki de dünya siyasi tarihine geçen bir olay yaşadık. Ondan sonra kravatı çıkartmak ve kolları sıvamak refleksi gelişti.

  İlk önce doğaçlamaydı ama sonrasında yinelediğiniz bu hareketin sizin için de bir mesajı vardı, değil mi?

Doğru. Benim için de bir mesaj, çünkü açıkçası demokrasi ve hukuku dilinden düşürmeyenler bizi büyük bir haksızlıkla karşı karşıya koydular. İşte biz de o gün orada o kararlılığı gösterdik. Toplum bizden kollarımızı sıvamamızı istiyor. Tabii umut ederim bir daha ceketi aynı sebeple çıkarıp kolları sıvamak zorunda kalmayız ülkemizde.

  Aslında bu simge davranış üzerinden Ekrem İmamoğlu'nun siyasi hayatını da okumak gerekiyor. Kolları sıvadığınız andan itibaren sırf bir belediye başkanı olarak anılmıyordunuz. Toplum size farklı bir de misyon biçti. Siz istediniz, istemediniz, onu söylemiyorum, ama toplum bunu kafasında böyle kurguladı. Dolayısıyla da o kollar sıvandıktan sonra ‘Tayyip Erdoğan'ı yenen kişi’ olarak sizi onun rakibi olarak benimsedi. Kimi de eleştirdi. “Belediye başkanı olarak seçtik ama siyaset yapıyor, hedefi yukarı koydu” dedi.

İpek Hanım, geçtiğimiz beş yıl içinde belki dönem dönem yaratılmak istenen bir atmosfer, bir ortam bu. Yani Ekrem İmamoğlu'nun kişiliği ve tavırları üzerinden bir okuma gibi tarifleyebilirim. Kimdir Ekrem İmamoğlu? 16 milyon İstanbullunun belediye başkanı. Ve oturacak, hiç sesini çıkartmayacak, hiç yorum yapmayacak, haksızlığa cevap vermeyecek, öyle mi? İcat olunmamış müdahalelerle karşılaştık. Elimizden mülkümüz alındı, yetkimiz alındı. Paramız verilmedi ya da paramıza el konuldu; olmayacak işler yaşadık. Şimdi bunlara karşı direnç göstermek, hak yemeyen bir insan olarak hakkını da yedirmeme derinliğini, felsefesini toplumun önünde sergilemek gerekmiyor mu? Adı ister Sayın Cumhurbaşkanı, ister bir başkası olsun haksızlık yapıyorsa hukuki çerçevede ona cevabını vermek, bundan geri durmamak gerekiyordu. Yani şunu yapamazdım: Susalım, konuşmayalım, eyvallah diyelim. Ben 16 milyon insanın büyük bir çabasıyla seçildim ve o ikinci tura giderek beni seçen insanlar büyük bir sorumluluk da yükledi. Bu büyük oranda şehirle ilgiliydi, elbette her konuya müdahil değilim. Ama şehri de ucundan ya da köşesinden ilgilendiren bir hususta haksızlık varsa bunun karşısında dik duracaksın dedi bana. Ben de bunu yaptım.

  Hep bir cumhurbaşkanlığı misyonu yükledi aslında.

Bu bahsettiğiniz biçimde bir yere talip olduğumu söylemedim. Hiçbir zaman benim böyle bir siyasi yolculuğum var demedim.

  Halk mı yükledi?

Bu böyle bir süreçtir. Bunu engelleyemezsiniz de. Kaldı ki dönem dönem tersine açıklamalarım da var. Ekrem İmamoğlu'nu farklı konumlara koyarak, kimisi darbe vurmak, kimisi belki altını boşaltmak için, kimisi iyi niyetle, arzusu beklentisi olduğu için dillendirince mesele başka yerlere evrildi. Zorlandığımız anlar oldu ama hiçbir zaman “Ben şu olacağım” demedim. Beylikdüzü'nde de demedim, İstanbul'a gelirken de demedim, şu anda da demiyorum. Şu anda bir hedefimiz var, o da İstanbul'a kaybedilen yıllarını kazandırmak ve bir an önce hak ettiği seviyeye getirmek. Muazzam fırsatları olan bir şehrimiz var ama geri dönülemez hatalarla çok kötülük yapıldı, kendi ifadeleriyle ihanet ettiler İstanbul'a. Çıktığımız yolculuk, bunları ortadan kaldıran bir süreci İstanbul'a kazandırmak yolculuğudur.

  Görev süreniz boyunca merkezi hükümette bu iktidar değil de sizin partiniz olsaydı, başka bir İstanbul fotoğrafı görür müydük?

Örnek vereyim: Mesela bizden önceki on yılı düşünelim. Gerçekten çok başarısız oldular. Sonra da İstanbul’u kaybettiler. Beton yığınına çevirdiler. O dönemde AK Parti Ankara'da iktidar, İstanbul'da da iktidar ama İstanbul kötüye gitti. 10 metrosu birden durdu. Hiçbir metrosuna yurt dışından finansman bulamadılar. Yani bu tek başına iki tarafın iktidar olması ile ilgili değil.

  Ne ile ilgili?

İyi insanların yönettiği iktidarlar olmalı, akıldan, bilimden yana insanlar yönetimde bulunmalı. Yani faizi Nas’a bağlayan değil, insanları hamasetle aldatarak bir süreç yönetmek kimseye fayda sağlamaz. İsterseniz her yerde iktidar olun. Evet, iktidar bizi engelledi ama biz bunu mazeret yapmadık. Tarihinde ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu kadar itibarlı bir şekilde yurt dışından finansman buldu. Hem de Türkiye'nin puanının en düşük seviyeye indiği, gri listede olduğu, itibarının olmadığı bir dönemde. Kabul edelim, rejim kötü bir rejim. Bir ülkenin cumhurbaşkanının ya da bakanının, valisinin, kamu görevlisinin kaybetmemesi gereken en önemli şey adalettir. Bu yitirilmiş durumda. Bir parti devleti arayışı ve isteği var. Bu bütün kötülüklerin anasıdır diyebilirim.

BOŞ DURMAYACAKLAR!

  Geçen seçimde göğüslediğiniz güçlükleri, yasal problemleri yine karşınıza çıkarırlar mı?

Yaşamayacağımızı düşünmek hayalcilik olur. Elbette yaşamak mümkün. İnşallah yaşamayız. Keşke yaşamasak. Ama ne yazık ki bunun emarelerini yakın zamanda gördük. Hakkımızda yapılan soruşturmalar, teftişler, İstanbul'u bırakın 8-9 yıllık Beylikdüzü hikayelerine dönmeler, benim ailemin 30 küsur yıllık şantiye dosyalarına bakacak kadar teftiş yapan insanlar hadlerini aştılar. Ismarlama müfettişler gördük. Hakkımızda verilen mahkeme kararı, bir hakimin dirençli ve adaletli duruşuna dönük hemen bir atama yaparak onun bir karar almasını sağlamak... Bütün bunlar bize gösteriyor ki boş durmayacaklar. Umarım yapmazlar. Çünkü halk nasıl 6 Mayıs'tan sonra nasıl bir demokrasi tokadı attıysa daha büyüğünü 31 Mart seçimlerinde yaparlar.

  ‘Karşınıza bir Trabzonlu aday çıkarmak’ için de AKP'nin çaba harcadığı haberleri geldi. Nedir bu Trabzonluluk meselesi?

Trabzonlu olmaktan mutluluk duyuyorum. Bağlarım çok güçlü. Orada doğdum, liseyi orada bitirdim. Kadim bir şehrin çocuğu olarak doğdum. Bazen bu tür şeyleri çok birbiriyle bağlarım ve beni mutlu eder. Yani Fatih Sultan Mehmet'in fethettiği bir şehirdir Trabzon. Aynen İstanbul'u olduğu gibi. Trabzon, Kanuni Sultan Süleyman'ın doğduğu ve 14 yaşına kadar yaşadığı şehirdir ama sonra İstanbul'dan bütün dünyayı yönettiği şehir olmuştur. Dolayısıyla böyle bir kentte doğmanın bende inanılmaz izleri vardır ve gurur duyarım. Tabii bunun başka parametreleri de var, çocukluğumla beraber beslenen, filizlenen, sosyal yaşamı, sporu, sanatı, kültürü, yetişmiş insanları. Ama aynı zamanda tabii bir Karadenizlilik ruhu da vardır. Yani her coğrafyanın farklı bir asaleti, farklı bir duygusu var Türkiye'mizin.  Ama şunu da söyleyeyim, hiçbir Karadenizli, hiçbir Trabzonlu iyi insan olmayan, iyi yönetici olmayan birini sahiplenmez diye düşünüyorum. Bu bakımdan Trabzonlu olmak bir avantajdır kavramı yerine, iyi Trabzonlu olmak bir avantajdır, kabiliyetli Trabzonlu olmak bir avantajdır diyebiliriz. Aynen iyi Diyarbakırlı olmanın bir avantaj olacağı gibi. Doğduğum şehrin, doğduğum toprakların bana katkısı büyük ve şu anda ülkeme olan tutkumun kaynağı.

KADINLAR YAPTIĞI İŞİ DAHA ÇOK SAHİPLENİYOR

   İlk kadın itfaiyeciler… İlk kadın metro sürücüleri… İlk kadın otobüs şoförleri… Ve gemi kaptanları… Kadınlarla çalışmak nasıl?

Çok keyifli. Umut ederim çok sayıda belediye başkan adayımız olsun. Şu ana kadar bir arkadaşımız kadın olabildi adayların içinde. Bu üzücü tabii. Aday adayı oranı çok az. Bu konuda çok özel bir çalışma sürdürdüğümüzün bilinmesini isterim. Kadın yöneticimiz iki katından fazla arttı. Kadın çalışan sayımız yüzde 40 arttı. Kadınlar yaptığı işi daha çok sahiplenen, daha çok içselleştiren ve işine kendisine odaklama konusunda hem cinslerimden çok daha önde.

YAĞMUR KRİZİ PARANOYA DEĞİL TETİKLEYİCİ OLDU

En son ne zaman ‘keşke’ dediniz?

‘Keşke'lik bir şey mi var mı, bilemedim. Bir esnafla konuşurken bir sert çıkışım olmuştu yanlış anlamayla. Sonrasında çok üzülmüştüm. O beni çok üzmüştü. Çünkü onu anlayamamış, anlamsız bir tepki göstermiştim ve sonra onu telafi etmek için kendisiyle telefonda da konuştum. Sonra kitap yolladım kendisine İstanbul'a dair. İnsan üzmeyi hiç istemiyorum. Birinin kalbini kırmışsam bu beni üzer.

  Beş yıllık hizmet sürenizde hangi eserinizle anılmak istersiniz?

Tabii beş yıl çok uzun bir süre değil. Az önce Sayın Büyükerşen’den bahsettik, tam 25 yıl.  Düşünüyorum; gerçekten İstanbul'da 10 metro birden hiç durmadan yapabilmek ve onların bir kısmını hizmete açabilmek, inşallah önümüzdeki süreçte de bunların tamamını hizmete açacak olmak, bu benim için önemli bir eser. İkincisi; yaklaşık 10 milyon metrekareye yakın bir alanı insanlarımıza açmış olmanın büyük bir gururu var. Bunların birçoğu;  şehrin göbeğinde unutulmuş vadiler, işgal edilmiş alanlardı. Bir de tabii İstanbul’un sular altında kalmasını engellemek. Bazen titiz bir şekilde AKOM’u arıyorum. Arkadaşlar yağmur nasıl diye. Metrekareye 100 kilo diyorlar. Ama artık hiçbir sorun yaşanmıyor. Bununla da gurur duyuyorum.

  Sizde biraz paranoya oldu mu yağmur meselesi?

O ilk yaşadığımız şey, yanılmıyorsam benim seçildiğimin ikinci ayıydı. Paranoyanın aksine benim için bir tetiklenme oldu. “Getirin bakayım” dediğimiz ilk işlerden biri olmasını sağladı. Baktık ki yıllarca ihmal edilmiş. Ufak bir yağmurda bile milletin dükkanını su basıyor, evini su basıyor ve şu anda neredeyse sıfırlamak üzereyiz. Bu çok müthiş bir iş. 10 milyarlarca liralık bir yatırım. Bunu yapmadığınız zaman başka bir şeyle insanların gözünü boyayabilirsiniz ama o sefil görüntülerle İstanbul'u dünyaya göstermeye devam edersiniz. Biz İstanbul'un dünyaya servis edilen vitrinini çok güzelleştirdik.

5 YILDIR BİR KEZ TRT’DE GÖRÜNMEDİM

Sokakta ne görüyorsunuz? AKP’li seçmenin size bakışı nasıl?

AK Parti’ye oy vermiş insanların bakışlarını duygusal olarak çok irdeliyorum. Hak etmediğim bakışlara maruz kaldığımı da görüyorum. Bugünün medyası ve iletişim kanallarının tümden iktidara bağımlı hale gelmesiyle inanılmaz bir önyargı oluştu. Düşünün ki İpek Hanım, beş yıldır dünyanın en önemli şehrinin belediye başkanının bizim vergilerimizle yayın hayatını yürüten TRT’de ismi geçirilmiyor

Hiç geçmedi mi?

Hiç geçmedi. Diyelim bir spor programı var. Orada Ekrem İmamoğlu'nun ilişkisinin olduğu, atıyorum İstanbul Büyükşehir Belediyesi spor kulübünün ismi geçecek. Bunun nasıl geçeceğinin talimatının verildiğini görebiliyorsunuz. Bu ortamda insanların kötü etkilenmeleri kadar doğal bir şey yok. Beni belki de en çok üzen konulardan biri bu. Bir insan size belki bir an için nefretle bakıyor ama sizi tanımıyor ki. Yani ona servis edilen kadar biliyor. Talimatla aynı manşetleri basan ya da aynı haberleri slogan gibi veren gazete ya da televizyonlardan bahsediyorum. Onların da etkisiyle aldatılan insanlarımız var. Net söylüyorum, insanlar aldatılıyor.

Onların gönlüne nasıl gireceksiniz?

O insanlarla daha çok diyalog kurmak, daha çok ilişkiye geçmek ve kalplerinde bir buzlanma varsa o buzu kırarak değil eriterek yine normal ilişkiyi sağlamak gerekiyor. Bana oy vermelerinin hiçbir önemi yok bu arada. Versinler, vermesinler.

“Yeter ki normalleşelim” diyorsunuz.

Evet, normalleşelim. Bu bir vicdan köprüsüdür. Ben bu eksikliği hissettim, yaşadım, evlerine girdim. Evlerinden dışarı çıkamayan gencecik anneleri gördüm. Dört yaşına kadar çocuğu olanlara bir anne kart vermemizin temelinde benim bu duygum vardır. O evlere giderken kimin, hangi partiye oy verdiğine bakmadım ki. Bu arada bu lütuf değil, olması gereken. Dolayısıyla ben artık AKP’nin İstanbul’da yüzde kaç oyu var, onunla ilgilenmiyorum. O annenin cebinde o kart var ya, bebeğin içecek sütü var ya, bir gün nasılsa bir yerde buluşuruz. Çocukluğumdan beri karşılık beklemeksizin iyilik yapmanın çok iyi bir şey olduğu ahlakıyla büyüdüm. Şimdi de görevimi o şekilde yapıyorum. Mutlak bir gün buluşacağız AK Partililerle de...