Resmi adı Adnan Oktar Silahlı Suç Örgütü. Ortaya çıkartılanlar, bir silahlı suç örgütünden çok daha fazlası. Çocuk istismarı, kadına şiddet, taciz, tecavüz, dolandırıcılık, silahlı adamlar… Öyle bir yapılanma ki üzerindeki perde kalktığında ortalığa saçılanlar, kurtulabilenlerin travmalarını neden yıllarca atlatamadığını anlamak için yeterli. Örgütü çökerten operasyonu İstanbul Mali Şube Müdürü olarak görev yaptığı dönemde Furkan Sezer yürüttü. İpek Özbey ise yaptığı yayınlarla örgütün gerçek yüzünü Türkiye’ye gösterdi.

Bu ikili şimdi ‘Dragos’ta birlikte. Kitapta, örgütü çökerten ihbarı yapan Özkan Mamati ve örgüt mağdurlarının da anlattıkları yer alıyor.

Bir çırpıda okunabilecek kadar aksiyon dolu ama okuduktan sonra üzerinize fil oturmuş kadar da nefessiz kalacağınız bir kitap Dragos. Kitabın mimarları İpek Özbey ve Furkan Sezer, Dragos’u SÖZCÜ’ye anlattı.

Adnan Oktar Silahlı Suç Örgütü’nü (AOSSÖ) ilk olarak 90’lı yıllarda arkadaş çevren vasıtasıyla tanıdığını kitabın girişinde belirtiyorsun. Deneyimli bir gazetecisin, örgüt radarına mesleğe yeni başladığın dönemde girmiş. 2018’deki operasyona kadar örgütü takip etmeye devam ettin mi?

O zamanlar bu kadar dallanıp budaklanmamıştı. Mesleğimin başındaydım ve evet, o zamanlar da Adnan Oktar ile ilgili haberler yapan meslek büyüklerimiz vardı. Ebru Şimşek olayı vardı hatırlarsan. Çok mücadele etti, o zamanlar yine birçok ünlü Adnan Oktar’ın radarındaydı. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim, daha çok magazinin konusuydu. Zaten yıllar sonra gördüm ki bu örgüt televizyon yayınları, şatafatlı hayatlarıyla zaten magazin perdesinin arkasında büyümüş. O danslar, o kılık kıyafetler işi sulandırmış aslında, ciddiyetini örtmüş. Kendi arkadaş çevreme gelince, zengin çocukların şımarıklıkları gibi baktık hepimiz. Ciddiyetini anlamadık.

“BU OPERASYON KİTAP OLMALI”

2018’deki operasyondan bugüne AOSSÖ ile ilgili sayısız gelişme oldu. Operasyon süreci, yargılama süreci, istinaf ve daha bir sürü şey. Dragos’u ilk ne zaman ve hangi gelişmeyle yazmaya karar verdin?

O günü hatırlıyorum, hemen anlatayım. Biz Furkan Sezer ile 2018’de tanıştık. O zaman Hürriyet gazetesinde çalışıyordum. Röportaja ikna etmek için çok uğraştım. Hep reddedildim. 2023’te beni aradı, “Belgesel çıkıyor” dedi, “Hemen röportaj yapalım” diye cevap verdim. Tabii ki yine reddedildim. Israrcı olunca bu kez kabul etti ve Sözcü TV’de yayınlara başladık. Ama yayına ilk geldiği gün, bizim kanalın bahçesinde kahve içerken, “Bu operasyon kitap olmalı” dedim. Olabilir cevabını aldım. Bunun için de az değil inan, sekiz ay uğraştım. Furkan Sezer bildiklerini anlatmayı seven biri değil, onu açmak için epey uğraştım. İşte kitap çıktı sonunda.

Kitapta başarısından dolayı cezalandırılan emniyet müdürü Furkan Sezer ve bu örgütü çökerten isim Özkan Mamati’nin yanı sıra mağdurların anlatımları var. Ben okurken çok zorlandım, siz birebir görüştünüz. Ne hissettiniz, zor gelmedi mi?

Ben bunları 2018’den beri dinliyorum Can. Operasyondan sonra ilk haberleri ben yaptım. İçeriden kurtulan kızlarla konuştum, yakalanma öykülerini haberleştirdim, operasyonla ilgili yazılar yazdım. Ama evet, her seferinde çok şaşırdım, her seferinde çok öfkelendim. Kitapta okurlar görecekler, Adnan Oktar’ın evinde onunla yaşayan kadınlardan birinin bir günü anlattığı bölümde öfkem katlandı.

“YALANCIYLA KONUŞMAK ONA FIRSAT VERMEK OLABİLİR”

Yıllarca ses getiren çok sayıda röportaj yaptın, bazı söyleşilerin günlerce konuşuldu. 2018’deki operasyondan önce veya sonra; hiç Oktar’la konuşmak istedin mi?

Sevgili Can, kuzenim Güzel Sanatlar’da okurken Adnan Oktar da orada. O zaman canlı mankenle çizim yapıyorlar. Adnan Oktar her seferinde ya kolu, ya bacağı bir şeyi eksik çiziyor. Neden diyorlar, “Tamamını ancak Allah yaratır” diyor. İnançlı olabilirsiniz ama o zaman çıplak mankenle çalışılan güzel sanatlara girmezsiniz değil mi? Adnan Oktar, hayatı konforlu yaşamanın yolunu bulmuş biri. İzleyen herkesin “Bu nasıl din” dediğini bilmiyor muyuz? Para içinde yüzüp, sömürünün her türünü yapıp, kendisini Mehdi diye tanıtan bu kişiye operasyon yapılırken bir polis memuruna ateş açıldığını unutmayalım Can. Herkesi kayda aldığını, sonra bunları yıllarca tehdit olarak kullandığını da. Kitapta göreceksiniz yine, önceki operasyonu yapan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’la konuşmamı iyi okuyun. Neyi, neden yapamadıklarına iyi bakın, o zaman bu örgütün bağlantılarını anlayacaksınız. Adnan Oktar ile konuşmaya gelince, konuşan çok arkadaşımız oldu. Ama ben istemedim. Gazeteci herkesle konuşur, konuşmalıdır. Ama bazen bütün sorularınıza yalan cevap verecek biriyle konuşmak, ona fırsat vermek anlamına gelebilir. Tercih etmedim, yoksa zor değildi.

Örgütle ilgili çok sayıda yayın yaptınız, şimdi de Dragos’u kaleme aldınız. Hala aktif örgüt üyelerinin olduğunu görüyoruz. AOSSÖ’den çekinmiyor musunuz?

Yok, çekinmiyorum. Girdiğim tek tırnak içinde riskli alan bu değil. Çok sevdiğim bir sözle cevap vereyim, “Demirden korksak trene binmezdik”… İşimizi yapıyoruz.

“UYARI GELİRSE UYARANIN DA HABERİNİ YAPARIZ” 

AOSSÖ’nün siyasette ve bürokraside ne gibi bağlantıları olduğunu operasyonu yapan emniyet müdürü Furkan Sezer detaylarıyla anlatıyor. Yaptığınız haberler ve yayınlar nedeniyle size doğrudan ya da dolaylı olarak bir ‘uyarı’ geldi mi?

Bana ne hikmetse hiçbir haberimle ilgili doğrudan ya da dolaylı bir uyarı gelmiyor ya da geliyor da ben mi anlamıyorum acaba  Şaka bir yana uyarı gelirse, uyaranın da haberini yaparız. Kimse suçun üstünü örtmeye kalkmasın. Kimse suça ortak olmasın. Yazık, bir dolu hayat yitip gidiyor.

İYİ Kİ BANA NASİP OLDU

Operasyonun üzerinden 6 yıl geçti. Bugünden baktığınızda, “Şu eksik kaldı, yapsak daha iyi olurdu” diye düşündüğünüz bir şey var mı?

Sorunuza o dönemi bugünün şartlarıyla değerlendirmeden cevap vermem gerekiyor. Fırsat olup örgütün yurtdışı yapılanmasıyla ilgili daha fazla, uzun ve etkili bir çalışma yürütebilseydik örgütün şu anki gücüne çok büyük bir darbe indirmiş olacaktık.  Çünkü örgütün şu anki finans kaynağı, lobi faaliyetleri, sosyal medyadaki saldırıları büyük oranda şu anki yurt dışı yapılanması tarafından yürütülüyor. Örgütün yurt dışı istihbarat ve siyasi bağlantılarıyla ilgili şu anda ortaya dökülen bir çok konu olmasına rağmen bunun çok daha fazla olduğuna inanıyorum. Yine bununla ilgili daha detaylı çalışma yürütebilseydik özellikle bugünü daha iyi anlamamızı sağlayabilir ve geleceği daha iyi analiz etme imkanı tanıyabilirdi.

“TEREDDÜT ETMEDİM”

AOSSÖ soruşturması ilk olarak Özkan Mamati’nin ihbarıyla başladı. 40 yıllık bir yapılanmaya karşı ilk adımı atarken hiç ‘acaba’ dediniz mi?

Ortada deliller, bir suç iddiasıyla ilgili ciddi şeyler varsa ve profesyonel olarak polislik yapıyorsanız bir soruşturmaya başlayıp başlamamak arasında tereddüt edemezsiniz. Bu soruşturmada da aynı şartlar geçerliydi. Bizim soruşturmaya başlayıp başlamamak arasında bir tereddüdümüz hiçbir zaman olmadı. Konu nasıl başlamamız ve nasıl sürdürmemiz gerektiğiyle ilgiliydi. Ortada çok fazla bu soruşturmalarda, yargılamalarda görev almış bu soruşturma ve yargılamalarda müşteki, mağdur, tanık olarak bulunmuş ve akabinde örgüt tarafından çok büyük saldırılara, iftiralara, itibar suikastlarına uğramış insan vardı. Dolayısıyla burada bu soruşturmayı gizlilik esasına büyük önem vererek örgütün öğrenmesini engelleme stratejisi üzerine kurduk.

Siyasi baskıyla karşılaşmaktan çekindiniz mi? Karşılaşmadınız ki bu operasyonu yapabildiniz. Peki ya karşılaşsaydınız? Bu ihtimale karşı ne yapacağınızı hiç düşündünüz mü?

Karşılaşmadım bunu net olarak söyleyebilirim. Ancak ben soruşturmanın içine gömülmüş, her gün örgütün farklı bir karanlık yüzüyle karşılaşıp şaşıran ve soruşturmayı olabildiğince derinleştirmeye çalışan operasyonel taraftaydım. Ve tabii ki bu soruşturmanın bu noktaya gelmesinde en büyük pay, dönemin İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan, Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz ve dönemin İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ındır. Ortada bir siyasi baskı olduysa da bu baskı öncelikle bu isimlere yapılmıştır. Ancak burada bizim önemli bir avantajımız böyle bir siyasi baskı olduysa da soruşturmadaki konsantrasyonumuzun bozulmaması adına bu saygın isimlerin bize bunu hissettirmemeleri olmuştur.

KİLİS'!E MÜDÜRİYET EMRİNE!

Burada şunu da ifade etmeden geçmek sorunuzun cevabını eksik bırakmak olur. FETÖ üyelerinin hem yargı hem de emniyet eliyle gerçekleştirdikleri eylemleri sonucu özellikle siyasi bürokraside birçok travma oluştu. Bu travmaların neticelerini ne yazık ki günümüzde de özellikle topluma mal olmuş ve toplum tarafından yakından takip edilen soruşturma ve yargılamalarda görüyoruz. Dolayısıyla bir soruşturma ve yargılamayı siyasi iradeye rağmen sorunsuz, sağlıklı ve en önemlisi hukuki yürütmek ne yazık ki şu an için mümkün değil. Hukukun işlemesi, adalet için ve yine liyakatli kadroların hak ettikleri görevlerde bulunmaları için bu travmayı bir an önce atlatmamız gerekiyor.

İstanbul Mali Şube Müdürlüğü’nden Kilis’e ‘müdüriyet emrine’ gönderilmenizde AOSSÖ soruşturmasının rolü var mı?

Daha önce de defaten söylediğim gibi benim Kilis’e gönderilmek için hiçbir hukuki gerekçe yoktu. Ben birçok başarılı operasyona imza atmış, birçok kritik görevde bulunmuş, özellikle devletin ihtiyaç duyduğu anlarda havayı koklamak yerine sorgusuz sualsiz her şeyiyle devletin yanında olmuş biriyim. Kilis’e tayinim çıktığında da hakkımda bir adli soruşturma, idari tahkikat bulunmuyordu. Operasyondan sonra ve günümüzde örgütün sosyal medya paylaşımlarında ve daha da önemlisi yargılama aşamasında mahkemede verdikleri birçok beyanda beni Kilis’e kendilerinin gönderdiğini, Kilis’e atanma sebebimin bu operasyon olduğunu iddia ettiklerini ne yazık ki görüyoruz. Hal böyle olunca insan daha derinden ve daha büyük bir hissiyatla sonuçları ne olursa olsun iyi ki bu operasyonda görev almak, inisiyatif almak, yönetmek bana nasip oldu diye şükrediyor.