CHP MYK, saat 16.15 itibarıyla CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında toplandı. Yaklaşık bir buçuk saat süren toplantının ardından Parti Sözcüsü Deniz Yücel, sabah saatlerinde yapılan PM ve MYK’nın gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Yücel’in açıklamaları şöyle:

“Bu ülkede her geçen gün özgürlükler daraltılıyor, hukuksuzluklar artıyor, ülkede adalete güven her geçen gün hızla düşüyor. Ama böyle bir ortamda AKP iktidarı bildiğinden şaşmıyor. Daha iki gün önce, 1999 depreminde birçok vatandaşımızın hayatının kurtarılmasında büyük payı ve rolü olan AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki, ‘YSK’nın güvenilmezliği’ konusunda yaptığı sosyal medya paylaşımı nedeniyle ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçundan dolayı tutuklandı. Şimdi ise basının güçlü kalemlerinden ikisi; Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz hakkında da yine, ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçundan soruşturma başlatıldı. Fatih Altaylı da tıpkı Nasuh Mahruki gibi YSK’nın güvenilmezliği konusunda bir yazı yazdı ve Türkiye’nin en dokunulmaz, en eleştirilmez ve en denetimsiz kurumu olan YSK’ya ‘laf söyleyen yanar’ anlayışıyla kendisine de bir soruşturma başlatıldı. Fatih Altaylı bir gazeteci olarak mesleğinin en doğal gereği olan bir yorumda bulunmuştu. Tıpkı İsmail Saymaz’ın, Erdoğan ve Bahçeli görüşmesinin içeriğine ilişkin iddiaları gibi.

Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, bugün Fatih Altaylı’yı da İsmail Saymaz’ı da Nasuh Mahruki’nin ailesini de aradı ve dayanışma duygularını paylaştı. Gazeteci kaynağını açıklamadan edindiği bilgileri yazar, doğru değilse taraflar yalanlar. Bu kadar. Ancak yaptığı haber dolayısıyla gazetecileri susturmak için hakkında soruşturma başlatmak, hatta tutuklamak artık ülkemizin acı bir gerçeği haline geldi. Bu soruşturmalar basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına yapılmış birer saldırıdır. Sinan Ateş’in ablasına yapılan saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt’u tutuklamayıp ev hapsi veriyorsunuz, ev hapsindeyken iki kişiyi öldürüyor; sosyal medya paylaşımı yapanı tutukluyorsunuz. Altın kaçakçılığı yaptığı iddia edilen milletvekillerine soruşturma dahi açmıyorsunuz; köşe yazısına, habere soruşturma açıyorsunuz. Israrlı muhalefetimizle geri çekilen etki ajanlığı düzenlemesini, fiili olarak mevcut yasalar üzerinden uyguluyorsunuz. Siyasi hedeflere ulaşmada hukuku bir araç haline getiriyorsunuz. Dayatmaya çalıştığınız bu otoriter rejimde, hukuku katledip toplumsal düzeni ve huzuru yok ediyorsunuz.

'AKP DAVAYA MÜDAHALE ETMİŞTİR'

Bakın, bu ülkede Adalet Bakanlığı koltuğundan mahkemelere talimat veriliyor. Yargılaması bugün yapılacak olan bir davayla ilgili Adalet Bakanı Yılmaz Tunç kendi kişisel fikirlerini, mahkemeyi yönlendirecek ve hakimler üzerinde baskı kuracak şekilde kameralar önünde açıklamakta hiçbir sakınca görmüyor. Önceki Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hakkında açılan hapis cezası ve siyasi yasak istemi bulunan dava hakkında, Yılmaz Tunç bir hâkim gibi hüküm cümleleri kurabiliyor. Yetmiyor, siyaset uzmanıymış gibi bu ülkede yüzde 48 oy almış Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili ahkam kesebiliyor. Bugün, bu yargılama aslında yapılmayabilirdi. Yılmaz Tunç yargılamayı zaten yaptı ve bitirdi. Sadece işlerine geldiğinde, ‘Yargıya müdahale etmeyin. Yürüyen bir davaya müdahale etmeyin’ diye çığırtkanlık yapan AKP, Adalet Bakanı ve HSK başkanı seviyesinde, en üst seviyeden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun davasına, dolayısıyla yargılamasına müdahale etmişir.

Sayın Tunç, Adalet Bakanı olarak unuttuysanız hatırlatalım: Birincisi, neyin hakaret suçunu oluşturup neyin oluşturmadığına mahkemeler karar verebilir. İkincisi, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, altı dönem milletvekilliği yapmış, CHP’ye 13 sene genel başkanlık yapmış bir siyasetçi ve muhalefetin bir temsilcisi olarak sonuna kadar eleştiri hakkına sahiptir. Üçüncüsü, bu ülkede hakaret ve siyaset ikilisi yan yana gelecek olursa bunun adresi de AKP Genel Merkezi’dir. Herkese terörist damgası vuran, ‘çürük, sürtük, gafil, namert, sefil, kifayetsiz’ sözcüklerini sıkça kullanan, kendisi gibi düşünmeyeni vatan haini ilan eden, Cumhuriyet’in kurucularına ‘ayyaş’ diyen, azınlık olmayı ayıp sayan bir kadrodan seviye ve üslup  öğrenecek değiliz. Ve dördüncüsü, bunun bir sindirme çabası olduğunu biliyoruz ve bunun farkındayız. Ancak ne Sayın Kılıçdaroğlu ne de CHP'liler bir adım dahi geri atmayacaktır. Bugün Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, genel başkan yardımcılarımız, milletvekillerimiz ve binlerce partilimiz Sayın Kılıçdaroğlu’nu yalnız bırakmadı.

Bakın, bu ülke Hukukun Üstünlüğü ve Yolsuzluk Endeksi’nde 142 ülke arasında 117’nci olmuş, Adalet Bakanı çıkmış, muhalefeti kastederek ‘Türkiye’yi hukuka güven endeksinde en alt sıralarda göstermeye çalışıyorlar’ demiş. İnsanın biraz olsun yüzü kızarır. Hiç mi akıl, hiç mi izan yok sizde? Siz kafanızı deve kuşu misali kuma gömüyorsunuz diye, ülkede yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikleri kimse görmüyor mu zannediyorsunuz? Ülkede hukuk ve adalet namına hiçbir şey bırakmadınız. Yargıyı siyasallaştırıp baskı altına aldınız. AKP’yi eleştiren, muhalif olan kim varsa ‘A’ dese içeri atıyorsunuz. Şimdi bu ülkede hukuka kim güvenir? Yargıyı siyasallaştırarak bu ülkedeki yargı sistemini yerle bir ettiniz. Adaletin tecelli etmesi için tek pusulası kanunlar olan onurlu yargı mensuplarını, sürgünle baskı altına almaya çalışırken atama, görevlendirme kriterini, ‘benden olan, benden olmayan’ diye değiştirdiniz. İstanbul'u kaybetmeyi bir türlü hazmedemediniz. ‘Olmadı, sil baştan’ dediniz ama yine kazanamadınız, İstanbul'da yenilmeye doymadınız. Sonra İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanımıza ahmak davasını açtırdınız. Hukuk ve siyaset tarihimize bir utanç vesikası olarak giren bu iddianameyi düzenleyen savcıyı, başsavcı yaparak ödüllendirdiniz. Yargılama aşamasında talimatlara boyun eğmeyen hâkimi Samsun’a sürdünüz. Yerine Sayın İmamoğlu’na istediğiniz cezayı verecek bir hâkimi atadınız.

İstanbul'un en büyük ilçesi Esenyurt’u da kaybetmeyi hazmedemediniz. Düşündünüz, taşındınız, ‘Nerede bizim kullanışlı aparatımız’ dediniz ve Akın Gürlek’i sırf bu siyasi operasyonu yapması için Ankara’dan getirdiniz. Bakın, bugün Esenyurt Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Özer’in tutuklanmasının 24’üncü günü. Hafta başında yaptığımız MYK toplantımızda aldığımız kararla Esenyurt’ta başlattığımız demokrasi nöbetimiz devam ediyor. Şunu kimse unutmamalı: Halkın oylarıyla seçilmiş olan bir belediye başkanını asılsız iddialar ve uyduruk delillerle tutuklamak, sadece Sayın Ahmet Özer’e yönelen bir hukuksuzluk değildir. Bu aynı zamanda demokrasiye, hukuk devletine, seçme ve seçilme özgürlüğüne de yapılmış bir darbedir. Yedi ay önce Esenyurt’ta yaşayan her iki vatandaştan biri, oyunu Sayın Ahmet Özer’e verdi ve Esenyurt’u ona teslim etti. AKP, Esenyurtluların iradesini bir kalemde silerek sandıkta kazanamadığını, seçimle alamadığını siyasi bir operasyonla alma derdine düştü. Haklarında herhangi bir soruşturma olmayan belediye meclis üyelerimiz hakkında, onları hiçbir yasal dayanağı olmayacak şekilde, hatta haklarında iddia dahi olmaksızın 15 gün boyunca belediyeye almadılar. Ancak itirazlarımız ve direnişimiz sonucunda belediye meclis üyelerimiz Esenyurt Belediyesi’ne girebildiler. Hiç kimse bu demokrasi darbesine boyun eğmemizi beklemesin.

Dün Meclis’te grubu bulunan ve bulunmayan 10 siyasi partinin destek verdiği, hukuka ve adalete aykırı kayyum uygulamalarının kaldırılması için hazırladığımız kanun teklifimiz, Meclis Başkanlığı’na sunuldu.  21’inci yüzyılda seçilmişler dururken kayyum uygulamasıyla halkın iradesinin gasp edilmesi bir demokrasi ayıbıdır. Asla ve asla kabul edilemez. Kanun teklifimize destek veren siyasi partilerin tümüne teşekkür ediyoruz.

Esenyurt’taki hukuksuzluğun önemli bir parçası da İçişleri Bakanı’nın bizzat kendisidir. Devletin polisini belediyenin önüne yığarak belediye meclis üyelerini, milletin vekillerini bir kamu binası olan Esenyurt Belediyesi’ne sokmayan bu adam, iki gün önce Bakanlığı'nın bütçesini anlatmak üzere milletin Meclisi’ne geldiğinde, halk tarafından seçilmiş milletvekillerinin eleştirilerine ve protestosuna tahammül edemedi. Hukuksuz bir şekilde, devletin polisini kullanarak milletin vekilini, seçilmiş belediye meclis üyelerini milletin belediyesine sokmayan, devletin polisiyle milletvekillerimizi, belediye meclis üyelerimizi ve vatandaşımızı karşı karşıya getiren bu adamı milletimize şikâyet ediyoruz. Dakikalarca sürecek bir protestoya bile tahammülü olmayanların milletin Meclisi’nde yeri yoktur. Biz hiçbir zaman Meclis’te şiddetten yana olmadık. Ancak büyük bir dezenformasyon çabası içindeler. Daha ilk dakikalarda TBMM Başkanı’nın Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’i araması, görüntüleri dahi izlemediğini açıkça ortaya koyuyor. Biz böyle bir karede bulunmaktan dolayı mutlu değiliz. Ancak bunun sorumlusu da biz değiliz. Milletimiz bu görüntüleri görmek istemiyor. Milletimiz Meclis’i çalışırken, toplumun ve halkın sorunlarına çözüm ve çare üreten yasalar yaparken görmek istiyor. Keşke bizim milletvekillerimizin, o İçişleri Bakanı’nın Esenyurt’ta verdiği kanunsuz emre karşı gösterdiği sabrı, o da milletvekillerimizin protestosuna karşı gösterebilseydi.

Bu ülke çok değişik bakanlar gördü. Kendi firmasından kendi bakanlığına dezenfektan satan bakan gördü. Kanser hastası bir gencin cebine para sıkıştıran bakan gördü. Gözleri ışık saçan bakanı da gördü rüşvet alan bakanı da gördü. Kendi oteline teşvik veren bakanı da gördü çocuk istismarıyla ilgili olarak ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyen bakanı da gördü. Ama milletvekiline kafa atmaya çalışan, gazetecinin kamerasını tokatlayan bir bakanı ilk kez gördü. Geçen dönemin Ticaret Bakanı, bugünün Plan Bütçe Komisyon Başkanı da, bu demokratik protestoya katılan Genel Başkan Yardımcımız, Gölge Adalet Bakanımız ve İzmir Milletvekilimiz Sayın Gökçe Gökçen ve diğer kadın milletvekillerimizi orada görünce rahatsız olmuş ve son derece nezaketsiz bir üslupla ‘Kadınları önümden bir çıkarın’ diyerek kadına olan saygı seviyesini ve bakış açısını göstermiştir. İşte AKP zihniyetinin kadına verdiği değer, kadına olan bakış açısı bu kadar. Nitekim İçişleri Bakanı’nın yaptığı açıklama da komisyon başkanının yaptıklarını destekler nitelikte. Milletvekiline kafa atmaya çalışan, kamera tokatlayan İçişleri Bakanı, haklarında koruma kararı olan ve katledilen kadınlarla ilgili, ‘Kadınlar kapıyı açmış, o nedenle öldürülmüşler’ diyebilmiştir. AKP’li yetkililerin yaptığı ve her biri ayrı birer skandal niteliğindeki bu açıklamalar, kadına şiddetin 20 yıl içinde neden bu kadar yükseldiğinin açık bir göstergesidir. Devlet, kadını koruyacak her türlü önlemi almak zorundadır, nokta. Bunun üstüne söylenen her söz, görev ve sorumluluğun yerine getirilmemesinden kaynaklanan bahanelerdir. Kadını suçlayan, kadını aşağılayan bu cinsiyetçi söylemleri kınamak yetmez. Siz kenara itmeye çalıştıkça kadınlar şimdi daha da öne çıkacaklar. Meclis’te de iş yerlerinde de sokakta da her yerde... Siz kadınları hor gördükçe, erkeklerin kölesi yapmaya çalıştıkça onlar daha da özgürleşecekler. Bunu Mehmet Muş da anlayacak Ali Yerlikaya da anlayacak Cumhuriyet, laiklik ve eşitlik karşıtı Yusuf Tekin de anlayacak.

'KONSER SORUŞTURMALARI' AÇIKLAMASI

AKP, bu ülkede yoksullukta eşitlediği milyonların sesi duyulmasın diye ne yapacağını şaşırdı. Bir de buna, 31 Mart yerel seçim sonuçlarını hala hazmedemediğini ekleyecek olursak sebebi çok belli olan birtakım soruşturulmalar başlatıldı. Seçmenin kendisine verdiği mesajı anlamamakta ısrar eden, siyasi ömrünün dolmak üzere olduğunu idrak etmekte güçlük çeken AKP, Ankara’dan sonra, İstanbul ve Beykoz Belediyesi’ndeki konserlerle ilgili soruşturma başlatılması için talimatı verdi. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz: CHP’li belediyelerin veremeyeceği hesap yoktur. Tüm belediyelerimizde şeffaf belediyecilik anlayışını hayata geçirerek yerel yönetimlerin daha verimli, daha adil ve daha halk odaklı çalışmasını sağladık. Kamuya açık platformlar kurarak belediyelerimizin harcamalarına, projelere, ihalelere ve bütçeye dair verileri tüm halkımızla paylaştık. AKP’li pek çok belediyenin bile örnek alıp uyguladığı kent lokantaları projesiyle halkımız sağlıklı ve kaliteli yemeği uygun fiyata yiyebiliyor. Belediyelerimiz emeklilere, öğrencilere desteklerini hız kesmeden, ara vermeden sürdürüyorlar. CHP’li belediyeler, Cumhur İttifakı’ndan aldığımız belediyelerin batık bütçelerine rağmen belediyecilik hizmetlerini hiçbir şekilde aksatmadılar. Toplumun ortak değerler etrafında birleştiği özel günleri, anlamına uygun bir şekilde kutlayacak konserler ve festivaller düzenlediler. En ufak bir tereddütte yer vermeyecek şeffaflıkta açıklamalarını da yaptılar. Ama AKP’nin CHP’li belediyelere saldırıp yeni bir algı operasyonu peşinde olduğu çok açık. Kimse bizim bu soruşturmalardan korkacağımızı, çekineceğimizi sanmasın.

'HODRİ MEYDAN DİYORUZ'

Yargıyı bu şekilde baskı ve talimatla yönlendirerek CHP’li belediyeleri yıpratma çabaları hiçbir şekilde sonuç vermeyecek. Ancak AKP’li belediyeler de denetimler konusunda bizim kadar cesur mu, ondan pek emin değiliz. Hodri meydan diyoruz. Bütün belediyeler soruşturulsun. Kim halkın bütçesini halk için kullanmış, kim kendine çıkar sağlamak için kullanmış ortaya çıksın. Demokratik normlardan gün geçtikçe daha da uzaklaşan, CHP’li belediyeleri kıskaç altına almayı hedefleyen, 31 Mart’ın rövanşını düzmece soruşturmalar üzerinden almaya çalışanlara cevabımız çok net: Sizin bu algı operasyonlarınızın halkın gerçek gündemini örtmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye’de demokrasiyi rafa kaldıran, özgürlükleri sınırlandıran, halk iradesini gasp eden, kendi siyasi geleceği uğruna 85 milyonun geleceğini feda eden AKP’nin siyasi ömrü artık dolmuştur. İlk sandıkta AKP’ye en net cevabı halkımız verecektir. AKP’ye ve yandaş medyasına sesleniyoruz: Siz istediğiniz kadar gündemi değiştirmeye çalışın, biz halkın gerçek gündemini konuşmaya ve halkımızın dertlerini anlatmaya ve çözüm üretmeye devam edeceğiz.

İstanbul Planlama Ajansı’na (İPA) göre, İstanbul’da dört kişilik bir ailenin yaşam maliyeti 73 bin 700 lira olarak açıklandı. Bugün asgari ücret, İstanbul’daki yaşam maliyetinin sadece yüzde 23’ünü karşılayabiliyor. Seçimlerden önce asgari ücrete yılda iki-üç zam sözü verenler, bol keseden atacakları bir seçim kalmayınca ‘Gelecek yıl asgari ücreti ne kadar düşük verebiliriz’ diye uğraşır oldular. Asgari ücret bir pazarlık unsuru olmaktan çıkarıp hak edilmişin, hak edilene verilmesine dönüşene kadar bu mücadeleye devam edeceğiz. Geçtiğimiz hafta Balıkesir’de 78 yaşındaki gece bekçisi Cengizhan Kabak, inşaattan düştü. 78 yaşında bir insan, ekmek parası peşinde koşarken inşaattan düşerek hayatını kaybediyorsa çalışmadığı takdirde geçinemediği, aç kaldığı bir düzenin içine düştüğündendir. Hiçbir vatandaşımız 78 yaşında çalışmadığı takdirde hayatta kalamayacağı, hayata tutanmayacağı bir düzeni hak etmiyor.

'DAHA ADİL BİR VERGİ SİSTEMİ KURACAĞIZ'

Hiçbir emekçi, zenginlerin vergi borçlarının affedildiği bir vergi adaletsizliği düzenini hak etmiyor. İşçi, memur, emekli, esnaf, çiftçi demeden her kesim için ortak bir sorun olan vergideki adaletsizlik, ülkemizin kronik sorunlarından biri. Anayasa’nın 73’üncü maddesi, ‘Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür’ diyor. Yani Anayasa diyor ki ‘Vergi toplanırken gelir durumuna bakılsın. Zenginden de yoksuldan da aynı oranda vergi alınmasın.’ Ancak bugün Türkiye’de gelirine bakılmaksızın herkesin eşit şekilde ödemekle yükümlü olduğu dolaylı vergilerin oranı yüzde 65. Bir yandan da sürekli vergi affı düzenlemeleri yapılıyor. Ortaya dengesiz ve adaletsiz bir vergi sistemi çıktı. Vergisini düzenli ödeyen mükelleflerin adeta cezalandırıldığı, vergisini ödemeyen yandaş şirketlerin ödüllendirildiği çarpık bir sistem var önümüzde. Bakın, geçen sene vazgeçilen vergi toplamı 666 milyar liraydı. 10 bin liradan 12 bin 500 liraya yükseltilen emekli maaşını, isteseler asgari ücret seviyesine yükseltebilirlerdi. Fakat onun yerine 666 milyarlık vergiden vazgeçmeyi seçtiler. Adaletsiz vergi sisteminin mimarı AKP’nin vergi konusunda bozuk siciline inat, CHP iktidarında vergide adaletin sağlanması için gereken düzenlemeleri hızla hayata geçireceğiz. Asgari ücretliyi, emekçiyi kaynağında yapılan vergi kesintilerinden kurtaracağız. Herkesin kazancı oranında vergi ödeyeceği, daha adil bir vergi sistemi kuracağız.

ŞİMŞEK'E 'ASGARİ ÜCRET' TEPKİSİ

Ülkenin ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Asgari ücret konusunda bir yorum yapmam doğru olmaz’ demiş. Be mübarek, Ekonomi Bakanı asgari ücret konusunda yorum yapmayacaksa kim yapacak? Tarım ve Orman Bakanı mı, Spor Bakanı mı yapacak? Buradan Mehmet Şimşek’e sesleniyorum: Bu ülkede içi boş tost, içi boş içli köfte, boş baklava gibi ürünlerden sonra şimdi de yarım çay satılmaya başlandı, haberin var mı? Bununla da kalmadı askıda ekmek gibi, bazı çay ocaklarında askıda çay uygulaması başladı. Fakat pişkince ‘Çalışanlarımızı hiçbir şekilde enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz’ diyebiliyorsunuz. Bu iktidar geldiğinde, en düşük memur maaşı 14 buçuk çeyrek altın alabiliyordu, bugün yedi buçuk çeyrek altın alıyor. Erdoğan iktidara geldiğinde en düşük emekli maaşı, sekiz çeyrek altın alıyorken bugün iki buçuk çeyrek altın alıyor. Ve yine asgari ücret, 2002’de yedi çeyrek altın alıyorken bugün asgari ücretle üç çeyrek altın alabiliyorsunuz. Buradan şunu anlıyoruz: Bu iktidar değişmedikçe işçinin, memurunun, emeklinin cebinden elini çekmeyecek demektir. Her geçen gün altınlar vatandaşın cebinden eksilip zenginlerin cebine girecek demektir. Buradan bir kez da ifade ediyoruz: 17 bin liralık asgari ücret, temmuzda yeniden zamlanmak üzere 2025 yılının ilk altı ayı için 30 bin lira olmalıdır.

'MÜLAKAT' TEPKİSİ

Bu AKP’nin bakanları artık tel tel dökülüyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) başındaki kifayetsiz, sanki eğitim sitemindeki bütün sorunları çözmüş de işi gücü bırakmış laiklik tanımlaması yapıyor, CHP’yi eleştiriyor. Bana bak Yusuf Tekin. Laiklik tanımı yapmak senin üzerine vazife değil. CHP’yi eleştirmek senin üzerine vazife değil. Boş işleri bırak. Atama bekleyen binlerce öğretmenimize, okullardaki temizlik ve hijyen sorununa, taşımalı eğitime, ilköğretimdeki çocukların beslenme sorununa, birleştirilmiş sınıflara, kapatılan köy okullarına çözüm üret. Senin bu çapsızlığın nedeniyle farklı illerdeki komisyonlarda, farklı uygulamalara maruz kalan öğretmen adayları, büyük bir haksızlığa ve adaletsizliğe maruz kaldılar. ‘Mülakatı kaldırıyoruz’ dediniz, mülakat mağduru binlerce öğretmen, öğretmen ordusu yarattınız. Türkiye’nin dört bir yanından gelen mülakat mağduru öğretmenlerimiz, yarın saat 10.00’da MEB önünde oturma eylemi başlatacaklar. Bakan Yusuf Tekin’den tatmin edici bir cevap alana kadar da oturma eylemini sürdürecekler. Bizler de CHP olarak mülakat mağduru öğretmenlerimizle beraber olmaya, onların gücüne güç katmaya devam edeceğiz. Mülakatın kaldırılması ve yapılan haksızlıkların giderilmesi için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğimize ve CHP iktidarında mülakatı kaldıracağımıza söz veriyoruz.

'YENİDOĞAN ÇETESİ' DAVASI

Türkiye yaklaşık bir aydır yenidoğan bebekleri, haksız kazanç uğruna katleden bir çetenin yaptıklarıyla çalkalanıyor. İçinde doktorların, hemşirelerin, sağlık çalışanlarının, özel hastane sahiplerinin olduğu bu çeteyle ilgili şikayetler bir buçuk yıl öncesine, yenidoğan bebek ölümleri ise 2016 yılına kadar dayanıyor. Ancak kamuoyu bu elim ve vahim olayı, soruşturma savcısının tehdit edilmesiyle öğreniyor. 19 hastanenin yenidoğan bakım ünitesinin birer ticari işletme olarak kullanıldığı, 10 bebeğin hayattan koparıldığı bu elim olayın duruşmasına pazartesi günü başladı. CHP, genel başkan yardımcıları ve hukukçu milletvekilleriyle yargılamanın sonuna kadar takipçisi olacaktır. Ne tesadüftür ki Sağlık Bakanlığı Bütçe Sunumu da bu hafta Plan Bütçe Komisyonu’nda yapıldı. Ancak Bakan Kemal Memişoğlu, bırakın sorumluluk almayı, büyük bir yüzsüzlükle bu skandal olaydan kendine bir başarı hikayesi çıkarmaya çalıştı.

'HESAP VERECEKSİN MEMİŞOĞLU'

Bakın, Kemal Memişoğlu 2016 yılının ekim ayında İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne, 2 Temmuz 2024'te de Sağlık Bakanlığı’na atanmış. Bebek ölümleri ne zaman yaşanmış? Tam bu zatın il müdürlüğüne atanmasından sonra. Bugün çıkmış, hiç utanmadan ‘Niye istifa edeyim’ diyor. Defalarca söyledik ama bu sefer de madde madde anlatalım: Ailelerinin koklamaya kıyamadığı yavruları, senin İstanbul İl Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığın döneminde, insan olanın aklının alamayacağı şekilde öldürüldü. Tüm demokratik ülkelerde siyasi sorumluluk, tüm vicdanlı toplumlarda da utanma duygusu diye kavramlar vardır. Bu nedenle en değerli varlıklarımızın kaybedildiği süreçte görev yapan bir kişi hem utanmak hem de siyasi sorumluluğu üzerine almak zorundadır. Yaşanan bir vahşettir, yaşanan bir rezalettir, yaşanan bir insanlık ayıbıdır. Buradan kendine başarı öyküsü çıkarmayı düşünmek ise bir insan adına utanç vericidir. Bakanlık koltuğunu işgal eden kişi, başını öne eğeceğine böbürlenmeyi tercih edecek kadar hadsizleşmiştir. Bu zat, istifa etmekten ya da affını istemekten kaçındığı için hiçbir zaman hesap vermeyeceğini sanmasın. Ne devlet aklı unutur ne de halkın vicdanı. Sen de gün gelecek, hesap vereceksin Kemal Memişoğlu.

'ERDOĞAN TEĞMENLERİMİZİ HEDEF GÖSTERDİ'

Hepinizin bildiği gibi, Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos’ta düzenlenen mezuniyet töreninde teğmenlerimiz, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganı atmış ve resmi yemini okuduktan sonra protokolün tören alanından ayrılmasının ardından geleneksel yeminlerini okumuşlardı. ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ sözü AKP iktidarını her zaman rahatsız etmiştir. Darbe paranoyası tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gencecik teğmenlerimizi hedef gösterdi, zan altında bıraktı, vatansever teğmenlerin ne istismarcılıkları kaldı ne de hainlikleri. Şimdi Teğmen Ebru Eroğlu ve Teğmen İzzet Talip Akarsu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Disiplin Kanunu’nun 20’nci maddesinin c fıkrası uyarınca disiplinsizlik yaptıkları iddiasıyla TSK'dan ayırma cezası istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na (YDK) sevk ediliyor. Kılıçları kınından çıkarıp ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demek ne zamandan beri disiplinsizlik oldu? Teğmenlerimiz sizin için nasıl bir tehlike arz ediyor da ihracını talep ediyorsunuz? Bu şerefli üniformayı bir teğmenin üzerinden çıkarmak, onların geleceğini karartmak bu kadar kolay mı?

'TEĞMENLER' TEPKİSİ

Genç teğmenlerimizin Atatürk’e olan bağlılıklarını dile getirmeleri bir disiplin suçu değil, olsa olsa bir vatanseverlik göstergesidir. Burada yapılmak istenen TSK’nın ve onun en temel değerlerinin sistematik bir şekilde itibarsızlaştırmak, ülkemizin savunma gücünü, ordumuzun itibarını ve Atatürk ilke ve devrimlerine dayalı devlet yapımızı hedef almaktır. Bu saldırıyı yalnızca teğmenlerimize değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu değerlerine ve milletimizin ortak vicdanına yapılmış bir saldırı olarak görüyor ve sesleniyoruz: Teğmenlerimizin ihraç taleplerini ivedilikle geri çekin. TSK’yı yıpratacak, ordu mensuplarını incitecek bu tavrınızın affı da geri dönüşü de yoktur. Yol yakınken bu hatadan vazgeçin, geri dönün.”