Bir Türk yazar olarak Romanya ve Türkiye'de geçen bir roman yazdınız. Size sınırları aştıran nedir? Aslında ben zaten her zaman kendimi bir dünya vatandaşı olarak tanımlarım. O yüzden bunu sınırları aşmak olarak görmüyorum ama dünyanın pek çok farklı yerinde birbirlerine benzeyen öyküler olduğuna inanıyorum. Drakula'nın - Vlad Tepeş'in hikayesi de çok farklı değil. Fakat beni Romanya'ya gittiğimde etkileyen o kadar anlaşılamamış olmasıydı. Yüz bin kişiyi kazığa geçirmesi, Fatih Sultan Mehmet ile olan kavgası, kendi babasına olan öfkesi, kendi topraklarında yaratmış olduğu dönüşüm, bütün bunların hepsinin yeterince iyi anlatılmadığını düşündüm. Ve bir şekilde peşine düşmeye karar verdim. Biliyorsunuz bazen aynı tabloya belki bir milyon kişi bakar ama onun hikayesinin peşinden sadece bir kişi gider. Drakula'nın hikayesi böyle oldu ya da öykü beni çağırdı.
KÜNYE: Sayfa Sayısı: 236 / Baskı Yılı: 2015 / Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınları
Romanda baş döndüren bir olay örgüsü, Kont Drakula ve kan damlayan sayfalar var. Vlad Tepeş Kont Drakula'ya nasıl dönüşmüş? Vlad Tepeş'in Drakula'ya dönüşmesine aslında iki açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Birincisi, her insanda olduğu gibi bir çocukluğuna bakmak gerekiyor. Çünkü çocukluğunda esir bir prens olarak Osmanlı Sarayı'nda yaşadığı altı yıl, Fatih Sultan Mehmet ile olan hem dostluğu hem düşmanlığı hem de çok küçük yaşta başına gelenler onu dönüştürmüş ister istemez. Fakat onun Drakula'ya dönüşmesi kendi yönetimi sırasında uyguladığı yöntemlerden dolayı aslında halkın ona yakıştırdığı bir sıfata dönüşmüş. Aslına bakarsanız, Drakula ejderhanın oğlu demek. Drakula'nın babası Ejderha Tarikatı üyesi. Aslında buradan gelen bir şey, daha sonra Drakula olarak vampir gibi dönüştürülmüş fakat bu doğru değil. Belki Drakula'nın vampire benzetilmesinin nedeni döktüğü kanlar ve o kanları eninde sonunda halk arasında içtiğine inanılması olabilir diye düşünüyorum. Fakat asıl bana sorarsanız Vlad Tepeş'i Drakula yapan şey Osmanlı Sarayı'nda yaşadığı çocukluktur. Ve tabii ki atalarından gelen şiddet genleri diyebiliriz. KONSOLOSTAN TEŞEKKÜR Aslında Vlad Tepeş'i en iyi anlayan insanlardan biri olduğumu şöyle de anlamış oldum. Roman tamamlandıktan sonra ilk tanıtım kokteylini Romanya Konsolosluğu'nda İstanbul'da yaparken, romanın içinden okunan Romence bölümlerle, yanıma gelen konsolos, ülke adına bana teşekkür etmişti ve "İlk kez bir kişi Vlad Tepeş'i bu kadar objektif ve dürüstçe yazmış, size ülke olarak teşekkür ederiz" demişti. Bu tabii ki bir yazar için yaptığı bütün o çalışmanın, 5 kere Transilvanya'ya gidip gelmenin ödülü gibiydi. Bu anlamda biraz iç huzurunu bulabildim diyebilirim bu romanla. İFSAK fotoğrafçıları ile romanın peşinden Transilvanya gezisine çıkıyorsunuz. Roman fotoğrafa mı dönüştürecek? İFSAK'ın en iyi fotoğrafçıları ile birlikte bir geziye gidecek olmak çok ilginç benim açımdan. Romanın geçtiği mekanları yazarın dilinden dinleyip kendileri o mekanları o hikâyeyi o karakterin onlara hissettirdiklerini fotoğraflayacaklar ve buradan bir nevi "Fotoroman" doğacak. Benim belirlediğim bir rota var ki, romanın belirlediği bir rota aslında. Vlad Tepeş'in peşinden gidiyor görünmekle beraber tüm Romanya'nın yakın ve uzak tarihine ışık tutacak bir çalışma olacağını düşünüyorum. Kısa bir gezi ama sonrasında sergiye dönüşecek olması ve bu serginin dünyanın çeşitli ülkelerini gezecek olması bir nevi 2004 yılında gittiğim Romanya'ya ve tanıştığım Drakula'ya borcumu ödemek gibi geliyor bana. Bir edebiyat festivali için İsveç'e davetliydiniz. Oralarda edebiyatımıza ilgi nasıl? Evet, İsveç Jönköping'de küçük bir edebiyat festivaline davetli olarak katıldım. Hem İsveçli yazarlarla tanışmak hem de bu tarz organizasyonları yapan kimselerle tanışmak için İsveç Kültür Birimi tarafından davet edildim ve gerçekten harika vakit geçirdim. Türk edebiyatı çok tanınıyor diyemeyiz. Orhan Pamuk dışında pek Türk yazarlara dair fikirleri yok. Fakat burada dil bilmenin önemini de fark ediyoruz. Çünkü İngilizce bilmeden zaten oralara açılmak çok zor. Ben hem çok iyi karşılandım hem oradaki festivali çok beğendim. Festival devam ederken daha büyük bir festivalden, İsveç’te uluslararası anlamdaki bir festivalden hem yazar olarak davet aldım hem de haziran ayında yine İsveç'e bir ay bir sanatçı evinde kalmak için davet edildim. Bence bu çok gurur verici. Bundan sonra İskandinav ülkelerinde daha güzel çalışmalar yapabileceğimi düşünüyorum. Romanya'da bambaşka bir ülkede geçen bir hikâyeyi bu kadar içselleştirerek yazmış olmam sanırım diğer ülkelerin de dikkatini çekiyor. Çünkü aslında edebiyat her zaman insanları birleştirir ve aynı noktaya getirir. "Yazmak şifalandırır" söyleminizi biraz açar mısınız? "Yazmak şifalandırır" benim çok inandığım bir şey. Şöyle ki ancak acıyı gerçekten tatmış bilen birisinin acıyı doğru anlatabileceğine inanıyorum her şeyden önce. Şifalandırma konusuna gelecek olursak da insanın kendi kendisiyle dertleşmesidir yazmak, diye düşünüyorum. Bu yüzden birçok psikoloğun ya da psikiyatrın yapamayacağı şeyi insan kendini iyi tanırsa kendi acısının ne olduğunu bilirse, kaynağına inebilirse o zaman kendini tedavi etmesi mümkün olabilir diye düşünüyorum. Bir de yazı çok kadim bir gelenek. Eski ve insanın içindeki özel bir yere dayanıyor diye düşünüyorum. O yüzden doğru tekniklerle doğru duygularla hislerle, insan düşündüklerini, fikirlerini, hayallerini yazabilirse buradan şifanın başlayacağını düşünüyorum. Tüm bunlarında ötesinde aslında yazmak önce yazanı sonrada onun duygusuyla onu okuyanı iyileştiren bir şey. Ben buna çok inanıyorum. Tabii ki kendi hayat deneyimlerimle de böyle olduğunu biliyorum aslında.