Kapıyı tıklatmak, aslında çok eski çağlardan beri var olan bir iletişim biçimi. Ancak bu davranış ilk ortaya çıktığında, oldukça farklı amaçlara hizmet ediyordu. Orta Çağ Avrupa’sında, özellikle soylulara ait konaklarda kapıya vurmak, yalnızca gelişinizi haber vermek değil, kim olduğunuzu da anlatmak anlamına geliyordu.

Çünkü her sınıfın kullandığı kapı tokmağı farklıydı: Soyluların evinde aslan başı şeklinde büyük metal tokmaklar varken, halkın evinde daha basit, ahşap ses çıkarıcılar vardı. Tokmağın sesi bile statü göstergesiydi. Zengin bir konakta çıkan tokmak sesiyle sıradan bir evin sesi birbirinden ayırt edilebiliyordu.

Osmanlı’da Kapı Vuruşu Bir Dil Gibi Kullanılıyordu

Bu davranış Osmanlı kültüründe ise neredeyse bir "şifre dili" hâline gelmişti. Gelen kişinin kim olduğu, ne amaçla geldiği ve hatta cinsiyeti bile kapıya vurma şeklinden anlaşılırdı.

Evlerde çift tokmak olurdu: biri kalın ses çıkaran metal topuz, diğeri ince ses çıkaran küçük bir halka. Erkek misafir kapının tok sesini çıkaran tokmağı kullanırken, kadınlar daha nazik olan halkayı tıklatırdı. Bu sayede ev halkı içeriden gelen sese göre nasıl davranacağını bilir, evdeki kadınlar ona göre hazırlanırdı. Yani bugün basitçe tıkladığımız o kapılar, bir zamanlar sessiz bir konuşma alanıydı.

Modernleşmeyle Unutulan Sessiz Kodlar

Elektrikli zilin icadı ve şehirleşmenin hızlanmasıyla birlikte kapıyı tıklatma geleneği anlamını yitirdi. Şehir hayatında kimse sesin tonu ya da vuruş şekline dikkat etmez oldu.