Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazdığı kitaplar ve 30 bin parçalık Atatürk fotoğrafları koleksiyonu oluşturan Türk yazar, iş insanı Hanri Benazus, dün yaşlılığa bağlı rahatsızlık sorunları nedeniyle 94 yaşında hayatını kaybetti.
Benazus için bugün Altındağ Musevi Mezarlığı'nda cenaze töreni düzenlendi.
Kızları Fortune Haim ve Keti Sigura'nın taziyeleri kabul ettiği törene yakınlarının yanı sıra İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi ile İYİ Parti İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ümit Özlale de katıldı.
Dua edilmesi ve ilahi okunmasının ardından Benazus'un cenazesi defnedildi.
Kızı Fortune Haim, Atatürk'ü çok seven babasının, kendilerini de Atatürk'ün fikirleri ve görüşleriyle büyüttüğünü anlattı.
Babasının Atatürk'le tanıştıktan sonra hayatı boyunca onun fotoğraflarını, onunla ilgili dokümanları topladığını kaydeden Haim, "Emekli olduktan sonra tamamen kendini bu işe verdi. Doksanın üstünde Atatürk'le ilgili kitap yazdı. Yalnızca bizim babamız olarak değil tüm Türkiye'nin bir Atatürkseveri olarak görüyoruz. Bizler de çok çok gururluyuz böyle bir şeyden dolayı" diye konuştu.
Keti Sigura da babasının aynı zamanda bir İzmir sevdalısı olduğunu aktararak, onunla gurur duyduğunu ifade etti.
"O GÜNDEN BU YANA KENDİMİ TÜRK HİSSEDERİM"
Hanri Benazus üç yıl önce SÖZCÜ'ye verdiği röportajda Atatürk ile birlikte olduğu anı şöyle anlatmıştı:
"İlkokul birinci sınıfa gidiyordum. Atatürk 9 Ekim 1937'de Aydın'ın Ortaklar köyüne geldi. Babam incir kooperatifinde katiplik yapardı. Atatürk'ü karşılamaya gidilecek. Okur yazar üç kişi buldular. İstasyon müdürü, muhtar ve babam. Babamın eteğine yapışıp tren istasyonuna gittim."
"Akşama doğru Atatürk'ün meşhur beyaz treni geldi. Kompartımandan tek başına indi, yalnız başına daldı köylülerin arasına. Babamın yanından kaçtım, gittim Ata'nın yanına. Atatürk bir eli ile saçlarımı okşuyor, diğer taraftan sohbet ediyordu. Konuşması bittiğinde elimden tuttu, kompartımanına götürdü, babamı da davet etti. Masaya rakı ile leblebi geldi. Karanfil kokuluydu. Ben ne kadar leblebi varsa yedim. Atatürk farkına vardı, işaret etti, yenisi geldi. İkinci kasedeki leblebileri ceplerime, üçüncüsündekileri gömleğimin altına doldurdum. Evdeki dört kardeşime de götürmek istedim. O gün bir aile reisinin çarşıdan leblebi alması lükstü."
"Çocukluğumda yaptığım bu davranışı, aradan on sene geçince sorguladım. Göz göre göre leblebilerini çalmışım" diyen Benazus sözlerini şöyle sürdürmüştü:
"Atatürk beni affetmiştir. Benim için en önemli safha bundan sonra başladı. Ona borçlu olduğumu anladım. Leblebi ödenir mi? Ödenir. Ama can alıcı nokta şu: Bana birçok platformda, örneğin kitap imza günlerimde, masadaki ismime bakıp 'Sen kimsin?' diye soran densizler olmuştur. 'Türk olsaydın adın Ahmet olurdu Mehmet olurdu' derler. İşte o zaman kafamın tası atmaya başlar. Oysa Atatürk adımı sordu, 'Hanri' dedim, soyadımı sordu, 'Benazus' dedim, bana 'Sen kimsin?' demedi. Ben o günden beri kendimi yalnız ve yalnız Türk hissederim. O 'Ne mutlu Türküm diyene' cümlesinin azametini benden daha iyi bilen çok az kişi vardır."