Suçluluk duymadan aldatabilen kişilerde 7 kişilik özelliği gözlemlendi. Araştırmaya göre, tekrar tekrar aldatan kişilerin yalnızca %3'ü antisosyal kişilik bozukluğu kriterlerini karşılıyor. dmnews.com'un haberine göre geri kalanlar ise suçluluk duygusundan kaçınmak için karmaşık psikolojik mekanizmalar geliştiren sıradan insanlar.

Araştırma, aldatan kişilerin zihinsel süreçlerini anlamak için yedi temel özelliği ele alıyor. Bu özellikler, bir merdiven gibi birbirini desteklerken, aslında kişiyi bütünlükten uzaklaştırıp izolasyona doğru sürükleyen bir sarmal oluşturuyor.

Bu keşifler, yalnızca sadakatsizliği anlamakla kalmıyor, aynı zamanda ruh sağlığı ve ilişkiler açısından önemli çıkarımlar sunuyor. 

Zihnin gizli depolama dolabı

Bölümlendirme, zihnin karmaşık bir savunma mekanizması olarak, çelişkili duyguları ve deneyimleri ayrı alanlarda tutma becerisidir. Bu durum, patlayıcı maddelerle ince porselenleri bir deponun zıt köşelerine yerleştirip asla çarpışmayacaklarını varsaymaya benzetilebilir. 

Özellikle duygusal dengeyi tehdit eden durumlarda, birey farkındalığını geçici olarak bu deneyimlerden uzaklaştırır. Örneğin, aldatan bir kişi, akşam otel rezervasyonu yaparken sabah eşine sevgi dolu mesajlar gönderebilir ve her iki eylemin de birbirinden bağımsız kalabileceğine inanabilir.

Sinirbilimci Dr. Lisa Feldman Barrett, beynin öngörücü kodlama mekanizmasının bu durumu mümkün kıldığını belirtiyor. Beyin, tutarlı bir anlatıyı korumak için bilgileri seçici bir şekilde filtreler. Bu süreçte, aldatan kişinin zihninde "Ben hâlâ sevgi dolu bir partnerim" anlatısı baskın hale gelir. Bu anlatıya ters düşen kanıtlar ise bilişsel bir karantina bölgesine hapsedilir. Ancak zamanla, bu bölümlerin ayrı tutulması daha fazla çaba gerektirir. Yalanlar, yarı gerçekler ve hafıza düzenlemeleri, kişinin zihinsel kaynaklarını tüketir ve gerçek yakınlık kurma kapasitesini zayıflatır.

Bu durumun sonuçları oldukça yıkıcıdır. Bölümlendirme, bireyin kimliğini parçalayarak artan bir bilişsel yük yaratır. Zamanla, kişi kendi benliğinin hangi versiyonunun "gerçek" olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Bu da hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde derin bir kopukluğa yol açar.

Duyguların sessizleştiği bir mekanizma

Hayat bir kez silolara bölündüğünde, bireyler, içsel çatışmaların yarattığı alarmları susturmanın yollarını arar. Bu noktada, stres kaynaklı duygusal anestezi devreye girer. 

Akut stres altında limbik sistem, hem olumlu hem de olumsuz duyguları aşağı düzenleyerek garip bir şekilde serin bir iç iklim yaratır. Bu mekanizma, bireyin suçluluk duygusunu köreltirken aynı zamanda zevk, minnettarlık ve hayranlık gibi olumlu duyguları da bastırır. Verywell Mind tarafından sentezlenen bağlanma araştırmaları, bu durumun uzun yıllar boyunca bireylerin duygusal deneyimlerini nasıl etkilediğini ortaya koyuyor.

Journal of Personality and Social Psychology'de yayımlanan bir çalışmada, katılımcılardan fMRI cihazına bağlıyken ahlaki ihlalleri hatırlamaları istendi. "Ahlaki kopuş"ta yüksek puan alan bireyler, suçlulukla ilgili beyin bölgelerinde daha düşük aktivite gösterirken, ödül devrelerinde de sessiz bir aktivasyon sergiledi. Bu durum, duygusal koruma kalkanının iki yönlü çalıştığını ortaya koyuyor: Gelen eleştirileri ve sevgi dolu anıları aynı şekilde engelliyor.

Duygusal anestezi, bireyi hem suçluluk duygusundan hem de duygusal zenginlikten mahrum bırakarak, içsel bir izolasyon yaratır. Bu mekanizmayı anlamak, bireylerin duygusal sağlıklarını yeniden kazanabilmeleri için önemli bir adım olabilir.

Vicdanla yapılan pazarlık

Vicdan sessizleşebilir, ancak tamamen yok olmaz; onunla pazarlık yapılması gerekir. Bu noktada ahlaki görelilik devreye girer. Sadakatsizlik, bazen ihmalin bir karşılığı, bazen tutku arayışının haklı bir gerekçesi, bazen de modern bir aydınlanmanın kanıtı olarak yeniden çerçevelenir. Bu süreçte suçluluk duygusu, bir güçlenme rozetine dönüştürülür ve birey, kendi vicdanıyla bir denge kurmaya çalışır.

2024 yılında Personal Relationships dergisinde yayımlanan bir çalışma, iki yıl boyunca 186 çifti takip ederek bu durumu derinlemesine inceledi. Araştırma, "ahlaki kopuş"ta yüksek puan alan bireylerin ilişki başlatma olasılığının 2,4 kat daha fazla olduğunu ortaya koydu. Daha da önemlisi, sadakatsizlik süresi uzadıkça, bireylerin gerekçelendirmelerinin daha ayrıntılı hale geldiği gözlemlendi. Bu durum, bireyin kendi kendine konuşmasını bir tür "morfin damlası" gibi kullandığını gösteriyor; aynı rahatlamayı elde etmek için dozaj sürekli artırılmak zorunda kalınıyor.

Bu süreç, bireyin paylaşılan gerçekliğe olan bağlılığını aşındırır, entelektüel sahtekârlığı artırır ve sonunda kendi çelişkileri altında çökecek kadar çarpık bir içsel anlatı yaratır. Ahlaki görelilik, bireyin vicdanıyla yaptığı pazarlığın bir sonucu olarak, hem kişisel hem de ilişkisel düzeyde derin bir kopukluğa yol açabilir. Bu durum, bireyin kendi değerleriyle uyumlu bir yaşam sürmesini zorlaştırırken, ilişkilerde güven ve samimiyetin zedelenmesine neden olur.

Hiperaktif kendini koruma

Psişeyi bir bağışıklık sistemi gibi düşünün; sağlıklı bir şekilde çalıştığında yalnızca gerçek tehditlere karşı savunma yapar. Ancak suçluluk duymayan bir bireyde bu sistem otoimmün hale gelir ve pişmanlık, hesap verebilirlik gibi faydalı duyguları da savuşturur. Bu durum, hızlıca devreye giren "ahlaki güvenlik duvarı" mekanizmalarıyla desteklenir. Yenilik arayışıyla dikkat dağıtma, flört uygulamalarıyla dopamin patlamaları ya da eleştirmenleri ahlakçı olarak etiketleme gibi zihinsel geri dönüşler, bu savunma sisteminin birer parçasıdır.

Ancak bu kendini koruma mekanizması, zamanla kendini sabote etmeye dönüşür. Hile yapan kişi, yanlış hizalamayı işaret eden içsel sancıları bastırarak, rota düzeltme için en iyi sinyali kaybeder. Oysa acı, doğru şekilde metabolize edildiğinde, bireyin değerlerini yeniden bulmasını sağlayan bir GPS işlevi görür. Bu sinyali devre dışı bırakmak, bireyi çölün derinliklerine doğru sürüklerken, yanıltıcı bir yenilmezlik hissi yaratır.

Bu paradoks, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan bağlarını zayıflatarak, uzun vadede daha büyük bir kopukluğa yol açar. Kendini koruma adına inşa edilen bu mekanizmalar, aslında bireyin duygusal ve ahlaki bütünlüğünü tehdit eden birer tuzak haline gelir. Bu döngüyü anlamak, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmeleri ve daha sağlıklı bir denge kurmaları için önemli bir adım olabilir.

Karizma, kırılganlığı maskeliyor

Yüzeysel çekicilik, bireyin derin psikolojik özelliklerini kamuoyunun gözünden gizleyen bir perde görevi görür. SELF dergisinin 2023 tarihli bir profiline göre, alışkanlık haline gelmiş aldatanlar genellikle dışa dönüklük ve sosyal cesarette yüksek puanlar alır. Bu özellikler, bireyin konuşmaları rahatsız edici derinliklerden uzaklaştırmasına olanak tanır ve yüzeyde cazip bir izlenim yaratır.

Ancak karizma, ödünç alınmış bir para birimidir; yalnızca yüzeyde dolaşır ve bir partner duygusal derinlik talep ettiğinde buharlaşır. İlişki uzmanı Dr. Brené Brown, kırılganlığı "belirsizlik, risk ve duygusal maruziyet" olarak tanımlar. Cazibeye güvenen bireyler, bu bedeli ödemekten kaçınır ve bu nedenle karşılıklı açıklığın getirdiği duygusal zenginlikten mahrum kalır.

Bu durumun sonuçları oldukça yıkıcıdır. Yüzeyde ışıltılı görünen ilişkiler, özden yoksun bir yapıya sahiptir. "Ortaya çıkma" korkusu, bireyin duygusal bağlar kurmasını engellerken, toplumsal alkışla orantılı olarak yalnızlık hissi yoğunlaşır. Karizma, bireyi geçici olarak koruyabilir, ancak uzun vadede duygusal izolasyonu artırır. Bu mekanizmayı anlamak, bireylerin daha sağlıklı ve samimi ilişkiler kurmaları için önemli bir adım olabilir.

Yakınlık boğulma hissi yaratır

Cilalı bir gülümsemenin ardında, genellikle başka bir kişinin ihtiyaçları tarafından yutulma korkusu gizlenir. Bağlanma teorisyenleri bu durumu "yutulma dinamiği" olarak adlandırır. Kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler terk edilmekten korkarken, yutulma korkusu yaşayanlar ise özerkliklerini kaybetme endişesi taşır. Bu korku, bir ilişkiyi adeta bir basınç vanasına dönüştürür; birey, hâlâ istediği zaman çıkabileceğini kanıtlamak ister.

Ancak paradoksal bir şekilde, gerçek özerklik, ayrılmanın bir kaçış değil, bir seçim olduğu güvenli bağlanma içinde en iyi şekilde gelişir. Yetişkin Bağlanma Projesi'nden elde edilen uzunlamasına veriler, terapi veya dürüst diyalog yoluyla yutulma korkularıyla yüzleşen bireylerin, beş yıl sonra daha yüksek cinsel tatmin ve daha düşük sadakatsizlik oranları bildirdiğini ortaya koyuyor. Kaçmak korkuyu beslerken, yüzleşmek ve kalmak bu korkuyu etkisiz hale getirir.

Bu durumun sonuçları ise oldukça çarpıcıdır. Sürekli bir kaçış eşiğinde yaşamak, bireyin güvenli ilişkilerin sunduğu huzur ve güvenliğin tadını çıkarmasını engeller. Sonuç olarak, birey kimliğini kucakladığı şeyden çok, kaçtığı şeyle tanımlar. Bu döngüyü anlamak ve kırmak, daha sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler kurmanın anahtarıdır.

Gömülü varoluşsal utanç

Sadakatsizlik, genellikle çocuklukta oluşan ve kontrolsüzce sertleşen bir utanç temeline dayanır. Bu utanç, bireyin içsel bir fısıltıyla kendini sorgulamasına neden olur: "Gerçek beni bilselerdi, giderlerdi." Bu durum, paradoksal bir şekilde sadakatsizliği kendini doğrulamak için çarpık bir girişime dönüştürür. Birey, "Başka biri beni istiyor; bu yüzden belki de değersiz değilimdir," düşüncesiyle hareket eder.

Çift terapisti Esther Perel, ilişkileri "canlılık için trajik arayışlar" olarak tanımlar. TED konuşmasında, aldatanların partnerlerinden değil, ilişkide oldukları benliklerinden uzaklaştıklarını vurgular. Ancak bu arayış, bireyi utançtan kurtaramaz; çünkü utanç, her fetihten sağ çıkar ve yenilik kaybolduğunda yeniden ortaya çıkar.

Bu döngü, bireyin kendine ve çevresine olan güvenini zedeler. Kendini ihanete uğratmanın tekrar eden döngüleri, kronik sahtekârlık sendromuna yol açar. Kamusal kimlik ile özel umutsuzluk arasındaki uçurum giderek genişler ve birey, içsel bir kopukluk içinde yaşamaya devam eder. Bu mekanizmayı anlamak, bireyin duygusal bütünlüğünü yeniden kazanması için önemli bir adım olabilir. Sadakatsizlikle ilgili bu perspektif, yalnızca bireysel davranışları değil, aynı zamanda ilişkilerdeki dinamikleri de yeniden değerlendirmemizi sağlar.